Bu sefer, nerede olduğumu biliyordum. Burası, tanrıların şehri Olimpos'tu. Empire State Binası'ndaydım daha doğrusu ama Jess sanırım beni buraya bilerek göndermişti. Neler olduğunu anlayamıyordum ve artık gerçekten canıma tak etmişti. O Afrodit'i bulacaktım ve kafasını okla sallandıracaktım. Yapamayacağımı ve onun bu düşüncelerimi okuduğunu biliyordum ama gerçekten artık umrumda değildi. Adamın yanına gittim, bugün onun oyun oynayabilirdim artık. Nasılsa o kadar boş yere vaktim gitmişti ki. Sinirlenmiştim, ellerim ayaklarım titriyordu. "Selam, ben altı yüzüncü kata çıkmak istiyorum." Adam beni tanımış olacak ki, anahtarı uzattı ama ben elini ittim. "Bugün mu sormayasın geldi ha?" diye bağırınca, zavallı adamcağız anahtarı yerden aldı ve yerine taktı. "Peki o halde, burada altı yüzüncü kat diye bir yer yok." Bu adam benimle oyun mu oynuyordu? Kimi kandırıyordu bu, az önce söylemişti. Sinirlendim ve okumu çıkardım, zaten sinirliydim ki bu adam beni artık iyice psikomanyak yapmıştı. "Yaa, olduğunu sen de biliyorsun ben de! Kimi kandırıyorsun sen be?!" Adamın yüz şekli değişti ve anahtarı uzattı. "Buyrun?" Sonunda verebilmişti, aklı çalışmıştı. "Sonunda zeki insan!" Bir hışımla asansöre bindim ve çıkmaya başladım. Bu müzik beni delirtecekti. Adama asansörün içinden bağırdım. "Zevksiz!" Bir süre beklerken Afrodit'in verdiği yüzükle oynamaya başlamıştım. Her ne işime yarayacaksa verdiği bu dandik yüzüğü onun yüzüne atmak benim için en büyük erdem olacaktı. Bir süre sonra altı yüzüncü kata vardığımda asansörün kapıları açıldığında bir sürü tanrı ve tanrıçayı karşımda buldum ve şaşkınlığımı gizleyemeyerek çığlığı bastım. "Di immortales!" Ama sonra karşımda duran Yunan Tanrılarının Antik Yunanca bildiği aklıma geldi ve başımı eğdim. "Özür dilerim tanrılarım, tanrıçalarım." Birden en öne geçti, güzeller güzeli biri. Bu sabah Thalia'nın Ağacı'nda duran Güzellik ve Aşk Tanrıçası Afrodit'ti bu. Biraz gülümsedi ama sanırım aklımdan geçenleri okuyunca yüz şekli değişti ve kalın bir sesle konuşmaya başladı. "Avcı, bu görev gerçek değildi." Ha? Bunlar beni delirtmek mi istiyorlardı? Yüzlerine bağırmayacaktım ama nasıl olsa aklımdan geçenleri okuyabiliyorlar diye aklımdan kötü düşünceler geçirdim. Ve de karşımda duranlara baktım. Afrodit, Artemis, Nike, Elpis ve bir iki tanrıça daha. Göz yanılsaması olmuş olacak ki, tanrıları da gördüğümü düşünüyordum ama muhtemelen Artemis, sadece tanrıçaları burada istiyordu. Bir süre sonra Elpis öne geldi. "Benim oğlum, titan dostu değil." Tek tek öne çıkıp söylemeleri beni güldürse de, o an o kadar sinirliydim ki mimiklerimle gülmüyordum. Nasıl yani Umut Tanrıçası, oğlun salağın teki! Bunu anlasana, bu kadar umut zararlı. Üzülürsün, yazık sana. Bunları düşünürken bir de Artemis öne çıkınca şaşırmamak elde değildi. "Sana bunu vermek istiyoruz." dediler ve bir bilezik uzattılar. Harika yani; ben bunca şeye aptal bir bilezik için katlanmış olamazdım. Afrodit açıklama yaptı. "Bunlar, sadece denenmen içindi avcı. J. senin hala dostun, yani kısaca diyelim ki; melezler siz biz tanrı(ça)ların piyonusunuz. Şimdi gidebilirsin." Bu ne demek oluyordu şimdi? Bunlar şakaydı sanırım, ama hemen bitirmeleri gereken bir şaka. Artemis'e döndüm, başını yana eğdi ve kendimi kulübemde buldum. Bütün avcılar bana şaşkınlıkla bakarken ben odama kapandım. Titanların tarafına bile geçmeyi düşünebilirdim şu anda ama ben maalesef onların istediklerinden değildim. Neredeyse ağlayacaktım, pencerenin önüne geçip dışarıyı izlemeye başladım.