Empire States binasına geldiğimizde umarım Hera çenesini tutar diye düşündüm çünkü Dionisos'un üzümleri hakkında çok takıntılı olduğunu duymuştum. Ve o üzümleri çalmamızın tek sebebinin benim güzelleşmem olduğunu anlarsa kesin beni Tartarus'a yollardı!
Binanın içine girdik ve Frank ile karşılaştık.
"Olimpos'u basmadan tek bir dakikanızda bile içiniz rahat etmiyor mu sizin?" dedi bıkkınca.
"İnan bana Frank, bir süre sonra çok pis bağımlılık yapıyor" dedi Lucy. Bende gülümsedim. Ama Frank'a hiçbir şey söylemeden asansöre yöneldim. Frank arkamızdan geldi.
"Hey, bekle Stell! Ne oldu, yoksa küs müyüz?" diye sordu. Başımı küçük çocuklar gibi yana çebirdim ve dudaklarımı büzdüm.
"Yapma Stell, çok özür dilerim" dedi. Ona acı çektirmek ne kadar güzeldi! Ama Frank bana bir şekilde bağlanmıştı, asla sahip olamadığı küçük kızı gibi görüyordu beni. Bu yüzden ona daha fazla işkence etmedim.
"Seninle barışırım, ama bir şartım var. Tek sorun daha şartı düşünmedim. Olimpos'tan dönerken düşünürüm. Görüşürüz Frank!" dedim ve Olimpos'a varmak üzere asansörün kapısı kapandı. Bu iksirin ne kadar işe yarayacğını merak ediyordum. Ya beni çok çok güzelleştirirse? Ya da yara izime bağlı olarak çirkinleştirirse? Belki de sadece yarayı geçirir ve beni eski halime çevirirdi. Yine de olduğumdan biraz daha güzel olmak süper olurdu tabi.
Daha Olimpos dağına adım atmadan Afrodit yanımızda belirdi. Konuşma işini Lucy'ye bıraktım...