Kampa geldiğim günde boş kalmıştım. Bu biraz iç karartıcı bir durum sayılabilirdi ama bence güzeldi. Kafa dinlemeyi sevdiğim için falan... Birden aklıma yeni kardeşlerimin bana pegasus seçmekten bahsettikleri konuşma gelmişti. Tabii ya! Boş boş oturacağıma kendi pegasusumu seçebilirdim! Deri montumu giyip kulübemden dışarı çıktım ve hızlı adımlarla Pegasus ahırlarına ilerlemeye başladım. Görevliye tebessüm edip iznimi aldıktan sonra içeri girdim ve pegasuslara bakmaya başladım. Öylesine etrafa bakıp Pegasusların büyüsüne dalmıştım ki ileriden gelen bir ses ile o tarafa doğru yöneldim. Çıldırmışçasına bana doğru koşan bir pegasus vardı ve hala benim üstüme gelmeye devam ediyordu. Bana saldıracağını düşünüyordum ki birden durdu ve gözlerimin içine bakmaya başladı. Bir süre öyle kaldıktan sonra aldığım cesaretle bir-iki adım yaklaştım ve elimi uzatıp kafasını okşamaya başladım. Acı kahve rengindeydi ve koyu mavi renginde gözleri vardı. Genelde fazla enerjik canlılardan hoşlanmazdım fakat bu sefer durum değişikti. Bilmiyordum fakat bu pegasusa karşı yakınlık hissetmiştim. Yandaki şeker torbasından şeker alıp ona uzattığımda fazla memnun görünmüyordu. Bu işte bir gariplik vardı sanki, pegasuslar genellikle küpşekere bayılırdı... Belkide farklılık olarak küp şeker sevmiyordur diyerek ne olur ne olmaz diye yanımda getirdiğim ekşi, yeşil elmayı ona doğru uzattım ve keyifle yemesini bekledim. Nasıl yani, belkide bu bir ilkti fakat karşımdaki pegasus ekşi seviyordu tatlıdan daha çok! Onu okşamaya devam ettim ve "Senin adın Joker olsun o zaman." dedim gülümseyerek. Aklıma nereden geldiği hakkında en küçük bir fikrim bile yoktu fakat hoşuma gitmişti. Hem oda adından memnun gibi gözüküyordu. Sanırım artık en yakın dostum Joker'di.