Bu kamptan beri kaçıncı New York'a kaçışım hatırlayamıyorum bile. Ama ne yapayım ? Babamla son yaşadığım olaydan beri bir huzursuzum. Aslında bir bakıma haklı babam. Yalnızlık herkes gibi ona da zor gelmiş olmalı. Hatırlıyorum da; küçükken bazı zamanlar babamı bir köşeye çekilmiş ağlarken bulurdum. Beni gördüğü zaman hemen silerdi gözyaşlarını. Onu öyle görmek beni üzmekle beraber biraz da garibime giderdi. Neden ağladığını anlayamazdım bir türlü. Ama büyüdüğüm zaman her şeyin farkına varmıştım. Annem öldüğü için (yani o zamanlar ben öyle sanıyordum) ağlıyordu babam. Ben artık bu durumun hiç sona ermeyeceğini sanıyordum. Ancak bir sabah babam hiç olmadığı kadar neşeli görünüyordu. Bunun nedenini tam olarak anlamasam da kurcalamamıştım. Kim bilir ? Belki de babamın tekrar o mutsuz günlerine döneceğinden endişe ediyordum. O günden sonra da babamın bir daha ne annemden bahsettiğini duymuş, ne de ağladığını görmüştüm. Belki de rol yapıyordu ama yine de mutluydu işte. Ve ben şimdi babamın başka birisiyle oluşunu kaldıramıyordum. Özellikle babam annem için o kadar göz yaşı döktükten ve annemin bir Tanrıça olduğunu öğrendikten sonra... Ama babamın da bir hayatı vardı, olmalıydı. Kendini sonsuza kadar dış dünyaya kapatamazdı herhalde. Zaten bunu yapmasını ben de istemezdim ama ne bileyim işte, bu yine de bana biraz ağır gelmişti. Şimdi de babamdan özür dilemeye ve onu çok sevdiğimi söylemeye gidiyordum. Geçen gelişimde onu çok üzmüştüm. Bunu yapmaya hakkım olmadığını fark edince de geri dönmüştüm işte...
Bu düşüncelerime o kadar dalmıştım ki evime vardığımızın farkında değildim bile. Pegasusum Nessie kapının önünde durduğunda yavaşça üzerinden indim ve derin bir soluk alarak kapıyı tıklattım. Yaklaşık bir dakika boyunca kapı açılmayınca babamın evde olmadığını düşünmeye başlamıştım ki aniden kapı açıldı. "Summer !" Babam beni kollarıyla öyle bir sıkmıştı ki nefes alamıyordum. "Sana da selam... baba." Babam sonunda bana sarılmayı bıraktığında rahat bir nefes alabilmiştim. İçeri geçtiğimde babam öyle hızda konuştu ki sadece şu kadarını anlayabildim: "Summer... biz onunla... seni üzmek istemedim... Ben... özür..." "Baba biraz sakin olur musun ?" dedim en sonunda. Babam özür dilermiş gibi bir hareket yaptı ve "Ah, pardon. İpin ucunu biraz kaçırdım galiba." dedi utanmış bir şekilde. Onun bu haline dayanamadım ve yanına gidip sarılarak "Baba, seni çok özlemişim. O gün öyle seni dinlemeden çekip gittiğim için çok özür dilerim." dedim. Babam da "Senin bir suçun yok, Summer." dedi. Sonra da doğrularak "Sıcak bir kahve ikimize de iyi gelecek gibi görünüyor ha, ne dersin ?" dedi ve cevabımı beklemeden mutfağa gitti. Döndüğünde babamla kahvelerimizi keyifle yudumlarken öyle derin bir sohbete dalmıştık ki havanın kararmak üzere olduğunu fark etmemiştim bile. Bunu görür görmez de canavarlara yakalanmamak için babama veda edip hemen evden ayrıldım. Pegasusumla havada süzülüyorduk. Neredeyse yolu yarılamıştık. İşte o anda arkamdan yüksek sesli bir haykırış duydum. Bu sesi daha önce de duymuştum ve sesin sahibiyle karşılaşmaktan pek de memnun olmadığımı hatırlıyordum. Arkama baktığımda o koca boynuzlarıyla minatoru gördüm. Kırmızı gözlerini sanki hedefe kilitlenmiş gibi bana dikmişti. Burnundan soluyordu. Görüntüsüne göre o kadar hızlıydı ki minator bizi yakalamadan pegasusumla Melez Kampı'na yetişmem imkansızdı. Minator sanki bu tezimi doğrulamak istercesine daha da hızlandı. Evet, çok yakınımdaydı artık. Zaten afalladığımdan dolayı bir darbesiyle beni yere indirebilirdi. Bunu yapmayı denedi de... Eğer pegasusum Nessie hızla bulunduğu yerden kaçmasaydı şu an belki de ölmüş olurdum. Çabucak kendimi toparladım ve bilekliğimdeki kılıcımı etkin hale getirdim. Gümüş, baykuş işlemeli kılcım tüm ihtişamıyla elimde duruyordu artık. Eğer minator görebilseydi gözleri kamaşırdı belki de... Ama şu anda böyle bir olay söz konusu değildi. Daha fazla beklemeden pegasusuma minatorun kafasına işaret ettim. Oraya vardığım anda da hemen minatorun kafasına bir darbe indirdim. Sonra da minatorun bir anlık afallamasından istifade ederek boynuzuna sapladım kılıcımı. Boynuzu o kadar sertti ki neredeyse kılıcım kırılıyordu. Ama neyse ki biraz uğraştıktan ve güç sarf ettikten sonra boynuzu kesmeyi başarmıştım. Percy'nin tekniğini deneyecektim. Hemen boynuzu kaptım. Ama bunu yapmaya çalışırken dengemi kaybetmiştim ve şimdi hızla aşağı doğru düşüyordum. Neyse ki Nessie yine yardımıma yetişmiş, son anda beni kurtarmıştı. Ona tekrar yukarı çıkmasını işaret ettim ve minatorun kalbinin bulunduğunu umduğum bir yere sapladım boynuzu. O anda minator acıyla öyle bir haykırdı ki
neredeyse sağır oluyordum. Bunu fırsat bilerek Nessie'ye olabildiğince hızlı bir şekilde Melez Kampı'na gitmesini söyledim. Benim sadık pegasusum da isteğimi anında yerine getirdi. Yol boyunca çok tedirgindim, sürekli minator geliyor mu diye arkamı kontrol ediyordum. Melez Kampı'nın sınırlarından içeri girdiğimizde büyük bir rahatlama dalgası sarmıştı bedenimi. Ahırlara vardığımızda Nessie'nin başını sevgiyle okşadım ve "Aferin kızım, bugün çok iyi iş çıkardın. Bir ziyafeti de hak ettin. En kısa zamanda bu sözümü tutacağımdan emin olabilirsin." dedim ve Nessie'nin neşeli kişnemeleri sırasında oradan ayrıldım. Bugün Nessie birçok kez benim hayatımı kurtarmıştı. O olmasaydı ben şu an ölmüş olurdum büyük ihtimalle. Gerçekten, ona çok şey borçluydum.
Rp Bitmiştir.