İlk işim ormandaki bir kayaya Ogygia Adası’nın resmini çizmek olmuştu. Çantam ve hediyelik kolye hazırdı. Lia’ya sarıldım ve kayanın içinden geçtim. Bulduğum yeri hatırlıyordum. Denizin tuzlu kokusunu içime çektim. Burası bizim plajdan bile daha güzeldi. Kalipso’yu şanslı buluyordum aslında. Burası mükemmeldi. Ama oda haklıydı tabi. Bir ömür boyu burada nasıl kalabilirdi ki? Ben şahsen dayanamazdım. Bunları düşünürken yavaş yavaş ilerliyordum. Tekrar yaptığım şeyi yaptım. Çantamı yere bırakıp kumların üstüne oturdum. Denizin kokusunu yine içime çektim. Manzaraya baktım. Ne kadar romantikti. Birden saçmaladığımı fark ettim. Oturduğum yerden kalktım ve Kalipso’nun yanına doğru ilerlemeye başladım.
Yanına gittiğimde şaşkın şaşkın bana bakıyordu. ‘‘Ah sen Athena kızı Sere’sin değil mi? Ne işin var burada?’’ dedi. Ben buraya kolye vermeye geliyordum kız bana ne işin var burada diyordu. Kırılmıştım ama… ‘‘Seni ziyaret etmek istedi canım.’’ dedim. Gülümsedi. Büyük ihtimalle olayları biliyordu. Çünkü kız birden değişivermişti. ‘‘Gel biraz sohbet edelim.’’ dedi. Bende kabul ettim tabi. Bir şeyler içerken bol bol sohbet ettik. Çok tatlı bir kızdı aslında. İyi anlaşıyorduk ve böyle olmasına sevinmiştim. Sohbetimiz bittiğinde ve gitme zamanım geldiğinde yüzü asılmıştı. ‘‘Hey üzülme, istediğin zaman gelirim. Nasılsa istediğim yere yolculuk yapabiliyorum.’’ dedim gülümseyerek. Bana sarıldı. Tabi son anda aklıma gelmişti. Ona vermem gereken kolyeyi unutuyordum. ‘‘Bu arada bu Lia ve benim sana hediyem. Sana çok yakışacağını düşünmüş Lia.’’ Kalipso ona uzattığım kolyeyi alınca gözleri doldu. Tabi doğal olarak benimde… Bir daha sarıldık birbirimize. Bu sefer gerçekten duygusallığımız tutmuştu. ‘‘Bu mükemmel bir kolye Sere! İkinize de çok teşekkür ederim. Siz benim en iyi ve en harika dostlarımsınız.’’ dedi. ‘‘Canım dostum benim. Sonra görüşeceğiz. En yakın zamanda geleceğim!’’ dedim ve kampa geri döndüm. Anladım ki Kalipso gerçekten dünyada tanıdığım en nadir ve en kıymetli dostlarımdan biri olacaktı.