Krystal, kampa yeni katıldığı için ne kadar çabuk öğrenen biri olsa bile çoğu şeyi kafasına yerleştirememişti henüz. Öğlen yemeğini çabuk yemiş ve geriye kalan zamanda etrafta kimse yokken çevreye biraz daha göz atmak istemişti. Birden Pegasus Ahırlarına geldiğini, dışarıdan duyulan kişneyişlerden fark etti. Tereddütle Ahıra doğru ilerledi yavaş ve küçük adımlarla.
Ardından önce kafasını içeri sokup kontrol etti, fazla temiz koktuğu söylenemezdi. "Eh, burası bir ahır sonuçta, deterjan kokucak değil ya." deyip içeri atladı etrafta birilerini göremeyince. Aslında biraz tedirgin olmuştu, birazda korkuyordu Pegasuslardan. Fakat bir-kaç saniye içinde içini kaplayan huzur, tedirginliğinide korkusunuda alıp çok uzaklara götürmüştü bile. Yavaş adımlarıyla Pegasuslara dikkatlice bakarak yürürken, ileriden haylaz bir Pegasus'un kıpırdanışlarını ve kişneyişlerini duymaya başlamıştı bile. Adımlarını hızlandırarak Pegasus'un ahırının önüne geldi ve kapısını açıp içeri girdi yavaşça. Gözleri bal sarısı, kanatlarının ve ayakları ise altın rengi, haricinde bembeyaz tüyleri olan muhteşem bi pegasus vardı karşısında. Göz göze geldiklerinde ise kendini huzurun ve güvenin kollarına bırakmıştı adeta Krystal. Başını sallayarak kendine geldi ve duvara asılı olan kesenin içinden şeker çıkarıp Pegasusa doğru uzattı. Onun keyifle şekeri yemesini izlerken bir yandanda yumuşacık tüylerini okşuyordu. Elindeki şeker bitince boynundan sarıldı, adeta pamuk gibi olan Pegasus'a ve "Bundan sonra sana Byul diyicem, Byul." diye fısıldadı kulağına doğru. Pegasus ise buna kişneyerek karşılık verdi. Krystal ise, neredeyse şu ana kadar hayatında gördüğü en hayran verici yaratığı görmüştü.