Mağaranın girişinde düşünceli bir tavırla etrafıma bakıyordum. Vazgeçmek istiyorsam bu son şansımdı. Hemen her şeyi burada bitirebilirdim. Çocuklara baktım bir süre, hiçbir şey demeden. Birazdan içeri girecekler ve hayatlarının en büyük macerasını yaşayacaklardı. Belki aralarından ölen olacaktı, belki hiçbiri geri dönemeyecekti. Ama bunu yapmaları gerekiyordu. Evet, bundan kaçış yoktu.
Son kararımı vermiş olmanın güveniyle “Çocuklar...” diyerek lafa başladım. “Burası yer altı dünyasının girişi. Sizi buradan sokmanın daha rahat olacağını düşünüyorum. Burayı geçip Tartarus’a girdiğinizde çok dikkatli olun. Eğer işler çok kötü giderse görevi yarıda bırakıp çıkabilirsiniz. Diğer tanrılar sizin hayatınıza pek değer vermiyor.” Zack ve abimin kızına baktım. “Ama ben onlar gibi düşünmüyorum. Sizin hayatlarınız her şeyden daha önemli, o yüzden yapamayacağınıza kanaat getirirseniz geri gelin.”
Sözlerim bitince ciddi bir şekilde dağın duvarına yaklaştım. İlk bakışta burası sıradan bir kayalıktı fakat ben orayı açacak anahtara sahiptim. İyice yaklaşıp iki elimi duvara yapıştırdım. Gözlerimi kapatıp kadim yunanca tanrı lisanıyla konuştum. “Ben yer altı ve yerüstü dünyasının habercisi, tanrıların tanrısı Zeus’la Ülker yıldızı Maia’nın oğlu Hermes’im. Zeus adına sana açılmanı emrediyorum.”
Hafif bir sarsıntıdan sonra duvarda bir çatlak belirdi ve kapıya dönüşerek iki yana doğru açıldı. Şimdi ileride uzayıp giden bir karanlık vardı. Cebimden üç tane inci çıkarıp çocuklara verdim. “Bunları geçen gün buraya geldiğimde ödünç almıştım. Çıkmak istediğiniz zaman yere koyup üzerine basın.” Derin karanlığa doğru dikkatle bakarak “Hadi bakalım.” dedim. “Bundan sonra yalnızsınız. Zeus yanınızda olsun.”
Üç melez içeriye girip dağ arkalarından kapanana kadar izledim. Daha sonra oradan ayrıldım…