Ilık bir yaz akşamı... Yer yer serpitirilmiş defne ve zeytin ağaçlarının sade ve hafif kokusunu ciğerlerine çekti yavaşça. Diğerlerinin aksine kamp ateşinin başında şekerleme yemiyordu. O, hayatın renklerini görmeyi ne kadar istesede bunu yapmıyordu. Denesede beceremiyordu. Arada bir çok sıkıntılı anlarda içtiği sigaranın pençesine düşmüştü yine. Yavaş hareketlerle kot pantalonunun cebinden minik bir kutu çıkardı. İçinden bir tane sigara çıkardı ve çakmağına yaklaştırdı. Titrek alevin sigaranın beyaz renkli kağıdını kömürleştirmesini izledi bir müddet. Sonra sigarayı dudaklarına yaklaştırdı. Fazla derin olmayan küçük bir nefes çekti ilk başta. O, sigara bağımlısı değildi. İstese bu zıkkımı gerçekten bırakabilirdi. Ama bırakmak istemiyordu. Bu zehri alışkanlık olduğu için değil, sadece vücuduna bir anda gelen titremeler ve yersiz üşümelerden kurtulmak için içiyordu. Aksi halde resmen zift olan bu şeyi vücuduna çekmeyi sevmiyordu. Bıkkın hayatını biraz daha kısa kesme isteğine mani olamıyordu. Sevdiği kimse yoktu. Ailesinden nefret ediyordu. Tanrı olduğu söylenen babasının var olduğuna inanmıyordu. Arkadaşı ya da sevgilisi yoktu. Dudaklarında kendine acıdığını gösteren bir gülümseme belirdi. Kıkırdamaya benzeyen bir ses boğazından istemeyerek kaçtı. Yaşamak için nedenlerini sıralamaya her kalkışında yaşamasına neyin izin verdiğini bulamayarak hayal kırıklığına uğruyordu. Belki bir tane. Ama nesi kesindi ki? Nyks Kulübesindeki kızı her görüşünde kalbinin çırpıntısını duyuyor olması ne o kız için ne de kendini öldürme isteği için bir anlam ifade ediyordu. Ama belliydi. Bunu neden olarak sayıyor ve kıza ya da iki kara delikmişçesine onu çeken siyah gözlerine "seni seviyorum" demeden gitmek istemiyordu. Her ne kadar kız için bir değer ifade etmediğini, kızın kendisiyle tek bir kelime konuşmadığını hatta adını bile bilmiyor olmasına rağmen.
Sigara dumanının rahatsız edici kokusundan tiksinerek ahırlara yöneldi. Sigaranın kokusunu bastıracak doğal bir koku arıyordu burnu belki de. İçeri girdi ağır adımlarla. Etrafa şöyle bir bakındı. Toprak kokusu etrafı sarmalamıştı. Issız görünen ahırda birkaç pegasus dışında bir şey yoktu. Büyük ihtimalle bu ıssızlıktan etkilenip arada bir kafa dinlemeye gelecekti. Tekrar tekrar... Ta ki iş görmeyinceye dek. Kuru bir öksürük boğazını esir aldı birden. Arada bir kullanmak sigaraya karşı bir alışkanlığının olmamasını sağlamıştı. Alışkın olmadığı bu kötü zevk her seferinde öksürük nöbetleri ile son buluyordu. Ahırın içinde turladı yavaşça. Nefes almaya çalıştı. Gözleri boğazının acısıyla sulanmıştı. Sigarayı bir kenara atıp ezerek söndürdü. Kenardaki ahşap banka oturdu yavaşça. Gözlerindeki yaşı elinin tersiyle sildi. Ancak o zaman karşısında gri renkli bir pegasusun kendisine bakarak kişnemekte olduğunu fark etti. Tek bir beyaz ya da siyah noktaya sahip olmayan pegasus göz kamaştırıcıydı. Öyle ki gözleri bile gri renkte parlıyordu. Nikolaos'un gri hayatını temsil edermişçesine orada duruyordu işte. Genç adam acılı bir tavırla yüzünü bir gülümsemenin süslemesine izin verdi. Boğazındaki zonklamaya aldırmayarak bir sigara daha yaktı ve pegasusa baktı. Sigaranın dumanından Nikolaos kadar rahatsız oluyormuş gibiydi. Ama buna rağmen Nikolaos'a yaklaşmaya çalışıyor, istese tahta kapıları yerlerinden sökebilecekmiş gibi davranmaya başlıyordu. Nikolaos acı çeken ve ölmek üzere olan bir adamın sesini andıran fısıltısıyla konuştu. "Ölmeyi bekliyorsun sende ha? Ama ölmek istemiyorsun değil mi?" At sanki onaylarcasına bir kişneme sesi çıkardı. Genç melez gri renkli pegasusa yaklaştı. Üzerindeki yeşil tişört yüzünden yeşile dönmüş gözleri ile pegasusu iyice süzdü. Güzel bir canlıydı aslında. Kanatları olmasaydı normal bir at olarak gerçek dünyada çok fazla değerlenirdi. Bir öksürük dalgası daha Nikolaos'un boğazını tıkadı. Pegasus destek vermek istercesine burnun oğlanın koluna dokundurdu. Fiziksel bir destek değildi. Ama manevi açıdan çok şey ifade edebilirdi. Her ne kadar Nikolaos aslında pegasusun bunu bilerek yapmadığını düşünsede. Sigarayı söndürdü. Sonra gri renkli güzelliğe acılı bir bakış daha attı. "Konuşamadığını ya da beni anlayamadığını biliyorum. Ama yinede yapabiliyormuşsun gibi yapmak içimi rahatlatıyor." dedi ve pegasusun burnunu okşadı. Sonra öne eğilip pegasusun adını fısıldadı. "Gabriel." Bu eskiden yaşayan ve eskiden onun için değerli olan tek kişi olan kardeşinin adıydı. Ona bir şekilde onu hatırlatmıştı.