Enseme gelen esinti tüylerimi diken diken ederken her ne kadar uyanmak ve sinir bozucu derslere girmek istemesem de gözlerimi araladım ve etrafa bakındım. Buz gibi bir kış günüydü. Bu soğukta insanın kesinlikle evden çıkası gelmezdi. Normalin aksine soğuk olan yatakhane ilk kez bütün hayatım gibiydi. İlk ders olan İngilizce dersinden kaytarmayı ve sıcacık yatağımda biraz daha uyumayı o kadar çok istiyordum ki. Bu soğukta açık kalan pencereye bakarak gözlerimi devirdim. Soğuk rüzgar içeriye doluyor, kar taneleri içeri giriyordu. Buz gibi olduğunu tahmin ettiğim ahşap zemine baktım. Şu anda o kadar üşengeç, o kadar tembel hissediyordum ki kendimi. Yorganı üstüme çekmek ve uyumaya devam etmek daha mantıklı geliyordu. Ama uyanmıştım artık. Tekrar uyumam imkansızdı. Tembellik yapmak istesem de uyumak istemiyordum. Derin bir nefes alıp buzdan farksız olan ahşap zemine adım attım. Soğuktan ürperirken camı açık bırakan geri zekalı insana bildiğim bütün küfürleri ediyordum. Camı kapamamla içerideki rüzgarın dinmesi bir olmuştu. Soğuk hava sayesinde artık iyice kendime gelmiştim. Etrafımda mışıl mışıl uyuyan arkadaşlarıma baktım. Ne kadarda şanslılardı. Banyoya gidip yüzüme soğuk suyu çarparken ne kadarda berbat bir hayatım olduğunu düşünüyordum. Sıradan, monoton ve bezgin. Evet doğru kelime bu! Bezgin. On yedi yıllık sefil hayatımdan asla zevk almamıştım. Annem ben çok küçükken beni bırakıp gitmiş, basit kadının biriyle ikinci evliliğini yapmış ve aptalların aptalı bir kardeşim olmuştu. Herhalde hayatta en çok yapmak istediğim şey hayatımı mahvettiği için babama hesap sormaktı. Neden o basit kadınla evlenip hem benim hem de kendi hayatını zehir etmişti ki? Altı yaşından beri o kadın yüzünden evime gidemiyordum. Her eve gidişimde kapı açılmıyor ve enayi yerine koyuluyordum. Evde yokmuş gibi yapıyorlardı. Ama evde olduklarını biliyordum. Pencerenin kenarında beliren perde kıpırtıları kesinlikle evin içinde oluşabilecek cereyanın marifeti değildi. Gitmemi bekliyorlardı. Her seferinde vazgeçip giderdim. Oradan ayrılır ayrılmaz o üvey sersemin kahkahaları kulağıma dolardı. Ama en önemli soru neden beni dışarıda bıraktıkları ya da babamın o kadınla neden evlendiği değildi. En önemli soru neden doğmama izin vermişti? Bunun için hesap sormayı o kadar çok istiyordum ki. Aslında bunu yapacaktım. Okuldan kaçacak ve soracaktım. Neden bana böyle işkence ediyordu?
Aceleyle yeşil kazağımı üstüme geçirirken gözlerim uyduruk aile fotoğrafına gitti. Altı yaşındaydım. Okulun ilk günü çekilmişti bu fotoğraf. Benden bir yaş küçük kardeşim şişe gibi gözlükleriyle bir sineğe benziyordu. Babamın yüzünde samimi bir gülümseme vardı. Üvey annemse yatılı okula gidişimin sevinci ile otuz iki porselen dişini göstererek gülmüştü. Benim yüzümde ise son derece parlak ama bir o kadarda yapmacık bir gülümseme vardı. Nereden geldiği belli olmayan gir-yeşil gözlerimde bir burukluk vardı. Nedenini bilmediğim bir sebepten ötürü o resmide yanıma aldım. Askılıktan montumu aldım ve dışarı çıktım. Okulun arka tarafındaki çitlerin üzerinden atladıktan sonra evin yoluna düştüm. Şu anda yaptığım şeyden ötürü okulun disiplin kurulundan sıkı bir ceza yiyecektim büyük ihtimalle. Ama umurumda değildi. Ölsem bile umurumda olmazdı sanırım.
Eve vardığımda içim nefret doluydu. İlk başta kibarlık yapıp kapıyı çaldım ama sonuç her zamanki gibiydi. Kapı açılmamış, perdelerde yine o kıpırtılar başlamıştı. Ama pes etmeyecektim. Bu sefer hiçbir şey beni buradan gitmekten alıkoyamazdı. Elimdeki resim çerçevesini kapının cam kısmına çarptım. Cam tuzla buza dönerken etrafa bakındım. Kimse yoktu. Mükemmel. Elimi kırık camın olduğu yerden soktum ve kilidi açıp içeri daldım. Babam karşımda sert bir yüz ifadesi ile bana bakıyordu. Soğuk bir sesle konuştu. “Neden buradasın? Şu anda okulda derste olmalıydın.” Dikkatle babamı süzdüm. Bendende kötüydü. Ben bezmişsem o bitmişti. Babamın duygudan yoksun sesini taklit ederek doğrudan lafa başladım. En önemli soruyu soracaktım. “Neden doğmama izin verdin? Neden beni de sefil hayatının bir parçası haline getirdin?” Babamın yüzündeki ifadesizlikten hiçbir şey anlayamıyordum. Etrafa ölüm sessizliği hakim olurken öfke doluydum. Bunun için mi gelmiştim bu kadar yolu? Bir sessizlik için mi? Merdivenlerden aşağıya yüzünde kocaman bir gülümseme ile gelen kardeşime baktım. Beni gördüğü anda suratı asılmıştı. Arkasındanda bu sefil hayatın parçası olan üvey zavallı geldi. Çerçevedeki resmi çıkardım ve fotoğrafta benim olduğum kısmı yırttım. Sonra geri kalanın yanmakta olan şöminenin içine attım. Yumuşak ama ölümcül bir sesle “Umarım hepiniz cehennemin dibine gidersiniz!” dedim. Onlardan nefret ediyordum. Hızla evden dışarı çıktım. Kendimi bir boşlukta gibi hissediyordum. Bir hiçliğin içindeydim ve bir hiçtim.
Üvey sersemin sesiyle donakaldım. “Jason Allaire!” Ona pis bakış atmaya hazırlanarak arkama döndüm ama kimse yoktu. Pekala, ya deliriyordum ya da enayi yerine konuluyordum. Bir anda arkamdan boğazıma atlayan kişi ile sersemledim. Boğazıma dayanana bıçak kadar keskin şeyle iyice afallamıştım. Neler oluyordu? Evden kovması yetmemiş ve şimdide öldürüyor muydu? Bıçak tutan elini engellemeye çalıştım. En sonunda kolunu kavradım ve omzumun üzerinden yere devirdim. Bunu nasıl yaptığımı bilmiyordum ama önemli olan bu değildi. Üzerime atlayan kişinin yüzünü gördüğümde dehşete düşmüştüm. Kan kırmızısı gözleri, pençe gibi eller, alev alev saçlar ve birbiriyle uyumsuz bacaklarıyla kesinlikle çok çirkindi. Şaşırmış halimden yararlanarak üstüme atlayan ve beni yere deviren ikinci bir kişiyle ağzımı bozdum ve küfür etmeye başladım. Kolumun üstüne düşmüştüm. Sanırım kırılmamıştı ama yinede canım acımıştı. Babamın sesiyle şaşkınlığım kat kat arttı. “Jason! Bunu al ve acımadan sapla!” Acımak mı? Bu benim doğamda olan bir şey değildi bile! Elimin hemen önüne düşün kılıca uzandım ve üstümde tepinen aşağılığa sapladım. Yüzünü gördüğümde kardeşim olduğunu gördüm. Sarı renkli sülfürümsü bir toza dönüşürken içimdeki öfke daha da azalıyordu. Üvey şeytanıma ilerledim. Kılıcı boğazına saplayıp onu toza dönüştürürken o kadar rahatlamıştım ki. “Kuruldum.” Diye mırıldandım. Bir anda bedenime yorgunluk çöktü. Neyse ki babam sert bir düşüşten kurtarmıştı beni. Son anda beni yakalamıştı. Baygın düşmüştüm. Gözlerimi tekrar açtığımda bambaşka bir yerdeydim.