Kampa gelmeden önce de mitoloji ile ilgilendiğim için pagasusun ne anlama geldiğini biliyordum. Pegasuslar, kanatlara sahip zarif atlardı. Pegasuslara kendimi bildim bileli hayrandım. Şimdi ise onların sadece resimlerini görmekle kalmayacak, onlardan birine sahip olacaktım. Heyecanla dolabımı açtım ve üzerimdeki pijamalardan kurtulup yerlerine günlük kıyafetlerimi giydim. Mavi, askılı bir bluz ve beyaz, keten bir pantolon. Saçlarımı da güzelce taradıktan sonra salık bırakmaya karar verdim. Saçlarımın özgür kalmasından hoşlanıyordum. Kulübemden çıkınca heyecanla, bir melezin bana daha önceden yerini gösterdiği Pegasus Ahırları'na gittim. Kapısının önünde durup derin bir soluk aldıktan sonra içeri girdim. İçeri girmemle de büyülenmem bir oldu. Burası, hayal ettiğimden de daha güzel bir yerdi. Her tarafta şirin mi şirin pegasuslar vardı. Bir süre etrafıma bakındım ve okyanus yeşili gözleriyle bana bakan bir pegasusu gözüme kestirdim. Yanına gidip buz mavisi yelerini okşamaya başladım. Pegasusun gözlerinden resmen zeka fışkırıyordu. Bu pegasus, kesinlikle benim olmalıydı. Ona ilk görüşte garip bir şekilde çekildiğimi hissetmiştim. Yeni pegasusuma sevgiyle bakarak "Hımm, sanırım senin adını Ariel koyacağım." dedim. Pegasusum, ismini sevmiş gibiydi. Ben de bu durumdan oldukça hoşnuttum tabii. O sırada Ariel'in kafasını cebime doğru uzatmaya çalıştığını fark ettim. Önce bunun nedenini anlamasam da sonra cebime koyduğum erikler aklıma geldi. Hemen onları çıkartıp Ariel'e verdim ve onun erikleri iştahla yemesini izledim. O an bir pegasusa sahip olmanın paha biçilemez bir duygu olduğunu anladım.