Ben ormanın içindeki ufak bir köyde yaşayan sıradan bir insandım. Daha doğrusu öyle olduğumu sanıyordum. Üvey babam ve annemle birlikte yaşıyorduk. Üvey babam zengin sayılırdı. Beni kendi öz oğlu gibi severdi. Bundan dolayı bana bir tokat atmışlığı bile yoktur. Ben de onu babam gibi görürdüm ve ona karşı gelmezdim. Beni okula göndermiş lise sonra kadar okutmuştu. Beni üniversiteye göndermek istemişti ama ben onları yalnız bırakıp gitmek istememiştim. O ise kararıma saygı duymuş ve ısrar etmemişti. Keşke üniversiteye gitseydim. O zaman bu olaylar başıma gelmezdi.
Her şey o gün oldu. Babam ve ben ormana keklik vurmaya gitmiştik. Tüfek kullanmayı yeni öğrenmiştim ve şimdi de nişancılığımı geliştirmeyi ve eve birkaç keklik götürüp onlarla gururlanmayı istiyordum. Keklikleri bulmuştum ama kaçıyorlardı. İyi bir nişancıydım. Ama bu keklikler çok çeviklerdi bir türlü vuramıyordum. Babam iyice nişan aldı ve bir tanesini vurdu. Bana:
-Diğerini de sen vur, dedi.
Ben:
-Denerim, dedim.
Sonra iyice nişan aldım ama yine vuramadım. İyice sinirlenmiştim. Onları kovalarken babam ve ben farkında olmadan ormanın yasak bölge denilen kısmına gelmiştik ve hava yavaşça kararıyordu. Bu da yetmezmiş gibi buradaki ağaçların yaprakları çok sıktı bu yüzden çok ışık gelmiyordu. Babam yanına biraz yiyecek almıştı. Belki bir şey vuramayız da aç kalırız diye. Hava kararırken bir mağara bulduk. Ben biraz ağaç dalı ve yaprak topladım yaprakları dalların üstüne koyduk ve yaktık. Yanımızda battaniye veya onun gibi bir şey yoktu. Tam bu sırada mağaranın önünde bir böğürtü duyuldu. Babam ayağa kalktı ve:
-Boz ayı, dedi.
Ben:
-Vuralım gitsin, dedim.
O:
-Tamam, ama dikkatli ol, dedi.
Ben ve babam yavaşça ayının yanına yaklaştık. Yeterli mesafeye geldikten sonra ayıya ateş ettik. Ayı ilk attığımız saçmalardan pek etkilenmedi ve babamın üstüne atladı. Babam ayıyı tüfeğiyle durdurdu ve bana:
-Cebimdeki bıçağı aç ve ayının kalbine sapla, dedi.
Ben:
-Tamam, dedim.
Babamın cebinden bıçağını aldım ve ayının kalbine sapladım. Ayı bana bir pençe attı ben duvara çarptım ve bayıldım. Uyandığımda babam o kocaman ayının pençesinden uzun uğraşlar sonucunda ikimize de yastık gibi bir şey yaptı. Gecede 3 saat babam 2 saat ben sırayla nöbet tuttuk. İkimiz de uykumuzu aldıktan sonra mağaradan dışarı çıktık ve hemen yanımızdaki nehirden su içtik ve kalan yiyeceklerimiz yedik. Babam biraz ilerde bir tepenin olduğunu söyledi. Oraya çıkıp ormanın çıkışını bulabileceğimizi söyledim. Tam babam bunları söylerken arkamızdaki çalılıklardan bir ses geldi. Arkamızı döndüğümüzde hayatımda görmediğim bir yaratık gördüm. Ne olduğunu bilmiyordum ve beni öldürecekmiş gibi bakıyordu. İkimiz de elimizdeki tüfeklerle ona ateş ettik. Fakat o bu saçmalardan etkilenmiş gibi gözükmüyordu. Bana:
-Öleceksin melez, dedi ve babama dönüp:
-Ve sen buna engel olamayacaksın koruyucu, dedi.
Ben çok şaşırmıştım. Ne olduğunu halen anlayamamıştım. Fakat babam hızla koştu ve onda olduğunu hiç bilmediğim bir sopa çıkardı. Ben bu sopayla ne yapacağını anlayamadan o sopanın bir yerine bastırdı ve sopa birden bir kılıca dönüştü. Kılıcıyla o yaratığa vurdu yaratığın taştan olan derisi yarıldı ve yeşil bir kan aktı. Kaçmaya çalıştı ama babam onu durdurdu. O ise babamın kalbine yakın bir yerine pençesiyle vurdu. Babam ağır yaralandı ama kılıcı son anda yaratığa saplamayı başardı. Yaratığın yarası parlamaya başladı ve sonunda patlayarak öldü. Sonra hemen babamın yanına koştum. Babam ağır yaralıydı ve bana:
-Oğlum bu sopayı al. Eğer savaşman gerekirse aklından sana lazım olan silahı geçir bu o silaha dönüşecektir. Unutma sadece kılıç, yay ve mızrağa dönüşebilir. Buna karşılık ben:
-Olmaz baba, sen ölmeyeceksin. Seni kurtaracağım. Burada gideceğiz. İkimiz geldik, ikimiz döneceğiz, dedim. Fakat o:
-Benim için umut yok. Bu yaratık beni yaralarken içime bir zehir saldı. Bu zehrin ilacı yanımda değil bundan dolayı kurtulamayacağım. Bu boruyu al eğer çok zor durumda kalırsan üfle ve hemen eve dönmeye çalış, dedi.
Ben bir şey diyemeden o öldü. Onun ölüsünü mağaranın içine taşıdım ve üzerini taşla örttüm. Başına büyükçe bir taş koydum ve üzerine büyük harflerle ‘GEORGE JOHNSON BURDA YATIYOR’ yazdım. Sonra hızla eve doğru yola koyuldum. O yaratıklardan başka olduğuna emindim ve onlarla karşılaşmak istemiyordum. Şimdi babamın bana neden kılıç dersi verdiğini anlayabiliyordum. Uzun süre dolandıktan sonra yine aynı yere geldim. Durmadan daireler çiziyordum. Buradan çıkamıyordum. Birden babamın bana verdiği boru aklıma geldi. Zor durumda kalırsam çalmamı söylemişti. Galiba şu an içinde bulunduğum durum zor bir durumdu. Boruyu tüm gücümle üfledim. Boğuk ama gür bir ses çıktı borudan. Sonra at sesleri duymaya başladım. Birden çalılıklardan ellerinde silahlarıyla 15-20 Yarı At Yarı Adam yaratıklar çıktı. Bana:
-Boruyu üfleyen sen misin?, dedi. Ben:
-Evet, benim, dedim. Onlar:
-Niye boruyu çaldın?, dediler.
Ben kısaca başımdan geçenleri anlattım. Onların lideri olduğu anlaşılan kişi beni dikkatle dinledi. Sonra bana:
-Bu olanlar benim yetkimi aşıyor. Seni liderimize götürmeliyim. O sana ne yapacağına karar verecek, dedi.
Ben karşı çıkmadım. Liderleri beni sırtına aldı. Hızla bir yere doğru gidiyorduk. Gideceğimiz yerin neresi olduğunu bilmiyordum ama sormaya da korkuyordum. Bir süre sonra bir tür köye benzeyen ama çadırlardan oluşan bir yere geldik. Etraf yeşillikti çok güzel bir görüntüsü vardı. Ben bunları iyice inceleyemeden beni liderlerinin yanına götürdüler.
Liderleri beni görünce şaşırdı ve yanındakilere:
-Bunun yaşı henüz gelmemiş. Niye getirdiniz bunu. Hem annesi ve George nerde? , dedi.
Beni Getiren:
-Efendim. Saldırı olmuş. George ölmüş bu çocuk zar zor kurtulmuş ve annesinin haberi yok olaylardan, dedi.
Liderleri:
-Tamam, çıkabilirsiniz ben çocukla yalnız konuşacağım.
At adamlar gittikten sonra başıma gelenleri bir de benim ağzımdan dinledi ve bana:
-Yazık olmuş. George çok iyi bir insandı ve benim en yakın arkadaşlarımdan biriydi. Ama şunu bilmelisin ki George baban değildi. Senin baban aslında belki biraz bilgi sahibi olduğun Yunan Tanrıları’ndan biridir.
Bunu duyduğum an şok oldum ve öylece kala kaldım. Devam etti:
-Özür dilerim. Bunu birden söylememeliydim ama kendimi tutamadım.
Bu sırada at adamlardan biri içeri geldi ve:
-Efendim annesi geldi, dedi.
Lider:
-Tamam, gelsin, dedi.
Annem içeri geldiğinde bana ağlayarak sarıldı. Sonra lidere dönerek:
-Onu artık Melez Kampı’na göndereceksin değil mi? Artık yerini öğrendiler ve onu rahat bırakacaklarını sanmam.
-Evet, artık burası onun için tehlikeli olmaya başladı. Güvende olması için onu hemen Melez Kampı’na göndereceğim. Oğlunla vedalaş ve eşyalarını topla.2 saat sonra yola çıkacak.
Eşyalarımı topladıktan sonra araca binmek üzere giderken annemle vedalaştım. Artık ondan ayrı yaşayacaktım. Bu son 3 günde olanlar beni şoke etmişti. Ama yinede soğukkanlılığımı koruyarak yeni evime doğru yola çıktım…