Olimpos Rpg
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Olimpos Rpg

Percy Jackson ve Olimposlular ile Olimpos Kahramanları serilerinden esinlenilerek oluşturulmuş, zirvedeki rpg forum sitesi.
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Barney Awesome(2)

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Barney Awesome
Hermes'in Çocuğu
Hermes'in Çocuğu
Barney Awesome


Mesaj Sayısı : 196
Kayıt tarihi : 23/04/11

Barney Awesome(2) Empty
MesajKonu: Barney Awesome(2)   Barney Awesome(2) Icon_minitimeSalı Tem. 19, 2011 5:05 am

“Gözlerini açabilirsin.” Kız arkadaşım, ellerini gözlerimden çektiğinde karşımda bütün güzelliğiyle Düden Şelalesi duruyordu. Sevgilimle birlikte suyun kaynağını bulmuş ve kaynağı takip etmiştik. Uzun bir yürüyüşten sonra şelaleyi bulmuştuk. Biletlerimizi alıp içeri girdiğimizde herkesin mini etek giymesi kız arkadaşımın keyfini kaçırmıştı. “Eğer gözlerini başka birinin bacaklarına bakarken yakalarsam seni şelaleden aşağı atarım.” demişti ama bir şeyi anlamıyordu. Benim gözüm ondan başkasını görmüyordu. Onun siyah saçlarına ne zaman dokunsam, onun kahverengi gözlerine ne zaman baksam beni kendine bir kere daha aşık ediyordu. O yüzden sadece gülmekle yetinmiştim. Karşımda ki kız, yani Elif, Türk’tü ve beni Türkiye’ye bağlayan iki şeyden biriydi. İkincisiyse ebeveynlerimin Türk olmasıydı. On dört yaşıma kadar yetimhanede büyümüştüm. Doğumumdan beş ay sonra yetimhaneye bırakılmış bir bebek olarak hayatımın ilk yılları çok zor geçti. Yeteri kadar anne sütü almamıştım ve bu yüzden yürümeye geç başlamıştım. Üç yaşında kemiklerimin çok zayıf olduğu ortaya çıkmıştı. İki yıl kadar hastanede kaldıktan sonra yetimhaneye geri dönmüştüm. Yaklaşık sekiz ayımı odamdan çıkmadan ve kimseyle konuşmadan geçirdikten sonra beni hayata döndüren kişiyle tanıştım. Jule, aynı yaştaydık ve onun hikayesi de benden pek farklı değildi. Onun kemikleri sağlamdı orası ayrı tabi. Kısa süre sonra Jule’la ayrılmaz ikili olmuştuk. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi. Ta ki 19 Şubat 2007’ye kadar… On dördüncü doğum günümde evlat edinilmiştim. Sanırım müdiremiz bunu bir hediye olarak görmüştü ama benim için büyük bir ceza gibiydi. Vedalaştıktan sonra arabaya binip yeni evime doğru yola çıkmıştım. Ebeveynlerim benim yetimhaneye gelişim ve orada geçirdiğim rahatsızlıklarla ilgili bilgileri almış ve beni yeni bir insan olarak yetiştirmeye başlamışlardı. İlk olarak öfkemi kontrol etmek için karışık dövüş dersleri almıştım. Babamın dediğine göre kontrollü dövüşmek öfkeyi kontrol altına almama yardımcı olurmuş ki öyle olmuştu. Kısa süre içinde öfkemi kontrol altına almıştım. Tabii önüme geleni dövmüyordum. Sadece idmanlarda arkadaşlarımla kapışıyordum. Daha sonra babamın isteğiyle biniciliğe başlamıştım. Ardından kılıç kullanmamı istemiş ve beni bunun için yakın arkadaşı olan bir kılıç ustasının yanına çırak vermişti. Bu arada haftanın üç günü Türkçe dersleri almaya başlamıştım. Üç yılın ardından fiziksel olarak tamamen yenilenmiş, hızlı, güçlü ve görünüş olarak mükemmel olmuştum. Öfkemi de kontrol altında tuttuğum da babam artık hazır olduğumu söylemişti ama ne için hazır olduğumu söylememişti. Geçen yıl Türkiye’ye tatile geldiğimde ailemin komşularının kızıyla tanışmış ona sırılsıklam aşık olmuştum. Duygularımın karşılıklı olduğunu öğrendiğim gün hayatımın dönüm noktası olmuştu. O zamandan bu yana kadar her yaz ve Noel tatillerinde Türkiye’ye gelip sevgilimin yanında kalırdım. Bu seneyse Antalya’ya tatile gitmiştik. Sevgilimin Düden Şelalesi’ni görmek için yaptığı ısrarlar sonucu gelmiştik buraya da. Yukarıdan akan su ile aşağıdaki sular çarpışınca ortaya çıkan su buharı yüzümü yalayıp düşüncelerimden sıyrılmamı sağladı.

“Vay canına! Burası harika.” Yaklaşık yirmi metre yüksekliğinde olan şelale için daha uygun bir kelime olamazdı. Elif, “Evet. Gerçekten harika.” diyerek omzunu başıma yasladı. Saçını okşayıp “Şuraya geç de fotoğrafını çekeyim.” dedim. Kafa salladı ve şelaleyi arkasına alıp poz verdi. “Yüce Tanrım!” diye mırıldandım. Gerçekten harika görünüyordu. “Tamam. Şimdi ben seni çekeyim. Geç bakalım şuraya. Gül biraz, biraz daha. Fazla açtın ağzını.” Elif sayesinde gülmeye başlamıştım ve tam o anda fotoğrafımı çekti. “İşte bu kadar!” dedi ve yanıma gelip çektiği fotoğrafı gösterdi. Fotoğrafa bakarken suda oluşan köpürmeler dikkatimi çekmeye başladı. İlk önce bunun normal olduğunu çünkü bir şelalede bulunduğumu düşünmüştüm ama suya yaklaşıp yakından suyun içinde hareket eden şekiller görmeye başladım. Sonra soldan bir cisim fırladı ve en yakın insanı kapıp suyun içine çekti. Hemen sudan geri çekilip Elif’i aramaya başladım. Mağaraların yanında bana sesleniyordu. Yanına gidince “Bunlarda ne böyle?” diye sordu. “Bilmiyorum canım ama buradan ayrılman gerekiyor hatta yukarı çıkıp güvenli bir yere saklan. Ben de şuraya gizlenip neler olup bittiğine bakmak istiyorum.” “Ne?! Delirdin mi sen? Sen de benimle gel!” diye bağırdı. “Elif, lütfen uzatma…” dememe kalmadan sudan dev insanlar çıkmaya başladı. Normal insanlardan tek farkları üç metrelik boyları ve iğrenç tek gözleriydi bu yaratıkların. Ellerinde ki bir metrelik sopalarla belli bir hedefleri yokmuş gibi etrafa saldırıyorlardı. İnsanların çığlıkları, garip yaratıkları daha fazla heveslendirmişti. Banklardan birini almış ve hedef olarak beni seçmişti. Kafamın otuz cm üstünden geçen banka ağır çekimde bakarken gökyüzünden gelen kuşları ve taşıdıkları savaşçıları gördüm. Savaş naralarıyla eşliğinde dev canavarlara saldırmaya başladılar. Yeni gelenler normal insanlardı. Onları taşıyan kuşlar geldikleri hızla gitmişlerdi. Elif yanıma gelip “Vay canına!” dedi. Sanırım durumumuzu en iyi anlatan kelimeydi, ‘Vay canına’. Hava birden kararmıştı. Şelalenin suları büyük dalgalar halinde insanları yutuyor, insanlarla dev yaratıklar birbirine giriyorlardı. Kendimi Titanların Savaşı filminin setinde bulmuşum gibi hissediyordum. Savaşçılardan üç tanesi, devlerden birinin bacaklarına saldırırken arkalarından yaklaşan ikinci bir dev elindeki sopayla saldırıya geçti. Ani bir enerji dalgasıyla birlikte yaralılardan birinden düşen kılıcı aldım ve deve doğru koşmaya başladım. Özel koleksiyonumdan seçtiğim savaş naralarımdan birinin eşliğinden kılıcı devin bacağına sapladım. Dev acıyla bağırdı ve canını kimin yaktığını görmek için arkasını döndü. Arkasını döndüğü anda yeniden acı dolu bir çığlık attı ve toz oldu. Hem de gerçekten toz oldu. Devi öldüren kız yanıma gelip “Sen iyi misin?” diye sordu. “Yaralanmadım. En azından şimdilik.” diye homurdandım. Bir şey söyleyecekmiş gibi ağzını açtı, kapadı. Derin bir iç geçirip “Benimle gel. Seni biriyle tanıştıracağım.” dedi. “Bir dakika bekle. Hemen geliyorum.” dedim ve Elif’in yanına gittim. “Elif, lütfen yukarı çık. Benim gitmem gerek.” “Ne? Bu mu yani? Burada az kalsın boğuluyordum. Sen benim nasıl olduğumu sormak yerine gidiyor musun?” diye fısıldadı kulağıma ağlamaklı bir sesle. “Özür dilerim. Haklısın, aptallık ettim.” dedim ve sarıldım ona “İyi misin?” diye sordum. “Evet, iyiyim.” dedi ve emir verir gibi bir sesle ekledi. “Yirmi dakikan var delikanlı.” “Tamam. Yirmi dakika sonra yanındayım.” Elif yukarıya çıkmaya başlamıştı. Tabii bu arada savaşta sona ermiş gibi gözüküyordu. Kızın yanına gittim ve “Kiminle tanışacağım?” diye sordum. “Soru sorma. Sadece beni izle.” dedi sert bir sesle. Dediğini yapmaya karar verdim. Nedense gideceğimiz yere, şelalenin uzak köşelerinden gidiyorduk. “Az önce olanlar…” Birden bana döndü ve “Bunlara sana ben anlatmayacağım!” diye bağırdı ve kibar bir dille ekledi. “Baban anlatacak.” Olduğum yerde duraksadım. “Öz babam mı?” diye sordum. Aynı kibarlıkla “Evet öz baban şu anda seni bekliyor. Yalnız biraz hızlı ol. Baban biraz fazla hızlıdır, durmadan bir yerlere gider ve durmadan işleri çıkar.” diye cevap verdi. “Koş o zaman!” dedim ve kızı dürttüm. “Hadi!” Güldü ve koşmaya başladı. Nefes almakta zorlanıyordum. Gerçek babamla tanışacak olmanın verdiği heyecan az önce yaşanan her şeyi unutturmuştu. Gözlerimde hafiften yaşlar belirmeye başlamıştı. Görüş alanımın daralmasıyla birlikte istem dışı olarak şelaleye yaklaşmaya başlamıştım. Sonrasındaysa hatırladığımsa; suların birden yükselmesi ve gökten üzerime doğru gelen devasa şimşekti.
Gözlerimi açmayı denedim ama vücudum üzerinde hiçbir kontrolümün bulunmadığını fark ettim. “Emin misin?” dedi beni buraya getiren kız. “Evet. Haydi, içir şunu.” diye cevap verdi bir erkek sesi. “Oğlun olduğuna emin misin?” diye tekrarladı kız. “Evet, eminim.” dedi erkek sesi. “Oğlun değilse öleceğinin farkında mısın?” dedi kız sesini bir parça yükselterek. “Ver şunu bana.” dedi erkek ve ağzıma bir şişe soktu. İçindeki sıvı boğazımdan aşağı iniyordu. Kulağımın dibinden gelen bir ses “Umarım oğlumsundur.” diye fısıldadı. Şişeyi ağzımdan çektiği anda ayaklarımdan başlayan bir sıcaklık beraberinde vücudumun kontrolüyle beraber kalbime doğru yükseliyordu. Gözlerimi açtığımda üzerime eğilmiş iki kişi, merakla bana bakıyorlardı. Erkek olan “Sana eminim demiştim.” dedi kıza. “Haklıymışsın.” dedi kız. Etrafa bakınmak için doğruldum. Ufak bir çadırın içindeydim. Tekrar adama döndüm ve “Baba.” diye fısıldadım. “Gel bakalım evlat. Sana anlatacaklarım var.” dedi ve köşedeki sandalyeye oturdu. Yataktan kalktım ve az önceki acının gittiğini fark ettim. Yanındaki sandalyeye oturdum. “Anlat o halde.” dedim. “Nasıl başlasam bilemiyorum. Sanırım klasik bir şekilde anlatmalıyım ne dersin Silvia?” dedi. Adının Silvia olduğunu öğrendiğim kız “Sanırım en doğrusu bu.” diye cevap verdi. “O zaman başlıyorum evlat. Yunan mitolojisinin tamamı gerçek.” “Gerçek derken tanrıları falan kastetmiyorsun değil mi?” dedim araya girerek. Silvia “Biraz hızlı girmedin mi sence?” dedi alayla karışık bir şekilde. “Aslında tam olarak onu kastettim. Şahsen ben bir Tanrı’yım. Senin baban Tanrı Hermes.” “Sen… bir… tanrı mısın?” dedim kesik kesik. “Hem de en hızlısı!” dedi. “Vay canına baba!” “Tamam evlat. Hızlı olmam gerek. Yapacak bir sürü işim var. Dediğim gibi mitoloji gerçek. Sen de bir melezsin. Annen normal bir insandı ama normal bir insanda bulunamayacak bir güzelliğe sahipti. Ayrıca çokta iyi kalpliydi. Gözlerin annenin gözlerine çekmiş.” “Annem nerede şimdi?” “O öldü Barney. Seni doğururken öldü. O yüzden yetimhanede büyüdün. Annen hayatta olsa asla evinden ayrılmazdın.” Yeni haberler karşısında neye uğradığımı şaşırmıştım. Hayatım boyunca hep annemle tanışmayı beklemiştim. Babamdan çok annemle tanışmayı istemiştim. Ama soğukkanlı biri olduğumdan “Onunla tanışmayı isterdim.” demekle yetindim. “Seni yetimhaneye bizzat ben bıraktım. Müdireniz, sisin ardını görebiliyor. Ayrıca savaşmayı da iyi biliyor” dedi bıyık altından hafifçe gülerek. “Sis ne peki?” diye sordum. “Sis, normal insanların olağanüstü şeyleri görmelerini engeller. Olanları normal şeylermiş gibi gösterir. Mesela az önce olanların bir çeşit sel olduğunu sanıyorlar.” Bu sefer cevap veren Silvia olmuştu. Hermes, Silvia’nın dediklerini kafasıyla onaylayıp sözlerine devam etti. “Daha sonra yanında kaldığın aile seni evlat edindiklerinde onlarla konuştum ve seni hazırlamalarını söyledim.” “Her şey iyi güzel ama anlamadığım bir yer var. Sen beni tanımadın ama şimdi gelmiş bana geçmişimi anlatıyorsun.” dedim. “Evet ama bana da hak ver. Seni en son gördüğümde cılız bir şeydin. Şimdi çok daha farklı görünüyorsun.” diye cevap verdi. Silvia Hermes’in kulağına eğilip bir şeyler fısıldadı. Hermes tamam anlamında kafa salladı ve bana döndü. “Şimdi sana içinde bulunduğumuz durumu anlatacağım. Üç büyükler yani Zeus, Poseidon ve Hades’i biliyorsun. Bu üç kardeşin sürekli tartıştıklarını da biliyorsun. Geçmişte de ufak kavgaları olmuştu ama hiçbiri bunun kadar büyük olmamıştı. Bir hafta önce Poseidon Zeus’a baş kaldırdığını ilan etti. İki saat geçmeden Hades’te isyan çıkardı ama sadece Zeus’a karşı değil, Poseidon’u da yok etmek istiyordu. Bundan üç gün önce de Poseidon, Hades’e müttefiklik teklif etti. Anlaşmaya göre önce Zeus’u tahtından indirecekler daha sonra kendi aralarında savaşacaklar. Neyse ki on iki tanrının çoğu bizde.” “Sen kimin tarafındasın peki?” “Zeus tabii ki!” diye kükredi. “Sakin ol. Her şeyi yeni öğreniyor.” dedi Silvia Hermes’e. “Neyse hazırlan üç saat sonra savaşa gideceğiz.” dedi babam. Silvia çıldırmış bir şekilde “Savaş mı? Çocuk her şeyi yeni öğrendi ve sen onu savaşa mı gönderiyorsun?” diye bağırdı. Babam “Barney savaşmayı biliyor.” dedi ve beklentiyle bana baktı. “Evet, savaşmayı biliyorum. Silvia’da gördü zaten.” dedim hemen. “Olabilir ama canavarları tanımıyorsun. Sen kampa gitmelisin.” dedi Silvia. “Kamp mı? Ne kampı?” diye araya girdim. “Melez Kampı tabii ki.” dedi Silvia bıkkın bir şekilde. “Oraya gitmesine gerek yok. Ben ona her şeyi öğretirim.” dedi Hermes. “Savaşarak öğrenebilirim.” diyerek babamı onayladım ama Silvia ikna olmamıştı. “Yenemeyeceğin canavarlar olacak Barney.” Sırıtarak “O zaman kaçarım. Cidden, ben yaşıtlarımdan biraz fazla hızlıyım da…” dedim. Hermes sırtıma bir şaplak attı ve “İşte benim oğlum!” diye kükredi. Silvia “Barney senin ölmeni istemiyorum. En azından hemen ölmeni istemiyorum. Eğer melez kampına gelirsen yaşarsın. Anladın mı? Hazır değilsin.” Hermes “Bu kadar üzerine gitme. Hem ben de Barney’in yanında…” lafını tamamlayamadan telefonu çaldı. “Bir dakika lütfen.” dedi ve çadırdan dışarı çıktı. Hermes çıkar çıkmaz Silvia konuşmaya başladı. “Barney, eğer melez kampına gidersen orada eski bir dostunla görüşeceğini sana garanti ederim. Ayrıca bir sürü yeni arkadaşın olacak ve onlar da senin gibi melezler.” “Eski dost?” “Yetimhaneden bir arkadaşın ama adını hatırlayamıyorum.” Yetimhane demesi benim için yeterliydi. “Lanet olsun!Çok cazip bir teklif. Kabul ediyorum. Bir de aklıma takıldığı için soruyorum. Babam şu anda bunları söylediğini duysa sana kızar mı?” “Hem de çok kızar.” dedi içeri giren babam. “Yine de bu son kararı sana bırakacağı gerçeğini değiştirmez.” diye de ekledi. “O zaman, kabul ediyorum.” dedim. “Aferin sana Barney.” dedi saçımı okşayan Silvia. “Ölmemi istediğini sanıyordum?” dedim sırıtarak. “Sadece şaka yapıyordum. Nedense insanlar sevmedikleri insanların sözlerini de umursuyorlar.” dedi. “Tamam. O zaman ben Elif’le konuşup geleyim.” dedim hareketlenerek. “Ne yazık ki olmaz oğlum. Onunla ben konuşacağım.” “Neden? Onunla görüşmeme izin var değil mi?” dedim. “Onun iyiliği için Barney. Kokun üstüne sinerse canavarlar onun peşine takılırlar.” diye açıkladı Hermes. “Koku mu?” “Melezler, melez gibi kokar. Canavarlar da melezleri avlarlar. Anladın mı?” “Hemen gidelim o zaman.” dedim yüzümü buruşturarak. “Savaş bittiğinde görüşürsünüz.” “Eğer yaşarsam görüşürüz.” dedim gülümseyerek. “Güzel. Silvia Barney’i melez kampına götürür müsün?” “Tabii ki. Gel bakalım Barney. Melez kampına gidiyoruz.”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Athena
Admin/Tanrıça/Kamp Müdiresi
Admin/Tanrıça/Kamp Müdiresi
Athena


Mesaj Sayısı : 5210
Kayıt tarihi : 16/08/10

Barney Awesome(2) Empty
MesajKonu: Geri: Barney Awesome(2)   Barney Awesome(2) Icon_minitimeÇarş. Tem. 20, 2011 12:12 am

Rp puanı: 95, tebrikler.


/Admin.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://olimpos.my-rpg.com
 
Barney Awesome(2)
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Barney Awesome
» Barney Awesome - Görevler
» Barney & Hope
» Barney & Hope

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Olimpos Rpg :: Karakter :: Karakter Oluşturma :: Rp Puanı Belirleme-
Buraya geçin: