Olimpos Rpg
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Olimpos Rpg

Percy Jackson ve Olimposlular ile Olimpos Kahramanları serilerinden esinlenilerek oluşturulmuş, zirvedeki rpg forum sitesi.
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Felaketlerin Başlangıcı/Kurgu 2 (Bölüm 5*Empire State Binası)

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Lucianna Fackrell
Athena'nın Çocuğu/Kulübe Lideri
Athena'nın Çocuğu/Kulübe Lideri
Lucianna Fackrell


Mesaj Sayısı : 4356
Kayıt tarihi : 22/08/10

Felaketlerin Başlangıcı/Kurgu 2 (Bölüm 5*Empire State Binası)  Empty
MesajKonu: Felaketlerin Başlangıcı/Kurgu 2 (Bölüm 5*Empire State Binası)    Felaketlerin Başlangıcı/Kurgu 2 (Bölüm 5*Empire State Binası)  Icon_minitimeSalı Ara. 21, 2010 2:08 pm

Robyn ile pegasuslarımıza atlamış, Empire State Binası'nın yolunu tutmuşken ikimiz de söyleyecek söz bulamıyorduk. Kelimelerin kifayetsiz kaldığı noktaları çok yaşamıştım ama bu seferki gibisi ilk kez karşıma çıkmıştı. Biricik dostumun babasının suç ortağı beni öldürmeye kalktığında, annem tarafından hafızamın silinmesi sonucu kurtarılmıştım ve beraberimde arkadaşımı da sürüklemiştim. Ama o tarihten itibaren hayatımızın yaklaşık 10 günü, hiçlik diyarında geçmişti; adeta zamanın akışından dışlanmıştık ve son günlerde yaşananları yeni yeni kavrıyorduk. Dolaylı olarak da olsa, Robyn'in melez olduğunu henüz yeni öğrenmiş kardeşinin hayatına son vermesine sebep olmuştum, Poseidon'un Krallığı'nda canımı kurtarmak için verdiği kolyeyi kullanarak annemi yanıma çağırmıştım ve böylece arkalarından çevirdiği işler, Ölüler ve Deniz Tanrıları tarafından öğrenilmişti. Kısacası, şu ana kadar kalkıştığım işlerin tümünde feci şekilde çuvallamıştım ve şimdi de, her yıl geleneksel olarak yapılan Kış Gündönümü Konsey Toplantısı'nı basmaya hazırlanıyordum. "Ben tam bir psikopatım." diye mırıldandım. Ne vardı sanki kampta otursam ve yaşadığım hafıza kaybını önemsemeseydim? Robyn ile karşılaştırdığımızda kılıcımı ona doğrultup, "Kız nerede?" diye bağırmasaydım? Lafa geldi mi, Bilgelik Tanrıçası'nın kızıydım ama heybetli Athena ile tek benzerliğimiz, ikimizin de saman altından su yürütmekten hoşlanmasıydı. Eğer günün birinde ölümsüz olursam, kesinlikle hilebazlar tanrıçası olurdum, bana çok yakışacak bir rütbeydi bu. Derin -ve içinden bir türlü çıkamadığım- düşüncelere dalmışken Robyn'in "İşte, Empire State tam karşımızda." demesi üzerine kendime gelmeyi başardım. Buraya gelmemizin bir nedeni vardı; Hades oğlunun kayıp kız arkadaşı, biricik dostum Rose'u kurtaracak ve elimize bir fırsat geçerse hayatta kalacaktık. Aslında benim gizli bir amacım daha vardı... Bilinçlerimizi olması gerekenden bir gün erken kazanmıştık ve bu bence Bilgelik Tanrıçası'nın hatası değildi, oynadığı bir başka kumardı. Yani Poseidon'a göstermelik olarak Robert ile beni saf dışı bırakmıştı ama elimizdeki bilgileri kullanarak boşlukları doldurabileceğimizi biliyordu. Bunları Robyn'e de anlatmam gerekiyordu... "Hafızalarımızı silen kişi, annem Athena'ydı. Bunu geçmişe gittiğimizde ikimiz de gördük. Peki, neden benim hiçbir şeyi hatırlamamı istemediyse, onunla görüştüğümü bile bile 4 Aralık gecesini zihnimde bıraktı? Bu sadece başlangıçtaki ipucumuzu oluşturmak içindi." dedim. Sözlerim Robyn'in derin düşüncelere dalmasına neden oldu. Sonra, biraz kendini toparlamasının ardından, "Sihirli madalyonumla ilgili kayıt işlemleri için anneni ziyaret etmiştim ve onun geçmişi saklayabileceğini bilen ender kişilerden biri Tanrıça Athena'ydı. Her şeyi unutmamızı isteseydi, madalyonuma önceden kaydetmiş olduğum, babamın krallığında yaşanan o anları da silerdi." dedi. Başımla sözlerini onayladıktan sonra, "Bu arada, Poseidon'un sarayında geçen anıyı da sen kaydetmedin çünkü o sırada hafızanı kaybedip zamandan soyutlanmıştın. Son kaydı ekleyen kişi annemdi. Bunu yaparak bizim, başımıza gelenleri öğrenmemizi ve yapacağımız önemli şeyden önce tedbir almamızı istedi." diye ekledim. Rob tek eliyle Fors'u idare ederken, diğer elini çenesine koyup bir süre düşündü ve en sonunda tamamen ikna olmuş bir ses tonuyla, "Kesinlikle haklısın." cevabını verdi.

Bence de haklıydım. Annem, o sırada beni ölümden kurtarmak istiyordu ama Robert'a söylemesem bile bir diğer amacı da Hades oğlunu saf dışı bırakmaktı. Çünkü kardeşine karşı uygulayacağı planı engellemeyi başarmıştı ve neticede kız ölmüştü. Böylece annem kozlarından birini kaybetmişti. Diğer bir kozu ise, Poseidon'un çocuklarına oynamaktı. Deniz Tanrısı tehlikenin farkında olduğu için çocuklarını korumasına almaya çalışmıştı ama asi denizkızı Rose, hayatı tehlikedeyken bile erkek arkadaşını bırakmak istemediği için Deniz Krallığı'na gitmeyi reddetmişti, en azından kafamda parçaları birleştirince ortaya bu tablo çıkıyordu. Annem fırsattan istifade korumakla yükümlü olduğu melezi kaçırmış ve onu Zeus'a teslim etmiş olmalıydı. Böylece tarafının geceye 1-0 önde başlamasını sağlayacaktı. Robyn, sevgilisini kaçıran kişinin Zeus'un ta kendisi olduğuna kanaat getirmişti ve olayların durulmasına uğraştığını düşündüğü için annemi bir tehdit olarak görmüyordu. Annem ise, benim bu noktaya ulaşacağımı biliyor veya umut ediyordu ve amacı da çok açıktı; Robert'ı Konsey Salonu'na yani nağmı diğer Kurtlar Sofrası'na getirecek ve Zeus'un elindeki koz sayısını ikiye çıkaracaktım. Böylece Hades ve Poseidon istedikleri amaca erişemeyecek ve taht sevdalarını içlerinde yaşatmaya devam edeceklerdi... Yani, görevdeki rolüm sadece sevdiğim iki arkadaşımı Tanrıların Tanrısı'na olan sadakatimin göstergesi olarak feda etmek ve sonra da hiçbir şey olmamış gibi oradan çıkıp kampa gitmek, dostlarımın cenazesinde timsah gözyaşları dökmekti. Eh, başarılı bir oyuncuydum ve bunların hiçbirini yapmakta zorlanmazdım. Neticede büyük ihtimalle annemin gözüne girerdim. Hatta Zeus'tan ölümsüzlük kapıp, Hilelerin Tanrıçası fikrimi hayata bile geçirebilirdim. Meslek kariyerimin en büyük hilesi de, bu gece sahneleyeceğim tiyatro olacaktı. Herkese, kim olduğumu ve benim için neyin değerli olduğunu gösterecektim. Oradaki kimse, öz annem, yanımda duran kırmızı gözlü çocuk... kimse beni tanımıyordu. Ama bu gecenin ardından, tüm Olimpos'un adımı öğreneceğinden emindim. Karşımda iki seçenek vardı; ya ruhunu satarak kargaşanın son bulmasını sağlayan kişi olacaktım ya da felaketleri başlatan ve insanların yaşadıkları dünyanın kabuslar alemine dönmesine neden olan kahraman... Yapmam gereken seçim çok barizdi. Bir yol ayrımına gelmiştim. Aklıma durumumu açıklayacak onlarca atasözü geliyordu ama sesli olarak söylediğim tek söz, "Lanet..." oldu. Geçitlerin ve Seçimlerin Tanrısı Janus, tuhaf vücudu ve iki ayrı kafasıyla tam karşımızda duruyordu. Pegasuslarımızla Empire State Binası'na vardığımızda kapıdan içeri, her zamanki görevliyle karşılaşmak umuduyla girmiştim ama Janus ile burun buruna gelmiştik. İnanın bana, iki kafalı insanlarla sık sık burun buruna gelmezsiniz. Yerimden sıçrayarak birkaç adım gerilediğim için kimse beni suçlayamazdı. Kendini ilk toparlayan, Küçük Tanrı'ya "Hey, sen Roma mitolojisinde değil miydin?" şeklinde zeka yüklü bir soru yönelten Robyn oldu. Gözlerimi devirerek, "Yunan ve Roma mitolojileri iki ayrı evrende değil, aynı dünyada geçiyor, Robyn." dedim. Az sonra karşılarına çıkacağımız tanrı ve tanrıçaların hepsi, hem Roma hem de Yunan mitolojisi karakteristlik özelliklerine sahiplerdi ama günümüzde -neyse ki- modernleştirilmiş Yunan kültürünü yaşatmayı tercih ediyorlardı. Janus öyle değildi... Sere ile bu tanrının hayatını günlerce araştırmıştık ve kendisine Yunan mitolojisinde hiçbir isimde rastlayamamıştık. Janus, Roma mitolojisindeki diğer acımasız tanrılar gibiydi; kesinlikle "Bay Tanrı, lütfen izin verin geçeğim. Beni Konsey'de beklerler." şeklinde bir ricayı kabul etmeyecekti.

Robert'a verdiğim cevap üzerine iki kafasıyla birden kahkaha atan Janus, "Kız doğru söylüyor." dedi. Keyfi gayet yerinde görünüyordu, içeride gerçekleşmekte olan toplantı da, alınacak kritik kararlar da zerre kadar umurunda değildi. Dişlerimi sıkarak, "Bırak geçelim. O seçimi birkaç dakika sonra zaten yapacağım." dedim. Ama Tanrı, olumsuz anlamda başını salladıkran sonra bilgeç bir edayla, "Kararını içeri girmeden önce vermen gerekiyor. Bu birçok şeyi değiştirecek." dedi. Robyn kulağıma doğru eğilip, "Buna inandın mı?" diye sordu fısıltıyla. Ona, "Hayır, sadece bizimle eğleniyor." cevabını verdim ama Janus'un niyetinin ne olduğunun bir önemi yoktu, istediğini almadan bizi iki kapıdan da geçirmeyeceğinden emindim. İki kapı? Olimpos'a şu yaşıma dek sayısız kez gelmiştim ve burada iki ayrı konsey girişi olmadığından adım kadar emindim. Şaşkınlıkla etrafı incelemekte olan Robert'ı görünce, Empire State Binası'nın girişinden, 600. kata ışınlanmış olduğumuzu anladım. Janus ortalıkta görünmüyordu ama yapacağım seçimi görmek istediği için, buralarda bir yerlerde gizleniyor olduğundan emindim. Robyn stresle saçlarını karıştırırken ona dönerek, "Bence bu seçimi sen yap. Ben hiçbir zaman şans oyunlarında kazanamamışımdır." dedim ve elimden gelen en tatlı şekilde sırıttım. Ama Hades oğlu numarama kanmayarak, "Bu seçimi yapması gereken kişi sensin." cevabını verdi. Neden her zaman bu tarz seçimleri yapması gereken kişi ben olurdum? Neden bir kere de birileri tehlikeli bir göreve çıkmışken plajda oturup şezlong keyfi yapmazdım?.. Derin bir nefes alarak gözlerimi kıstım ve birbirinin eşi gibi görünen iki kapıyı dikkatle incelemeye başladım. İyice odaklanmamın ardından, kapılar şeffaflaştı ve iki ayrı konsey salonunu da net bir şekilde görmeye başladım. Sol taraftaki kapının ardındaki görüntüde, Zeus tahtında, Hera da onun hemen yanıbaşında oturmaktaydı. Ares ve Athena ayağa kalkmış, birbirlerine kızgın bakışlar atarken donmuşlardı. Hades ile Poseidon olduğunu tahmin ettiğim iki kişiyse, yüzleri Tanrılar Tanrısı'na dönük, onun önünde diz çökmekteydiler. Görüntüde bir de Zeus'un tahtının arkasında duran Rose vardı. Halinden gayet memnun görünüyordu, gülümsüyordu ve yanında bulunan akvaryumun içerisindeki tuhaf canlıyla ilgileniyordu. Bu, yanılsama bir görüntüydü. Janus Bilgelik Tanrıçası'nın kızının önüne iki seçeneği tüm açıklığıyla sunacak kadar iyi niyetli bir tanrı değildi, özgün seçimimi yapmam için, zekamı kullanmam gerekiyordu. Görüntüdeki her şeyin ters çevrildiğini hayal ettim ve tablo, gözlerimin önünde yeniden oluştu. Bu sefer Zeus, Hades ve Poseidon, taht odasının ortasında bir şeytan üçgeni oluşturmuş, tartışma yapıyorlardı. Athena ile Ares ile yerlerine oturmuş, Üç Büyükler'i izliyorlardı. İkisinin de keyfi oldukça yerindeydi ve bunun nedeni kesinlikle birinin Savaş Tanrısı, diğerinin Tanrıçası olması değildi. Yeni görüntüdeki Rose ise, Zeus'un tahtının arkasında biçare bir halde yere düşmüştü. Ama ağlamıyordu. Çaresizlik her zamanki gibi yine gözünün dönmesine neden olmuştu. Elinde tuttuğu parlak metal, onun sihirli hançeriydi. Kavgaların durulmasını umduğu için, kendi canına kıymayı planlıyordu. Evet, eğer Rose ortadan kalkarsa, Poseidon hiddetine yenik düşecek ve Zeus'u korkusuzca karşısına alabilecekti. Tabii bu durum Hades'in de işine gelecekti. Birlikte istediklerini elde etmeye bir adım daha yaklaşacaklardı. Ares de bu nedenle mutluydu, babasının arkasından gizli işler çevirecek ve güçlenen Poseidon ile Hades'in yanında yer alacaktı. Peki, annem neden gülümsüyordu? Tek bir nedeni vardı; tüm umudunu benim salondan içeri girmeme bağlamıştı ve yanımda getireceğim Robert kozunu kullanarak, Rose ile sağlayamadığı otoriteye sahip olacaktı. Hades oğlunu da gerekirse hiç çekinmeden feda edecekti, tek istediği babasının tahtını kaybetmemesiydi.

Bu görüntüde yaşanması ihtimal olaylar, benim sinsi planıma pek uygun değildi. O nedenle, detaylıca incelemeye lüzum görmeden diğer taraftaki kapıya yöneldim ve kısa bir duraklamanın ardından, kapıya dokundum. "Demek sağ tarafı seçiyorsun! Enteresan bir tercih. Ne diyelim, ikinize de iyi ölümler o halde!" Aniden yanımızda beliren Janus'a, "Git başımdan." cevabını verdim ve Robert'ın destek veren bakışlarının da yardımıyla, konsey salonuna girdim. İçeride beklediğim gibi bir kaos durumu hakim değildi. Zeus ve Hera her zamanki yerlerinde 'ben en büyük ilahım' modunda oturmaktaydılar, Poseidon'un tahtının yanına ise Hades'in misafir tahtı eklenmişti. Tanrı'nın şu anda aklından geçirdiği düşüncenin, o tahtta son kez misafir olarak oturduğu olduğundan emindim. Annem bana diğerlerine belli etmeden göz kırptığında, içinde bir coşku fırtınasının koptuğunu anladım. Diğerleriyle Robyn ile bana öfke ve şaşkınlık içeren bakışlarla bakıyorlardı. Kimseyi önemsemeden doğruca Zeus'un arkasında durmakta olan Rose'a doğru yönelmiş olan Robyn'in kolunu tuttum ve ona, "Senin sıran henüz gelmedi." dedim. Burada ilk atağı yapması gereken kişi bendim. Poseidon tehditkar bir havada oturduğu yerden kalkaran anneme "Athena, anlaşmamızda bu yoktu." dediğinde tüm ilahi güçlerin bakışları kendisine yöneldi. Fırsattan istifade Robyn ile beni incelemekte olan Rose'a, 'her şey yolunda' bakışı attım. Poseidon kızı buna pek inanmış gibi görünmüyordu ama yine de bir planım olduğunu fark etmişti. Annem Athena, hiç istifini bozmadan Denizler Tanrısı'na, "Anlaşma mı? Ben seninle bir anlaşma yaptığımızı hatırlamıyorum." cevabını verdi. Poseidon'u zor bir duruma düşürmüştü, bundan sonra ağzına alacağı her kelime, kendi çıkarları için ittifakı Hades'in oğlunu feda ettiğine kanıt olarak gösterilebilirdi. Robyn de bunu fark etmişti ve çatık kaşlı bakışlarını anneme yöneltti. Yavaş yavaş Pallas'ın sütten çıkmış ak kaşık olmadığını anlıyordu. Eh, tüm gerçekleri kavraması için saatlerce burada dikilecek değildim. Konseydeki tanrılara birkaç adım daha yaklaştım ve Poseidon'u karşıma alarak, "Evet, hem anlaşmanıza göre annemin bizim hafızalarımızı silmesi ve kızınıza dokunmaması da gerekiyordu." dedim. Bu anı hayatım boyunca unutmayacaktım; Bilgelik Tanrıçası şok olmuş vaziyette bana bakmaktaydı. Ama durmaya niyetim yoktu. Bu sefer de bakışlarımı Zeus'a çevirdim ve "Aynı zamanda, İki tanrının özel alanlarına da girme yetkisi yoktu. Poseidon'un Sualtı Krallığı'na girmesi yasaktı." dedim. Şimşeklerin Tanrısı ölüm saçan bakışlarını anneme yöneltmişken, bu sefer Hades'e döndüm ve, "Küçük kızınızı öldürmem için bana bir görev vermesi de bence pek etik değildi." dedim. Şimdi, konseyde dik dik anneme bakmayan tek kişi, Robyn'di. O şaşkınlıkla ne yapmaya çalıştığımı anlamaya çabalıyordu. "Tanrı Hades'in büyük oğlunu konseye getirmem ve Zeus'a teslim etmem de onun planlarından biriydi." dedim. Şimdi, çoğunluğun suratını bir dehşet ifadesi kaplamıştı. Tuhaf bir hıçkırık sesinin ardından Rose, ses tellerine yeni kavuşmuşçasına, "Ve... Bunu yaptın." dedi. Gülümseyerek ona, "Hayır. Bunları herkesin önünde söyleyerek, Zeus'un Robert'ı kullanmasını engelledim. Bu gece annemin öldürmeyi planladığı kişi de sen oldun böylece." dedim. İşte, bunu konseydeki kimse beklemiyordu. Annem bu saçmalıklara daha fazla dayanamayacağını belli edercesine elini salladıktan sonra, "Söylediklerinin hiçbiri doğru değil, zaten hiçbiri kanıtlanamaz." dedi. O anda, annemin de oyunuma dahil olduğunu anladım. Onunkinden daha kansız bir plandı benimkisi... Rose ile aramdaki mesafeyi iyice kapattıktan sonra, "Bu gece buradaki tehdit Athena. Onu etkisiz kılmak için sizin de beni kullanmanız gerekir." dedim. Annemin beni gerekirse gözünü kırpmadan harcayabileceğini, 4 Aralık gecesinde öğrenmiştim ve bunu, o da biliyordu. Ama benden binlerce kat daha iyi bir oyuncu olduğu için telaşlı çıkmasına özen gösterdiği sesiyle, "Lucianna, hayır!" dedi. Gülümsedim ve -oyunun bu kısmını sırf hava olsun diye eklemiştim- "Olimpos'un refah ve düzeni için canımı feda etmek benim için bir onurdur." cevabını verdim. Zeus bile sözlerimden etkilenmiş görünürken sonunda durumu kavrayan Robert, birkaç adım öne çıkarak benimle aynı hizaya geldi ve "Eh, ben de kartımı Athena'ya oynuyorum o halde. Lucianna'yı öldürmeye kalkarsanız onun elinde hem Rose, hem de ben olacağız." dedi.

Konseydeki diğer tanrılar da yapmaya çalıştığımız şeyi yavaş yavaş anlamaya başlamıştı ama hiçbiri renk vermiyordu. Zeus, Poseidon, Hades üçlüsü ile, şok olmuşlardı ve sağlıklı düşünemiyorlardı. İşte, annem tam o anda ipleri tekrar eline aldı. "Gördüğünüz gibi, Athena'nın her zaman bir planı vardır. Şimdi, kimse çocuklarının ölmesini istemeyeceğine göre oylamaya geçelim. Hades ve Poseidon'un tahtta hak iddia etmesi gerektiğini düşünenler?" dedi. Konseydeki tek bir kişi bile elini kaldırmadı. "Düşünmeyenler?" demesi üzerineyse, oy kullanma hakkı bulunan 10 tanrı da ellerini kaldırdılar. Ares'in de kararın reddedilmesini oynaması, bana bu konseyde annemin tek piyonunun kendim olmadığını fark ettirdi. Acaba Ares'i ikna etmek için Bilgelik Tanrıçası kimleri kurban seçmişti?.. Sonunda Zeus, tekrar sağladığı otoriter havasıyla kardeşlerine döndü ve "Adil bir oylama yapıldı ve ikiniz de kaybettiniz. Şimdi, kararı resmi olarak onaylar ve bir daha böyle bir istekte bulunmayacağınız üzerine, Styks Nehri üzerine yemin ederseniz, ikinizin de çocuklarını serbest bırakacağız." dedi. İki tanrı da bana saatlerce sürmüş gibi gelen tereddüt hallerinin ardından kararı onaylayıp yeminlerini ettiler ve salonu terk etmeye hazırlandılar. Hades, yok olmadan önce ölüm saçan bakışlarını ağabeyine çevirerek, "Tahtı almak için senden izin istemeyeceğimize söz verdik. Onu senden zorla almamızla ilgili anlaşma yapmadık, aklında bulunsun." dedi. Bu zaten orada bulunan herkesin beklediği bir tepkiydi. Robert ve Rose da babalarının ardından bir anda kayıplara karıştığı zaman, 11 Olimpos Tanrısı ile baş başa kalmış oldum. Hepsi yok edilmesi gereken bir böcekmişim gibi bana bakıyorlardı. Rolüm burada sona eriyordu, son cümlelerimi söylemenin vakti gelmişti... "Bugün toplanan Olimpos Konseyi'nde Hades ve Poseidon'un istekleri onaylansaydı, hepiniz şu anda oturmakta olduğunuz tahtlarınızı kaybedecektiniz. Robert ve ben gelmeseydim, Rose tartışmaları önlemek için kendini feda edecekti ve iki tanrının önünde Zeus'a karşı çıkmak için hiçbir engel kalmayacaktı, onun gaddarlığını öne sürerek sizi taraflarına çekebileceklerdi. Ben, karanlıklar alemi ile dünyamız arasındaki perdenin en ince halini aldığı bu gece, Konsey'de bir kaos yaşanmamasını sağladım çünkü geçmişi belki de siz yaşayanlardan daha iyi araştıran ve yorumlayan biriyim ve karşınıza çıkacak en büyük tehlikenin Hades ve Poseidon olmadığını biliyorum. İki tanrıyı çok büyük kayıplar vererek de olsa durduracaksınız çünkü onlarla tekrar birleşmeniz gerekecek." dedim. Sonra, kimse beni buharlaştırmadan önce oradan tüymemin iyi olacağını düşünerek hızlı adımlarla konseyin çıkış kapısına ulaştım ve kendimi dışarı attım. Eh, en azından Melez Kampı'nın ömrünü birkaç gün daha uzatmıştım. Artık gerisini de diğer kahramanlar düşünmeliydi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Felaketlerin Başlangıcı/Kurgu 2 (Bölüm 5*Empire State Binası)
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Felaketlerin Başlangıcı/Kurgu 2 (Bölüm 2*Empire State Binası)
» Felaketlerin Başlangıcı/Kurgu 2 (Bölüm 4*Poseidon'un Krallığı)
» Felaketlerin Başlangıcı/Kurgu 2 (Bölüm 3*Hades'in Sarayı)
» Felaketlerin Başlangıcı/Kurgu 2 (Bölüm 1*Long Island Kıyısı)
» Felaketlerin Başlangıcı Özel Görevi / Lucianna Fackrell

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Olimpos Rpg :: Olimpos :: Empire State Binası/Olimpos-
Buraya geçin: