Üzüntü ve hayal kırıklığı içinde kampa gelmiştim. Kaçtığımı kimse fark etmemişti. Sessizce Fotia’yı ahırdaki yerine yerleştirdim, onu yavaş ve hafifçe sevip oradan uzaklaştım. Ne yapacağımı düşünmeye başladım. Ne yapabilirdim, elim boş dönmüştüm koskoca Olimpostan. Eğer Olimposta bir şey öğrenemediysem burada hiçbir şey bulamazdım. Daha hiçbir arkadaşım uyanık değildi. Bunu fırsat bilip kendimi rahatlatmak, başımdaki düşünceleri toparlamak ve ne yapacağıma karar vermek için Plaja gidecektim.
Her ne kadar bir Hephaistos çocuğu olsam da denizi çok seviyordum. Dalgaların sesini, suyun kıyıya vurunca çıkardığı köpükleri izlemeyi seviyordum. Bu sesler ve görüntüler beni rahatlatıyordu. Daha iyi düşünmemi sağlıyordu. Plaja yaklaştıkça burnuma gelen o temiz ve ferah deniz kokusu beni mutlu etmeye yetmişti. Deniz kıyısına doğru yaklaştım. Suya doğru hafifçe eğilip yüzüme baktım, baya yıpranmış ve solgun bir görüntüm vardı. Bu melez kampı beni yıpratıyordu. Nedenini bilmiyordum, hâlbuki burada mutluydum. Kardeşlerim, arkadaşlarım ve özellikle Claire vardı burada. Onları çok seviyordum, böyle arkadaşlara sahip olduğum için bu kampı çok sevmeliydim fakat hala alışamamıştım. Bu olaylar ve gariplikler, hepsi bana bir oyun gibi geliyordu. Sanki her an “ben çıkıyorum” diyip biterebileceğim bir oyun gibi. Sürekli yaşamayı düşünüyordum, görevden göreve gidiyordum ve her görevde acaba bir gün daha yaşayıp Claire’ı görebilecek miyim diye düşünüyordum. Tüm bu koşuşturmacalar, savaşlar ve görevler bana eskiden oynadığım bir oyunu hatırlatıyordu. Bu kampta aynen öyle idi. Aslında bu kampta görevler olmasa çıldırabilirdim, evet aslında burayı görevler yaşanabilir yapıyordu fakat bir süre için bile olsa dinlenebilmek isterdim. Şu an ikilemdeydim, burayı seviyor muydum yoksa sevmiyor muydum? Aslında bunları düşünecek vakit değildi, Gaia olayını düşünmeliydim. Düşünceli ve dalgın bir şekilde kumların üzerine uzandım. Ellerimi başımın arkasında birleştirip dalgaları izlemeye başladım. Giit, geel, fooş ve tekrar giit,geel,fooş. Dalgalar sürekli aynı hareketi yapıyordu. Bu beni biraz olsun rahatlatmıştı. Kendimle çatışmayı bırakıp Gaia’yı düşünmeye başladım. Bu olay için tekrar Olimpos’a gidemezdim. Babama sorsam 2. Defa sorduğum için kızardı, Kheiron’a gitsem onu gizlice dinlediğim için bana kızardı. Kısacası yapacak hiçbir şeyim yoktu. İçim çok daralmıştı, böyle bilinmeyen şeyler her zaman beni boğardı. Sevmezdim gizemli olayları. Yok, neymiş Gaia imiş, ana tanrıça imiş, kızgınmış. Bunlardan bana ne, benim tek derdim kamptı. Kamp sağlam mı kalacaktı yoksa yıkılacak mıydı? Bu Gaia’nın uyanışı neye sebep olacaktı. Tamam, büyük olaylar olacaktı fakat bu olaylar kimi etkileyecekti? Derin bir nefes aldım ve içimdeki basıklığı atmak için “OOof, ooooof” diye uzun bir of çektim. Bu sırada yanımda bir şeyin daha doğrusu birinin varlığını hissettim.