Hayatımı anlatmaya şurdan başlayım. Adım Yondaime. Soyadımı bilmiyorum. Annem ben onu tanımadan beni terk etti. Doktorlar ise babamın kim olduğunu bilmediklerini söylemişler. Adımı ise doktor koymuş. Adımın anlamı Japoncada 4. demek. Bunu 10 yaşımdayken öğrendim. Ve ilk öğrendiğimde yerin dibine girdim. Şanslıyım ki her benimle konuşan Japonca bilmiyor. Etrafımdaki insanlardan nefret ediyorum. En başta annemden. Beni tanıyan benimle gerçekten ilgilenecek kimse ile karşılaşmadığım için zor zamanlarım oldu. Ama bir dönüm noktası olmasını hep umut etmişimdir.Bu sonunda gerçekleşti. Şöyle söyleyeyim bir hafta önce Yine okuldan kaçtım. Genelde 2 haftada bir veya 2 kez kaçarım. Hoş bir şey olmadığını biliyorum ama arkadaşlarım beni sinirlendiriyor yahu. Okula çocuk esirgeme kurumundan zorla gönderiliyorum. Notlarım aslında fena değil. B-C arasında gidip gelirim. Her neyse notlarımla neden ilgilenesiniz ki. Caddelerde dolaşıyordum. Sabah çok erken olduğundan dolayı insanlar daha işlerine bile gitmeye başlamamışlardı. Genelde param olmaz ve şehirde çok bir yer bilmem sürekli aynı yerlerde dolanıp dururum. Ama o gün caddede yürürken kolumda ani bir acı hissettim. Koluma baktığımda kıyafetim yırtılmış ve kolumun kanadığını gördüm aslında ciddi bir şey değildi ama bilincimi yitirdim.
Gözlerimi hastanede açtım. Kolum sarılmıştı. Beni her zaman o köşede bulunan dilenci amca getirmiş hastaneye. Dilenci amcayı severdim. Arada muhabbet ederdik. O hep aynı yerinde olurdu bende hep aynı yollardan er yada geç geçerdim. Bunları düşünürken doktor tekrar konuştu:
Sanırım bu eşek şakalarından biri. Zehirlenmiş sin aslında zararlı bir şey değil ama vücudunda reaksiyona neden olmuş. Normal insanlarda bu olmaz.
İçimden doktora bir küfür savurdum. Ben normal değil miyim yahu. Ama doktor amca beni kurtardığı için gerçekten mutlu bir şekilde gülümsüyordu. Bu beni sevindirdi. Genelde insanları pek mutlu edemem. Belki mutlu edecek kimsem olmadığından dolayıdır. Ardından sordum:
Teşekkür ederim doktor. Şimdi gidebilir miyim.
Doktor: Kesinlikle çocuk gidebilirsin.
Hemen yataktan kalktım. Çantama doğru gittim. Her şey getirilmişti. Tek bir şey hariç kolyem yoktu. Kolyemin bir parçası olan yüzüklerim ise parmaklarımdaydı. Bu eşyalar annem ve babamdan bana kalan tek şeyler. Niye üç tane olduğunu bilmiyorum ama onlara ait olduğunu umardım. Çantamı aldım ve hemen koştum. Hastaneden çıktım. Hastane bildiğim bir yerdeydi ve çok uzak değildi. Hemen kolumun yaralandığı yere doğru aceleyle gittim. Gittiğimde orada bir tek dilenci amcayı gördüm. Dilenciye:
Amca nasılsın. Teşekkür ederim her şey için. Ama buralarda bir kolye gördün mü? Altın renkli üzerinde turkuaz bir taş var.
Dilenci : Hmm sanırım gördüm Yon. Bir adam boynundan alıp gitmişti.
Nasıl yahu. Benim kolyemi boynumdan alıp mı gitti. Nasıl bir adamdı ha. Onu doğduğuna pişman edeceğim.
Dilenci : Kavgadan taraf olmasam da uzun boylu geniş omuzlu siyah karışık ve kirli saçları vardı.
Bunlar herkes de olabilir ama. Neyse ben aramaya gidiyorum.
Dilenci : Hahaha! Nasılda unuttum. Birde üstünde bir şey yoktu. Sadece pantolon giyiyordu. Ne komik adamdı be.
Hey hey. Benim kolyemi çaldı. Kolyemi çalan kimse komik olamaz sonra görüşürüz adamım.
Ardından kendimi bilmediğim sokaklarda bulmuştum. Halime güldüm. Ve bir süre da ha koşmak için kendimi zorladım. Her önüme gelene soruyordum. Biri biliyor olmalıydı. Ama sonunda hangi noktayı atladığımı hatırladım. Ne yöne gittiğini sormamıştım ki. Nereden bilecektim. Sanırım 3 hazinemden biri olan kolyem sonsuza dek gitmişti. Onlara hazinem derdim. Hayatta gerçekten benim olan 3 şeydi onlar. Ve ben birini kaybetmiştim ne kadar aptaldım. Tanrıya inanmazdım. Ama o sırada kapısına çalabileceğim biri gelmedi aklıma. Ve dua etmeye başladım. Eğer benim tanrım varsa beni bilen biri varsa lütfen bana yardım etsin diye içimden defalarca geçirdim. Şehrimin sıcak havasında soğuk bir yel esti. Güçlüydü ve beni sağ tarafa doğru itiyordu. Sanırım bu göklerden gelen bir işaretti. Kendime güldüm. Tabii ki sıradan bir rüzgar da olabilirdi. Ve ben göğe doğru bağırdım. Teşekkür ederim baba diyerek. Tek bir saçma durum vardı. Tanrım yerine baba demiştim. Ama buna fazla aldırmadım. Hemen sağ tarafa doğru koşuya geçtim. Ve bende ki şansala yine en kötü zamanlamayı yapmıştım. Sokak aralarından geçerken etrafımı serseriler sardı. Arada bu başıma gelirdi doğrusu ama ya 1 kişi olurdu ya da 2 kişi. Onlardan da kaçmanın yolunu bulurdum. Ama bu sefer etrafımda en az 8 kişi vardı ve hepsinin elinde de beysbol sopası bıçak gibi herkes de bulunabilecek küçük silahlar vardı. Liderleri gibi görünen bir adım atarak bana bağırdı:
Ya paranı ya canını çocuk. Hahaha bu çok klasik. Bunu demeye bayılıyorum
Ya param yoksa diye bağırdım.
Hepsi güldüler ve tekrar konuştu lider. O konuşunca hepsi sustu.
O parlak yüzüklerinde olur evlat. Gerçek altın mı onlar. Bu günkü bulduğum kolyeye benziyor.
Bunu söyleyince adama baktım gerçekten uzun boyluydu ve karışık kirli siyah saçları vardı. Düşünmeye başladım. Her zaman ki gibi yüzüğümle oynuyordum. Tedirgin olduğumda böyle rahatlardım. Anneme dokunuyor hissi verirdi. Ama bu sefer tedirginlik boyutu biraz fazlaydı. Ve bilmeden yüzüğün ortasındaki turkuaz taşı biraz fazla çevirdim. Yüzük büyüdü ve genişledi. Elimde altın kabzalı bir kılıca dönüşene kadar. Bu benim aklıma yattı ve diğerini de çevirdim oda bir kılıç olana kadar büyüdü ve aynı tür kılıca dönüştüler. Bu beni de şaşırttı tabi ama genelde pek fazla heyecanlanmam. Sanırım biraz soğuk kanlıyım. Annem hala beni koruyordu sanırım. Elimdeki kılıçları görünce gerilemeye başladılar. Ama liderleri pek o düşüncede değildi. Ve o güne kadar gördüğüm en saçma şeyi gördüm. Adam uzuyordu ve kolları genişliyordu. Aynı anda 10 şişe doping almış gibiydi. Ve yüzüne baktığımda ise gözleri birleşmiş tek bir göz haline gelmişti. Yada baştan beri öyleydi ben dikkat etmemiştim. Bu nasıl bir ilizyondu be. Arada garip şeylerin bana çarptığı aşırı büyük uçan şeyler gördüğüm olurdu ama bu apayrı bir şeydi. Bir insan nasıl 3.5 m olabilirdi yahu. Ve korktuğum şey başıma geldi. Bana doğru koşmaya başladı. Ve hiç bir şey yapamadım bana doğru geldi yumruk attı ne kıpırdaya bildim nede konuşabildim. Yumruğu çok kuvvetliydi beni ileri doğru uçurdu. Ama vuruşu beni kendime getirdi. Etrafıma baktım. Etrafım büyük duvarlarla çevrilmiş ara sokakların ortasında karanlık bir meydandı. Duvarların üstü Graffitiler ile doluydu. Cam kırıkları yerlere saçılmıştı en uzak köşede ise bir kaç kemik vardı. Sanırım bu herif boş durmuyordu. Sonra kılıçlarıma baktım. Ucu ve kenarları çok sivriydi tam olarak düz değildi arkaya doğru çok az bir eğimi vardı kılıçların. Kılıçlar parlak bronz rengiydi. Etrafta ışık az olsa da ışığı parlak bir biçimde yansıtıyorlardı kabzaları tam elime oturuyordu ve altındı gerçekten altın ve tam elime oturuyordu. Hiç bir denge sorunu yoktu. Sanırım bu anne ve babamın bana hediyesiydi. Onlara nefretim azaldı. Ve bana güvenmelerini istedim. Yerimden kalktım ve bağırarak saldırıya geçtim. NE yaptığım hakkımda hiç bir fikrim yoktu ama öleceğimi düşünüyordum. Uzun süre ona doğru hamle yaptım her hamlemden kaçtı. Lanet yaratık bu kadar büyük olmasına rağmen nasıl bu kadar çevik olabilirdi. Ve bir yumruk tam göğsümün ortasına yedim. Kendi kontrolümü yitirdikçe darbe alıyordum. yaratık güldü ve :
Kahramanlara bayılıyorum her zaman umutları var.
Ben tekrar bağırdım ne dediğimi bilmiyordum. Galiba ben kahraman değilim demiştim.
Yaratık üzerime yaklaştı. Kolyeyimi istiyordun küçük kahraman. Gözümün önünde kolyeyi bana karşı sallıyordu ama benim değil almak kolumu kaldıracak gücüm yoktu. Ve yaratık bağırdı SEN KAHRAMAN DEĞİLSİN SEN NORMAL BİR ÖLÜMLÜSÜN.
Arkamdan bir ses daha duydum. Bu ses yaratıktan daha güçlü ve etkileyici çıkıyordu. Yardım ummadığım zamanda geldi vücudumda güç buldum ve ani bir hareketle kolyemi yerden aldım ve boynuma taktım. Ne yapacağımı tam bilmiyordum ama kendimi içgüdülerime verdim. Kolyenin turkuaz taşını çevirdim. Bir zırh olmasını umuyordum ve doğruydu kıyafetlerim üzerinden vücudumu kaplamaya başladı. Üzerimde Bronz ve altından oluşan bir zırh taşıyordum. Ama tahmin ettiğimden daha ağırdı. ve uzun süre taşıyamayacağımı biliyordum. Ve acele etmem gerekti. BU sefer kendimi tamamen içgüdülerime bıraktım. Bir süre eşit dövüştük ama lanet yaratığa bir türlü vuramıyordum. En sonunda yere düştüm kafama bir yumruk yiyerek öleceğimi anladım. O ses bile beni ancak bu noktaya getirmişti. Vızz gibi ses çıkaran bir kaç şey duydum. Birileri beni almaya gelmişti. Bana aynı anda hem sıcak hem soğuk olan bir şey içirdiler ve 5 dk içinde kendime geldim. Etrafımda tanımadığım 3 kişi ve bu sabah kolumu tedavi eden doktor duruyordu. Doktorda bir tuhaflık farketmemiştim ama şu anda üstünde bronzdan bir zırh vardı elinde de bir ağaç parçası. Gerçekten savaşmaya gelmiş gibi görünüyordu. Diğerleri ise benim gibi 3 aşağı 5 yukarı benim yaşımda ki çocuklardı. Ve bana kaç yaşındasın diye sordular o zaman 11 yaşımdaydım. Seni bir yaz kampına götüreceğiz dediler. Benim gibiler içinmiş, orada rahat edeceğimi söylediler. Bunu 1.5 sene öncede duymuştum yolun ortasında bir amca söylemişti. Ama gücüm azdı ve kendimi tekrar kaybettim ve bayıldım. Gözlerimi açtığımda kendimi bir tepeye tırmanırken buldum. Etrafımdaki çocuklar nefes nefeseydi. Ve biri yaralıydı. Sanırım o yaratıktan başka düşmanlarda vardı. Ve kendime geldiğimi söyleyip beni bırakmalarını söyledim. Beraber yukarı doğru yürüyorduk. Tam açıklamalarını isteyecektim ki ben hariç hepsi birlikte arkasını döndüler. Ben döndüğüm de aman tanrım o şey harikaydı. Hayallerimdeki yaratıktı. Tek problem hayallerimde bana düşman değildi. Bu gözleriyle taş eden, zehirli dişleriyle öldüren, binlerce yıl yaşayabilen büyük yılan basiliskti. Dişlerinin zehri ile her canlı ölebilirdi. Biz dahil. Savaşmaktan yana başka şansımız yoktu. Hepimiz saldırıya geçtik. Herkes ölümle yaşam arasındaki ince çizgideydi. Kimsenin ölmesini istemiyordum ve kimse beni kurtaranları öldürmeyecekti bu gün olamazdı. Ve içgüdülerimi serbest bıraktım ilk yaptığım kılıçlarımı yere saplamak oldu. Ve sapladığım yerden başlayarak toprak çatlayıp açıldı yer sarsılmaya başladı. Koskoca basilisk çatlaklardan birinin içine düştü. Bu melez kampı şeysini ve kılıçlarımla deprem yapmayı açıklamalıydı.