Karşıdan gelen Nick'i görerek yanına gittim. En son onu, beraber katıldığımız kano yarışlarında görmüştüm. Uzaktan beni arayan gözlerle gelirken onun bu şapşallığına hayret edemeden edemedim. Beraber canavar avlayacaktık işte, fena mı? Sınırların dışına çıkmadan, uzaktan uzaktan mantikor ve telekinelerle eğlenmeyi planlıyordum, tabi önce Nick'in beni bulması lazımdı. Gıcık olması için diğer adını söylerek bağırdım. "Matthew, buradayım!" Ardından kıkırdamaya başladım ve yanıma yavaş yavaş ilerlemesini bekleyemeden onu kolundan çektim. Şaşkın şaşkın etrafa bakıyordu. Gülümsedim. Ama ardından o, sihirli sınırları geçti. İki arada bir derede ne yapıp edip yaramazlık yapıyordu bu çocuk. "Hayır şapşal, orası sihirli bir sınır." Bunu dememle karşıdan telekinelerin üzerimize gelmesi bir olmuştu. Ama ben bu kadar çabuk olmasını istemiyordum ki. Uzaktan uzaktan takılacaktım sadece. "Of, kılıcını al." dedim gözlerimi devirerek Nick'e bakarken.