Güzel bir gündü. Kuşlar cıvıldıyor, güneş parlıyordu. Ben de buna aldanıp dışarı çıktım. Zeus aşkına! Bu ne soğuktu böyle! Hava bir günde beş derece düşmüş olmalıydı. Bu nasıl oluyordu? İnce giysilerimin içinde tir tir titreyerek gidebileceğim bir yer bulmaya çalıştım. Sat'le beraber çıkmıştık ve o kapıyı kilitlemişti. Sonra bir işi olduuğunu söyleyerek gitmişti.
Hemen sığınabileceğim bir yer aramaya başladım. Kulübeleri hemen eledim. Bu soğukta kapılarını açıp beni alacak bir kulübe olduğunu sanmıyordum. Büyük ev? Hayır, orası beni hep korkutmuştur. Peki nereye gitmeliydim?
Böyle düşünüp bir yandan da ısınmak için yürürken bir yer gördüm. Sanırım en yakın yer orasıydı. Kocaman ve ağır kapıyı açtım. Bütün bina metaldendi, o yüzden kapısı da çok ağırdı. Kapıyı açtığımda içeride hiç ışık olmadığını gördüm. Ama ışık pahasına da olsa kapıyı açık bırakmazdım. O buz gibi havaya katlanmaktansa burada, karanlıkta otururdum daha iyi. Kapıyı kapattım ve karanlıkta yolumu bulmaya çalıştım. Ayaklarım sürekli metal birşeylere çarpıyordu. Eğilip el yordamıyla onların ne olduğunu anlamaya çalıştım. Bir tanesi yuvarlak bir şeydi. Bir tanesine dokunduğumda ucuna doğru gittim ve git gide sivrildiğini gördüm. Bu bir kılıç mıydı? O zaman burası neresiydi? Ellerimle sadece onları bulmaya çalışıyordum. Bir hançer, bir kaç ok bulmuştum. Burası savaş silahlarının saklandığı yer miydi? Amerikalılar ne derdi? Cephanelik?
Sadece eğilerek durmaktan sırtı ağrımıştı. Ayrıca ışığı bulamamaktan da canım çok sıkılmıştı. Karablıktan nefret ediyordum! İnsanın gözlerini kör eden, hiç bir şeyi görmemesini sağlayan bir şeydi. Nkys yani gece tanrıçası benim büyükannem olsa da, karanlıktan nefret ediyordum. Birden başımı kaldırma ihtiyacı duydum ve parlayan bir şey gördüm. Şey diyordum çünkü ne olduğunu çıkaramamıştım. Hızla ona doğru ilerledim. Ben yanına yaklaştıkça parlaklığı daha da artıyordu. Etrafını aydınlatma gücüne baktım. Sahiden de burası bir cephanelikti. Bir sürü silah yığın halinede duruyordu. Parlaklığın şeklini artık tam olarak çıkarabiliyordum. Uzun, kıvrık bir şeydi. Onu elime aldım. Biraz yokladım çünkü o kadar parlıyordu ki onun ne olduğunu bir türlü anlayamıyordunuz. Yoklayınca bunun büyük ihtimalle fildişinden yapılmış bir yay olduğunu anladım. Bu anda parlaklığı birden yok oldu ve biraz uzakta bir şey aynı şekilde ğarlamaya başladı. Onlar bir bağlantısı var mıydı? Hemen parlaamya koştum ve onu da aldım. O bir silindir şeklindeydi. Bu da sadığı olmalıydı herhalde. Onu da aldım. Yayın parlaklığı kesilince ona sadığın ışığında bakabilmiştim. Üzerinde altın işlemeler vardı. Sade ve çok zarifti. Tam bir Artemis Avcısına göre dedim içimden. Sadığı incelemek için dışarı çıkmaya karar verdim. Ama ne kadar soğuk olduğunu unutmuştum. Çıktığım anda yine buz gibi rüzgar yüzüme doğru esti ve yine titredim. Ama yeni bir silah keşvetmenin verdiği sevinç bunlara ağır basmıştı.
Sadık hala parlıyordu. Ama onu görebiliyordum en azından. Onun üzerinde de aynı işlemeler vardı. İçi ok doluydu. Oklar altın rengine boyanmışlardı. Sadığı omzuma astım ve içinden bir ok aldım. Yayımı doğrulttum ve körlemesine ateş ettim. Ok harika bir şekilde gitmiş ve ta istediğim noktaya saplanmıştı. Ok bir süre sonra yok oldu. Sadığımı omzumdan indirdiğimde birden o ok geri döndü. Vay be, dedim içimden. Bu harika bir şey. Soğuğa daha fazla dayanamadığımda kulübeme doğru yürümeye başladım. Bugün çok garip bir macera yaşamıştım, hepsi de bu soğuk sayesindeydi. Sadığımı ve yayımı okşadım ve Sat'in kulübeye gelmiş olması için dua ettim.