Sanırım Ares kulübesi tarihi bir güne tanıklık ediyordu. İlk kez gece erken uyumuştum, gece dolaşmaları ve poker oyunları olmadan sıcak yatağıma koşmuştum. Sabah uyandığımda ise güneş daha yeni doğuyordu. Her sabah alışmıştım Mia'nın bağırarak beni uyandırmasına, bu sabah uyandırmadığında biraz garip hissettim doğrusu. Bu saatte Mia bile mışıl mışıl uyuyor olmalıydı. Bu garip duyguları üzerimden atmaya çalışarak sabah sabah ne yapabileceğimi düşünmeye başladım. Önce kahvaltı yapmalıydım, aç karınla düşünmek iyi gelmiyordu bana. Ama yemek için çok erkendi, ben de son çareye başvurmak zorundaydım. Yatağımın altındaki gizli zulamdan birkaç çikolata, biraz kahvaltılık gevrek ve biraz meyve suyu alıp çalışma masamın üzerinde kendime bir kahvaltı sofrası kurdum. Eh, en azından kahvaltı vakti gelene kadar idare ederdi bunlar beni.
Kulübeden sessizce çıktım, tahmin ettiğim gibi etraf bomboştu. Afrodit kulübesi bile sessizdi, ki bu pek olağan bir durum değildi. Genelde sabahlara kadar partilerdi Afrodit kızları, onlar bile yorgun düşmüş olmalıydılar. Farklı bir şey yapmaya karar vermiştim, daha önce hiç denemediğim bir şey... Aynı zamanda tehlikeli ve riskli bir şey. Tırmanma duvarına gidecektim.
Üzerimde rahat giysiler vardı, turuncu melez kampı tişörtüm ve sıradan bir kot pantolon. Her ihtimale karşı çantamı da hazırlamıştım, içine bir miktar ambrosia ve bir matara içinde nektar koymuştum. Yeni silahım Assassin's Curse de unutulmamıştı tabi. Kulübedeki ecza dolabından da bir şeyler aşırmıştım, ne olur ne olmaz.
Tırnanma duvarının önüne geldiğimde bir an "Kulübeye geri dönüp uykuma devam etsem hiç de fena olmaz doğrusu." diye geçirdim içimden. Ama sayısız canavarla korkmadan yüzleşmiş olan ben, basit bir tırnanma duvarından mı korkacaktım? Bu görülmemiş bir şeydi. Şey, yani basit derken o kadar da basit değildi gerçi. 1 metre genişliğinde, yaklaşık 10 metre yüksekliğinde bir duvardı bu. Aynı zamanda birçok yerinde engeller vardı, hatalı basamaklar mı dersiniz? Üzerinize düşmeye hazır kaya parçaları mı dersiniz? Yoksa üzerinize doğru gelip tüm bedeninizi yakabilecek kızgın lavlar mı? "Çocuk oyuncağı." diye geçirdim içimden kendimi cesaretlendirmeye çalışarak.
İlk basamağa ayağımı koydum ve tırmanmaya başladım. Bu duvara tırmanmak gittikçe zorlaşıyordu, birkaç kez tuzak olan basamaklara basıp dengemi kaybettim, ama yine de düşmemeyi başarabildim. İkinci metreden sonra ise küçük kayalar kafama yağmaya başladı, bunlardan korunmak için bir şey yapmaya gerek duymadım. Hafif bir acıya katlanabilirdim. Ama daha sonra kayaların büyüklükleri ve ağırlıkları artınca, her kaya geldiğinde duvardaki yerimi değiştirmem gerekiyordu. Bunu yaparken de yine tuzaklı basamaklara dikkat etmem gerekiyordu. Duvarın yarısını tırmanmıştım ki, bir sıcaklık hissettim. Tekrar yukarıya bakınca kızgın lavların üzerime doğru kaymakta olduğunu görmem zor olmadı. Hemen ayağımı yandaki basamağa koyup yerimi değiştirdim. Biraz daha tırmanınca bu sefer benim geçtiğim taraftan lavlar akmaya başladı, ortada ise kayalar düşüyordu. Tek güvenli yer en sol taraftı, oraya da kayaların altında kalmadan nasıl gideceğimi bilmiyordum. Ama burada kalırsam da lavlar bedenimi eritecekti, kayalara katlanabilirdim biraz da olsa. Kafama birkaç darbe alıp sol tarafa geçmeyi başarabildim. Biraz daha tırmanacaktım ki, tuzaklı bir basamağa bastım, bu kez diğerleri kadar şanslı değildim. Ayağım kaydı ve iki kolum da açık vaziyette kendimi havada serbest düşüşte buldum.
Birkaç saniye sonra şiddetli bir acı hissettim, sırtımdaki tüm kemikler kırılmış olmalıydı. Avazım çıktığı kadar bağırıyordum yardım için, çantamda ilk yardım malzemeleri vardı olmasına, ama onlara ulaşacak durumda değildim. Tek dileğim birinin sesimi duyup bana yardım etmesiydi. Hemen kulübeme dönmeliydim, hakkımda "Bir tırmanmayı bile beceremiyor." dedikoduları çıkması istediğim son şeydi. Biri bana yardım etmeye geliyordu, ama şansa bakın... Bu kişi kamptaki baş düşmanım Jess'ten başkası değildi. Kelimenin tam anlamıyla rezil olacaktım tüm kampa...