Melez olduğumu öğrendiğim gün ölmediysem kendimi ölümsüz sayacağım.Her zamanki gibi okuldan üvey annemin evine dönmüş arkadaşlarımı beklerken anne babamı hatırlamaya çalışıyordum.Belki onları bulup onlarla birlikte yaşarım diye.Ama nafile.Hiçbir şey hatırlamıyordum.Nerdeyse doğduğum günden beri o yetimhanede tıkılıp kalmıştım.Tam artık evlat edinilmezsem kaçmayı düşünüyordum (ki bunlar 3 ay önce oldu) üvey annem Alexandra kapıdan içeri girdi.Üvey annemi o kadar sevmiştim ki benimle tanıştığı gün en yakın zamanda beni evlat edinmeye ikna etmiştim.Şimdi bunları düşünürken şu ana kadarki bakıcı ailelerim aklıma geldi.Hiçbirinde 3 ay bile dayanamadığımı fark ettim.Aslında son bakıcı ailem Covenant'lara acıdım.1 saat kadar bakıcı ailem olmuş sonrada ne kadar baş belası olduğumu anlayıp yetimhaneye geri bırakmışlardı.Zaten topu topu 5 bakıcı ailem olmuş, hiçbiri bana 1 ay bile dayanamamıştı.Bütün bunları düşünürken kapı çaldı.Gelenler arkadaşlarım Caroline ve Frankie'ydi.Onları hemen içeri aldım.O sırada üvey erkek kardeşim(o da benim gibi evlatlık ve onu pantolonsuz hiç görmedim.bacaklarında kas hastalığı falan var sanırım o yüzden tuhaf yürüyor)Ferdinand girdi ve havayı kokladı.Ferdinand'ın böyle tuhaf bir huyu vardır.Ne zaman bir odaya girsek mutlaka havayı koklar.Koklaması bitince yüzünü buruşturdu.Sanki 1 aylık yenmemiş bir dilim balıklı pizzayı koklamaya zorlanmıştı(ki ben böyle bir deney yaptım evde denemenizi önermem).
'Hey Freddy(ben ona kısaca Freddy derim) bizde ders çalışacaktık.Bize katılsana?'dedim.
'Olur.Neye çalışacaksınız?'dedi ve bunları söylerken gözlerini Caroline ve Frankie'den ayırmadı.Sanki o kötü kötü bakan gözlerini onlardan ayırsa bize saldıracaklardı.
'Tarih.Çünkü birazdan tarih olucaksın genç melez.' derken Caroline ve Frankie resmen o çatal dillerini sergiliyorlardı.Bir dakika.Çatal dil mi?Genç melez mi?Neler oluyordu?Tam bunları kendime sorarken Freddy'nin beni itekleyerek evden uzaklaştırmaya çalıştığını fark ettim.Hemen çevik bir hareketle Freddy'nin elinden kurtulup Caroline ve Frankie'ye baktım ama onların yerinde iki bacağıda yılan kuyruğu olan tuhaf yaratıkların durduğunu gördüm.Bu sefer Freddy'nin beni itmesine gerek kalmadı çünkü onların ne olduğunu anladığımda yılanlara olan katıksız iğrenmem devreye girdi ve istem dışı çığlıklar atarak ve ortalığı yıkarak(kısacası ne zaman yılan görsem olduğı gibi)kaçmaya başladım.Freddy'de bana yetişmeye çalışıyordu.Bana yetiştiğinde evden çok uzakta (5 sokak kadar uzakta aslında ne zaman yılan görsem bu mesafenin 2 katı kadarını koşarım. Covenant'lara sorun. Onların evinde yılan gördüğüm zaman 18 sokak uzağa koşmuş yarım saat boyunca beni aramışlardı) nefes nefese kalmıştık.Şansa bakın ki geldiğimiz yer Alexandra’nın işlettiği butikti.Hemen içeri daldık.Şimdi size Alexandra’yı anlatayım.O sarı saçları, pembe röflesi ve kurukafalı tişörtleri ile ben onu Avril Lavigne’ye benzetirim.Yani onu kısaca açıklamak gerekirse şöyle diyebilirim.Genç, güleryüzlü ve benim gibi çatlak.Ama bizim panikli yüzlerimizi görünce gülümsemesi kayboldu.Ben konuşamayacak kadar şoka girdiğim için olanları Freddy anlattı.Konuşması bitince
‘Onu kampa götürmeliyiz.’ dedi.
‘Ne kampı?’ dedi Alexandra(o’da benim gibi balık hafızalı sayılır)
‘Long Island’dakine’ dedi Freddy.Long Island lafını duyar duymaz Alexandra’nın yüzü değişti ve bana bakarak Freddy’ye
‘Onu buldular mı?’ dedi.Kendime gelmeme rağmen onlara karışmadım.Zaten evde de benim orada olduğumu unutup fısır fısır konuşurlar.Sonunda Alexandra benim orada olduğumu hatırlayıp
‘Aria hemen arabaya bin ve bizi bekle.Hemen geliyoruz’ dedi.Doğrusu ses tonuna bakılırsa önemli bir şey oluyordu ve kendimi ilk defa onların yanında yabancıların arasında hapsolmuş gibi hissettim.Arabaya binerken butiğe bir göz attım.Sanırım uzunca bir süre butiği göremeyecektim.Onlar gelirken olmazsa olmazım olan 7B kalemlerimle resim defterimi unuttuğumu fark ettim.Deri ceketimin cebinde her zaman bir şişe çini mürekkep ve biraz çöp bulunurdu ama karakalem setim yanımda olmayınca içim rahat olmuyordu.Biliyorum tuhaf bir huy ama ne yapayım elimde değil.Tam arabadan inip dükkana gidiyordum ki Alexandra’nın elinde küçük kurukafalı bir çanta olduğunu gördüm.Bu benim karakalem setimi koyduğum çantaydı.Sonunda yola çıktık.Acaba evimi tekrar ne zaman görürüm diye düşünmeye başladım.Ama bu defa içim rahattı.O kamp (artık her neresiyse) oraya sağ salim ulaşıcağımıza inanmaya başlamıştım.