Yine geçirdiğim eğlenceli günlerden birisiydi. Nica ile Yemek Gazinosu'nda oturmuş, bir yandan karnımızı doyuruyor, bir yandan da sohbet ediyorduk. Yorucu bir günün sonunda oldukça acıkmıştık doğrusu. Büyük bir iştahla yediğimiz yemekler bitince artık ayrılma vakti gelmişti maalesef. Her güzel şeyin bir sonu vardı. Nica ile vedalaştıktan sonra kampta biraz dolaşmaya karar verdim. Akşamüstü ılık bir rüzgar eşliğinde gezi fikri oldukça cezbedici görünüyordu. Nica kulübesine giderken ben de kampın girişine doğru yürümeye başladım. Yavaşça, ılık rüzgarın tadını çıkara çıkara yürüyordum. Bu benim için büyük bir huzur kaynağıydı. Ama bu huzurlu ve sakin hava öfkeli bir hırlayışla yarıda kesildi. Düşünürken fark etmeden Altın Post'un sınırlarının dışına çıkmıştım. Aslında artık buna alışmış olmam gerekiyordu. Ne bekliyordum ki ? Kampın girişinden canavarlar hiç eksik olmazdı ne de olsa. Ama şimdi diğer zamanların aksine hiç savaşacak havamda değildim. Yorgundum ve... havamda değildim işte. Önce kaçmayı düşündüm ama sonra bunu kendime yediremeyeceğim için bu düşünceyi attım kafamdan. Ne olursa olsun, bir Athena kızı olarak savaşacaktım. Bezgin bir ifadeyle bilekliğimi etkin hale getirdim ve kalkanımı da elime aldım. İşte şimdi savaşa hazırdım. Başımı kaldırıp da canavara baktığımda donup kaldım. Çünkü bu canavar benim en az beş katımdı ve önceden gördüğüm canavarlara hiç benzemiyordu. Onlara kıyasla çok daha korkunçtu. Doğrusu ben daha çok bir minator falan bekliyordum. Bu canavarı görünce çok şaşırmıştım. Ama sanırım bu şaşırma sürem biraz uzun sürmüştü. Çünkü ben kendime gelemeden kolumda keskin bir acı hissettim. Önce uyuşma gibiydi, sonra ise feci bir şekilde yanmaya başladı. Canavar benden önce davranarak beni yaralamayı başarmıştı. Şimdi kolumdaki bu acıyla nasıl savaşacağımı bilemiyordum. Kalkanım elimden düşmüştü zaten. Canavarın ise durmaya niyeti yok gibiydi, saldırmaya hazır bir şekilde bekliyordu. Sanırım şimdi benim ona saldırmamı bekliyordu. Oysaki benim bunu yapacak gücüm yoktu. Belki ondan bir süre kaçabilirdim ama sonra... İşte bunu düşünmek bile istemiyordum. Kesinlikle yardıma ihtiyacım vardı ama etrafta bir tane bile melez yoktu. Hava karardığı için beni görmeleri de küçük bir ihtimaldi. Bunun üzerine saçma da olsa denemeye karara verdiğim bir şey geldi aklıma. Lucy'ye zihin yoluyla bir yardım çağrısında bulunacaktım. Eğer o telepatlık yapabiliyorsa belki ben de zihinsel iletişime geçebilirim diye düşünüyordum. Düşük bir ihtimaldi ama denemeye değerdi. Bu düşüncelerle birlikte canavar tekrar harekete geçmeye başlayınca hiç vakit kaybetmeden hemen Lucy'ye odaklandım. Sonra bir an onu gördüm. Yani bu biraz garip, tarif edilmesi zor bir duyguydu. Ben kulübede oturmuş, sıcak bir kahveyi yudumlarken dergi gibi bir şeyi inceliyordum. Ama aslında bu benim değil, Lucy'nin bedeniydi. Bu görüntü biraz aklımı karıştırmıştı ama düşündüğüm şeyin olabilme ihtimalini yükseltiyordu. Bu yüzden ona biraz daha odaklandım ve içimden "Lucy !" diye düşündüm. Sonra da hiç durmadan tekrar ettim ismini. "Lucy ! Lucy ! Lucy ! Lucy !..." Şimdi zihnimde bir ses duyuyordum. "Summer, bu sen misin ?" Lucy'nin sesiydi bu ! Demek ki beni duymuştu. "Şükürler olsun ! Evet benim Lucy, yardımına ihtiyacım var." diye düşündüm. Sonra zihnimde tekrar Lucy'nin sesini duydum. "Fakat Summ, sen nasıl benimle konuş-" Canavarın elini havada görünce onun sözünü kestim ve aceleyle "Şimdi bunu açıklayacak zaman yok Lucy. Hemen kampın girişine gel. Lütfen." dedim ve o sırada iletişimimiz kesildi. Çünkü canavardan kaçarken odağımı kaybetmiştim. Bunu nasıl başardığımı ben de bilmiyordum ama başarmıştım işte. Ama Lucy gelene kadar ne kadar dayanabilirdim bilmiyordum. Tek yapabildiğim kaçmaktı ve bir süre sonra kolumdaki acıdan dolayı bunu da yapamayacağımı hissediyordum. Aradan 10 dakika falan geçmişti. Artık zaman kavramını yitirmiştim gerçi. Bayılmak üzereydim. O sırada son duyduğum ses Lucy'nin endişeli sesi olmuştu. "Summer !" Onun canavarı alt etmesini ya da en azından buradan kaçabilmesi diledim ve bilincimi yitirdim.
**
Tekrar gözlerimi açtığımda revirdeydim ve Lucy de başımda duruyordu. Eli sargılıydı. Benim uyandığımı henüz fark etmemişti. Demek kurtulmuştuk, Lucy başarmıştı. İşte bu iyi haberdi. Lucy dönerek mahcup bir ifadeyle "Seni tehlikeye attığım ve elinin yaralanmasına sebep olduğum için çok üzgünüm Lucy." dedim. Sesim boğuk çıkmıştı. Lucy ise bana Saçmalama ! dercesine baktı ve "Biz kardeşiz Summ, bunu sakın aklından çıkarma." dedi. O an Tanrılar'a Lucy gibi bir kardeşe sahip olduğum için bir kez daha şükrettim.