Helen bana el sallarken, aniden boşlukta yok oldu. Afrodit onu gönderdikten sonra bana gülümsedi ve kendisi de ışığın içinde kayboldu. Tanrı Hermes'e döndüm ve o eliyle yürümemizi işaret etti. Heyecandan neredeyse bayılacaktım. Babamla neredeyse ilk buluşmamız sayılabilirdi bu. Heyecanımı kontrol etmeye çalışarak, onunla birlikte yürümeye başladım. Babam sessizliği bozarak söze başladı. ''Sevgili Isabelle, sana söylemek zorunda olduğum bir şey var.'' Dikkatle ona baktım ve ''Dinliyorum, efendim.'' diye ekledim. Hermes durumdan rahatsız olmuş gibiydi. Gözlerini deviriyor ve kesik bakışlarla denize bakıyordu. Bir nefes aldı ve, ''Isabelle, öncelikle söze senin gerçek baban olmadığımı söyleyerek başlayacağım.'' Yüzümdeki heyecanlı gülümseme birden silindi. Şaka yapıyor olmalı diye düşündüm. Bu ne demekti? Eğer benim babam bir tanrı -Hermes- değilse, benim bu kampta ne işim vardı? Şok içinde ona bakarken Hermes devam etti, ''Senin zarar görmemen için babanla, -gerçek babanla anlaşma yapmıştık. Seni kendi kızım olarak gösterecektim. Böylece hem kural çiğnenmemiş olacaktı. Hem de sen daha az tehlikede olacaktın. Fakat Afrodit'in bu anlaşmayı öğrenmesiyle gizliliğimiz son buldu. Zeus'un huzurunda gerçekleri anlatmadan önce, senin de öğrenmeni istedim.'' Hermes kısa bir duraksamadan sonra gözlerini denize dikti. Gözlerim dolmuş, şok halinde onu dinlerken, gözlerini diktiği yere baktım. Denizin içinden bir adam bize doğru yaklaşıyordu. Bir anda herşey açıklığa kavuştu. Bütün anlatılanlar bir puzzle parçası gibi birbirine tamamlanırken, kulaklarım uğuldamaya, başım dönmeye başlamıştı. ''Senin baban, Denizlerin Tanrısı Poseidon'dur çocuğum.'' Hermes'in son sözlerini zar zor işitirken, Poseidon yanımıza vardı ve onunla göz göze geldiğim andan sonra gözlerim yavaşça karardı..