David'i karşımda görünce gülümsedim ve korkutucu, aynı zamanda da şaka yaptığımı belli eden bir ses tonuyla "Anne, veya en azından Tanrıça demeni tercih ederim ama evet, ismim Athena." cevabını verdim bana yönlendirmemiş olduğu sorusuna. David bir süre ne yapacağını bilemeyerek afalladıktan sonra, aniden bir tanrıça olduğum gerçeğini idrak etmiş gibi önümde değildi ve "Pa-pardon." dedi. Hiçbir çocuğumun önünde yapmadığım bir şey yaparak, kahkaha attım. Oğlum beni gerçekten de güldürmeyi başarmıştı. "Hayatında ilk kez annenle tanışıyorsun ve onun bir tanrıça olduğu gerçeğini henüz yeni öğrendin, kamp hayatına tam olarak adapte olabilmiş de değilsin. Bir kusur işlemedin, oğlum." dedim. David sanki her an onu buharlaştırmamdan çekinirmiş gibi yerdeki mermerleri incelemekten vazgeçerek kafasını kaldırıp direkt bana baktı ve sözlerimi onaylarcasına başını hafifçe salladı.
Anneyle ilk kez karşılaşma seramonisini birçok kardeşine göre daha başarılı bir şekilde sindirmişti. Tabii ki bunu ona söylemeyecektim çünkü kampa müdirelik yaptığım süre zarfı içerisinde öğrendiğim değerli bir bilgi vardı; melezler fazla iltifata gelemez, benliklerini çabucak yitirirlerdi. Tarihe kazınmış birçok başarılı kahramanın da ölümcül hatası, kibir olmuştu. Oğlumun onlara benzemesi isteyeceğim son şeydi. Suratıma korkutucu olmadığını düşündüğüm -veya umduğum- bir ifade yerleştirdikten sonra "Hayırdır? Tanrılar Şehri'nde ne arıyorsun? Olimpos'a geçerken uğramak demek, öğle yemeğinde Ares'in big chicken menüsü olmakla aynı şeydir. Onun için, bana mantıklı bir cevap ver." dedim.