Kampa geleli bir hafta falan olmuştu. Ve herkesin bir pegasusu vardı ama benim yoktu. Nedense bugünlerde beni bir pegasus sevdası alıp götürmüştü. Ben de kendi pegasusum olsun istiyorum. Ama pegasus ahırına gidip bakmadan pegasusum olmazdı ki. O zaman istikamet belliydi. Pegasus Ahırı.
Kulübemde tek başınaydım. Avcı kardeşlerim ya Okçuluk sahasında ya da başka yerlerde olmalıydılar. Kulübeden dışarıya çıkıp Pegasus Ahırı'na doğru yola koyuldum.
Pegasus ahırında bir sürü pegasus vardı. Ve tabii ki çoğusu sahipliydi. Galiba boşta olanlar daha ilerilerde olmalıydı. Derin bir nefes aldım. Biraz yürümem gerekecekti. Olsun, sorun değildi.
Sahipsiz pegasusların oraya geldiğimde çok güzel pegasuslar vardı. Off, hangisinin daha güzel olduğunu bilemiyordum doğrusu. Hepsi çok güzeldi. Seçim yapmak zor olacaktı.
Gümüşümsü bir pegasusun ahırına girip onu okşadım. Okşamamdan hoşnut olmuş gibiydi ama ıh ıh. Bana pek ısınmamıştı sanki. O pegasusun ahırından çıkıp en beğendiğim pegasusun ahırına girdim. Pegasus gerçekten çok güzeldi. Gece siyahıydı ve tüylerinin arasında simli gümüş-altınsarısı gibi parıltılar vardı. Gerçekten bu pegasusu çok sevmiştim. Umutlanmak istemiyordum ama o da beni sevmişti galiba.
Pegasusun boynuna yaklaşıp onu okşadım. Evet! Beni gerçekten sevmişti bu pegasus. Galiba ona bir isim vermem gerekiyordu. Ona uygun bir isim düşündüm.
"Buldum! Bunadan sonra senin adın Gecenin Parıltısı." İsmini sevmiştim de sanki biraz uzun bir isim mi olmuştu?