Sentor'un beni buraya getirmesinden bu yana yaklaşık yarım saat geçmişti ve ben hala tam olarak nerede olduğumu bilmiyordum. Bu yer bana tamamen sıradışı ve sürreal gözükmüştü. Daha kampı gezememiştim ama ilk önce görmek istediğim yer klübemdi. Dolayısyla beni klübeme götürmesinin istemiştim sentordan. Hala benimleydi. Klübemi sorunca "Kimin kızısın?" dedi. Ben ise safça "Keith Mars. Niye?" dedim. Sentor canından bezmiş bir halde n]]"Hangi tanrıçanın?" [/b]dediğinde utancımdan yerin dibine girecektim! Neyse ki bunu sadece sentor duymuştu. En azından ben öyle sanıyordum. Sentorla birlikte arkamı döndüğümde bir çocuğun bir klübenin önünde bana gülümsemekte olduğunu gördüm. İlk önce çocuğu, sonra da klübeyi inceledim. Klübenin kapısında şarabı temsil eden bir kabartma vardı. Girişte bana anlatılanlardan ve mitoloji bilgimden yola çıkarak buranın şarap tanrısı Dionysos'un klübesi olduğuna karar verdim. Çocuğun benim aptallığıma güldüğünü anlayınca da arkamı döndüm ve yüzümün kızarmaya başladığını hissettim. Kendimi rezil etme içgüdüm bugün bir hayli formundaydı.
O sırada bir melez - ben öyle tahmin ediyorum.Çünkü insandı. - sentoru çağırdı. Sentor ise beni gösterip n]]"İşim var!" [/b]dedi. Ama yine de birkaç dakika sonra beni yanlız bırakarak uzaklaştı. O gittiğinde ben etrafıma bakındım ve Tanrıça Hekate'yi temsil edebilecek herhangi bir simge aradım. Ve bu arayışım sırasında bir grup melez - aslında bir ordu demeliyim! - benim olduğum tarafa doğru koşmaya başladı ve zaten karışmış olan kafam, melez sürüsü arasında iyice işlevsizleşti. Koşan melezler beni itiyor ve yön değiştirmeme neden oluyordu. Tam o sırada kendimi bir an yerde buldum! Hem de bir klübenin girişine, üstelik de bir melezin üstüne düşmüştüm! Herhangi bir melez de değil, demin bana gülen melezdi bu! Dediğim gibi, bugün kendimi rezil etme mekanizmam bir hayli formundaydı!