Plüton'la beraber yere inmeye başladık. Bu aptallığı nasıl yaptığımı bilmiyordum. Bir melezdim, her an yanımda taşımam gereken şeylerden biri nektardı; hele ve hele Afrodit tarafından bir göreve gönderilen bir melezsem. Tabi o mektup gönderenin Afrodit olup olmadığından emin değildim. Afrodit mesajını Hermes'le de iletebilirdi. Neden süslenmek varken uğraşıp mektup yazaydı ki? Anlamadığım yer işte orasıydı ama biraz macera fena olmayacaktı. Her ne kadar bunun ucunda titanların olabileceğine bile ihtimal versem de, uzun zamandır kılıcım kınından çıkmıyordu. Kana susamıştı, onu beslemek fena olmayacaktı hani. Plüton yere iniyordu, ben de neresi olduğunu kestirmeye çalışıyordum. Maalesef akıllı (!) pegasusum beni Thalia'nın Ağacı'nın yakınlarında bir yere bırakmıştı. Yani kulübelere doğru yürümek zorundaydım. Plüton'a biraz sert bir şekilde baktım, onun bana yardım etmesi gerekiyordu. Şimdi ya ortalıklarda dolanan bir melez bekleyecektim, ya Plüton'un üzerine binerek ona kulübelere doğru gitmesini söylecektim -ki bunu istediğimden emin değildim, çifte yemek adetim değil- ya da revire doğru yürüyecektim. Ama gerçekten hiçbirini yapmak istemiyordum. Sanırım artık bu görevin gerçek olmadığına inanıp kulübeme geri dönmem ve kız kardeşlerimle beraber avlanmaya çıkmam gerekiyordu. Saate baktım, av için o kadar da geç değildi. Plüton'a baktım. "Sanırım artık..." derken birden tam Plüton'un bir iki adım uzağında bir ışık oluştu. Korkarak geri çekildim, yavaş adımlarla geriye doğru ilerlemeye başladım. Plüton da benim geri çekildiğimi görmüş olacak ki, o da geri adımlar atmaya başladı ki bir kanatlı atı daha önce bu şekilde görmemiştim. Ama beni daha da şaşırtan şey, o ışığın hala bir ışık şeklinde olmuş olmasıydı. Bir süre bekledikten sonra tam yanına gidecekken o ışık güzeller güzeli bir kıza dönüştü. Sanırım hayatımda gördüğüm en güzel kadındı bu. Şaşkınlığımı gizleyemedim, kadın saçlarını arkasına atarak gülümsedi. "Avcı, beni tanıyamadın mı?" dedi anımsar gibi olduğum bir ses tonuyla. O anda kendimden utandım ve başımı eğdim. Bu güzelliği nasıl anımsayamadığıma şaşırır bir şekilde Afrodit'e baktım, özür dilercesine. "Özür dilerim tanrıça Afrodit. Güzelliğinizden büyülenmiş olacağım." dedim biraz sallıyor gibi olan ses tonumla. Ama bu Afrodit'in onurunu okşamaya yetmiş olacaktı ki gülümsedi ve elbisesini düzelterek bana döndü. "Mektubumu aldın mı?" diye sorunca büyük bir rahatlama yaşadım. Demek ki görev gerçekti, demek ki Afrodit beni seçmişti. Gülümsedim, güzeller güzeli Afrodit pek sevmediği Artemis'in avcılarından birini görev için seçmişti. Belki de beni öldürmek istiyordu, kim bilir? Ama bu pek de umrumda değildi istediğim tek şey göreve gitmekti. Afrodit bana baktı, endişeli gözlerle. "Bak avcı, seni Kafe Verve'ye ışınlayacağım. Orada görevin ayrıntılarını öğrenebilirsin. Şimdilik, bu kadar." dedi ve ben daha ne olduğunu anlayamadan kendimi Kafe Verve'de buldum.