Uzun zamandır ilk defa kulübedeki yatağımda uyanmıştım. Tertemiz çarşafların ve yastıkların mis kokusunu içime çekerken yatağımdan hiç kalkmamak, akşama kadar uyumak istiyordum. Ama uzun seneler sonra avcılığın verdiği alışkanlıkla gün doğmadan kalkmış, ne kadar denesem de bir daha uyuyamamıştım. Elimden geldiğince miskin bir şekilde yatağımdan kalkıp uzun uzun saçımı taramıştım. Artık neredeyse belimi geçen saçlarımı örüp uzun, bol bir tişört ve kısa bir şort giydim. O gün eski arkadaşlarımı görmeyi, hatta yenilerle tanışmayı planlıyordum. Bu düşüncelerle artık benim için bir kız kardeşten farksız olan avcı kardeşlerimle vedalaştım ve kulübeden hızlı adımlarla çıktım.
Ellerimi gözlerime siper ettim ve gökyüzüne baktım. Güneş bugün hiç olmadığı kadar parlaktı ama yakıcı değildi. Kampta havanın hiçbir zaman doğal olmadığını unutarak bir an şaşırmıştım. Burası Melez Kampı’ydı ve bir melez olmadığım için bu kampı hiç sevememiştim. Kamptan ayrıldığımıza sevinsem de mükemmel güneşin altında, etrafta cıvıl cıvıl öten kuşları ve sürekli koşuşturan melezleri ne kadar özlediğimi fark ettim. Sesli bir şekilde iç çektim ve hem biraz antrenman yapmak hem de tanıdığım birkaç melezle karşılaşma umuduyla okçuluk alanına gitmeye karar verdim. Okçuluk alanına yürürken bir yandan kampta değişen şeyleri inceliyor, bir yandan da kampı eski haliyle karşılaştırıyordum. "Vay be!" dedim içimden. "Burası bambaşka bir yer olmuş."
Okçuluk alanına vardığımda gözüme çarpan ilk şey buranın hiç değişmediğiydi. Yani değişmeyen şey çevreydi, melezler ise bambaşkaydı. "Yeni melezler de becerikli olsa!" diye düşündüm tam kafamın üstünden geçen oka bakarken. Sinirle okun ne taraftan geldiğine baktım. Sarışın bir çocuk eline hiç yakışmayan bir yayla özür diler gözlerle bana bakıyordu. Kaşlarımı çattım ve sinirimi anlaması için sert adımlarla çocuğun yanına gittim. Elinde gevşekçe tuttuğu yayı aldım ve yüksek bir sesle "Sen ne yaptığını zannediyorsun? Amacın beni öldürmek mi?" dedim. Belki gereğinden fazla sinirle söylemiştim ama çocuğun tepkisini merak ediyordum. Aslında benden gayet büyüktü ama korkmuşa benziyordu."B-ben, özür dilerim. Hedefin önünden geçeceğini nerden bilebilirdim ki?" Nefesi ve saçları çiçek gibi kokuyordu. Tahmin yürüterek "Atış kabiliyeti olmayan bir Demeter oğlu ha? Bir avcıdan birkaç birşey öğrenmek ister miydin çiçek çocuk?" diye sordum. Ona çiçek çocuk ve kabiliyetsiz dememe muhtemelen bozulmuştu ama o bir erkekti ve...onu ezmek doğamda vardı. Bu düşünceyle güldüm ve gülümsememi saklamaya çalıştım. Çocuk "Aaa, şey... Evet olabilir." dedi kararsızlıkla. Broşumu görkemli bir yay takımına dönüştürdüm ve birkaç atış yaptıktan sonra yayı ona verdim. İlk başta oklar hedef tahtasına pek ulaşamasa da gittikçe hedefi tutturmaya yaklaşıyordu. Yardım etmek hoşuma gidiyordu ve o başardıkça ben de en az onun kadar seviniyordum. Tabii bunu ifademe yansıtmıyordum ama galiba bu kampa yeniden alışmaya başlıyordum...