Olimpos Rpg Percy Jackson ve Olimposlular ile Olimpos Kahramanları serilerinden esinlenilerek oluşturulmuş, zirvedeki rpg forum sitesi. |
|
| Sonsuza Dek.~ | |
|
+25Ange Morgan Lamartine Zack Cliff Burton Helen Grace Burton Miley Bieber Theodor Aquila Zeus Lily Evelyn von Dorff Philomela Morgenstern Thalia A. Carter Andrea Grace Harvey Alyssa Lauren Franke Isabelle Coco Franke Aldrick R. Carter Julia Fackrell Edward J. F. Newgate Hermia Aigian Cocteau Carmen Gabriel Boudicca Lena H. Bryce Marcela V. Martinez Jennifer Amy Carter Leonard L. Carter Chelsea Cocteau-Evans Adyali Beckett Marcus L. Stanislaus Luna Harrods 29 posters | Yazar | Mesaj |
---|
Luna Harrods Poseidon'un Çocuğu
Mesaj Sayısı : 282 Kayıt tarihi : 01/05/11
| Konu: Sonsuza Dek.~ Çarş. Haz. 29, 2011 12:12 am | |
| Zaman o kadar hızlı geçmişti ki. Sanki daha dün onu yeni görmüş gibi hissediyordum. Yataktan kalktığımdan beri aklımda hep o gün vardı. O gün Marcus’un söylediği sözler zihnimde yankılanıyordu adeta. “Bizi tanrılar bile ayıramaz.” demişti “Eğer denerlerse hepsini öldürürüm!”. Onu ilk gördüğüm andaki hisleri bugün tekrar yaşıyordum. Kalbim bir daha yavaşlamayacakmış gibi çarpıyordu. İçimdeki heyecan hissi yüzünden doğru düzgün yürüyemiyordum bile. Hayatım boyunca hep bugünü beklemiştim, hayatımın aşkı ile tanışıp evlenecektim. Hayallerimi süslerdi her zaman bu düşünce. İşte bugün o hayal gerçeğe dönüşecekti. Birkaç saat içinde Luna Harrods değil Luna Carter olacaktım ki bunu söylemek bile heyecandan öldürüyordu beni. Hayatımın aşkı Marcus ile bir daha ayrılmamak üzere hayatlarımızı birleştirecektik. Üstelik âşıklar şehri Paris’te kardeşim Conelia’ya ait olan Kır Bahçesinde olacaktı düğünümüz. Sabah erkenden buraya bakmak için Chels ve Phil ile yola çıkmıştık. Birazdan da diğer nedimelerim gelecek ve nihayet gelinliğimi giyecektim. Onları beklerken etrafa göz gezdirdim, her taraf o kadar kusursuz görünüyordu ki. Çimlerin ve çiçeklerin üzerinde bembeyaz masalar ve sandalyeler vardı. Sandalyelerin üzerinde masmavi kurdeleler bana denizi anımsatıyordu. Masaların üzerindeki açık renkli mumlar ise çok hoş duruyordu. Etrafta vazoların üzerinde bembeyaz çiçekler tam bir düğün havası katmıştı ortama. Her şey tam olarak istediğim gibiydi. Kocaman çeşmeden sular akıyordu. Bu da benim huzurlu olmamı sağlıyordu. Bir tarafım heyecandan ölmeden bitsin şu iş diyordu diğer yanım ise artık başlasın ve hiç bitmesin diyordu. Her şeyin hazır olduğunu görmek yüreğime su serpmişti. Artık giyinmem gerekiyordu ancak yerimden kıpırdayamayacak kadar gergindim. Birazdan herkes gelecekti ve düğün başlayacaktı. Ya bir sorun olur ve her şey ters giderse diye düşünmeden edemiyordum. Ya bir olay çıkarsa da düğünüm, hayatım boyunca beklediğim gün, mahvolursa. Kafamdan bu düşünceleri atmak için kendimi oyaladım. Masalardaki mumlar düzelttim, etrafı gezdim. Kısa süre sonra nedimelerim gelmeye başlamıştı. Bu günde beni yalnız bırakmayan dostlarım ve kardeşlerimin olması harika bir duyguydu. Tek tek gelen nedimelerime sarıldım. Düğün başlamak üzereydi ama daha gelinliğimi bile giymemiştim. Chelsea, zor günlerimde olduğu gibi en mutlu günümde de yanımdaydı. Melez kampına beni getiren oydu, melez olduğumu anlayan hatta beni canavar sanıp boğazıma kılıç dayayan kadim dostum, manevi kardeşimdi. Benim bu günümde onun şahidim olması anlatılamaz bir duyguydu. “ Haydi, artık giydirelim seni” dedi Marcela. O kampta zıtlıklarımıza rağmen en iyi anlaştığım kişilerden biriydi. Gelinin ve diğer kişilerin giyinmesi için geniş ve rahat bir kulübe vardı. Oraya doğru ilerledik.
Kulübeden içeri girdiğimizde gelinliğim cansız bir mankenin üzerinde beni bekliyordu. Askısız, sade ama dantelli elbisem beni tekrar hayal âlemine götürmüştü. Gelinliğimin kurdelesiyle oynamaya başladım. Kızların hepsi mutlulukla iç geçirirken hepsinin aklında kendi düğün hayallerinin olduğunu biliyordum. İşte bu durum beni daha da heyecanlandırmıştı. Her kız kendi düğününü hayal ederdi. Beyaz atlı prensi ile tanışmayı, onunla evlenip sonsuza kadar mutlu yaşamayı hayal etmez miydi? Ve ben hayalimi birkaç saat içinde gerçekleştirmek üzereydim! Kızlar dalmış gitmişken ben kendimi toparlamaya başardım. Gülümseyerek "Eğer biraz daha kapıda dikilirsek Marcus ablası Thalia gibi ağaç olacak. Ayrıca bu dantellerle süslü, belinde kalın bir kurdelesi olan, parıl parıl parlasa ve muhteşem görünse de sadece bir gelinlik. Benim gelinliğim!” dedim kendimi gelinliğime bakmamaya zorlarken. Açıkçası kızların bu heyecanlı ve düşler âlemindeki halleri beni çok eğlendirmişti. Sahi ya birkaç gün önce aynen bende böyle görünüyordum. Kızlar gülüşerek gelinliği mankenden çıkartarak bana giydirmeye başladılar. Evet bu sade ve basit bir gelinlikti ama giymek için fazla zaman kaybetmiştik. Tabii bunun sebebi benim sürekli kıpırdanmamdı. Sıra en çok sevdiğim işe yani saçlarımın yapılmasına gelmişti. Artık heyecanım doruk noktasındaydı. “ Sakin ol. Harika olacaksın” dedi Chelsea bana gülümseyerek. “Umarım” dedim. Bugün ağzımdan çıkan ikinci cümleydi. Heyecandan dilimi yutmuş gibi hissediyordum. Adya, Phil, Clay ve Mia saçımı yaparken Kate, Lia, Bells ve Appz makyajımı yapıyorlardı. Kendimi onların güvenilir ellerine bırakmıştım. Lena ve Chels gelinliğin eteğini düzeltiyorlardı. Düğünü düşündüm. Tüm tanrılar, titanlar, melezler, sentorlar ve diğer herkes davet edilmişti. Şu anda istediğim tek şey sorun çıkmamasıydı. Bazen biz melezler pek kavga etmeden duramayız. Bu tanrılar içinde geçerlidir. Umarım düğünümde bir olay çıkmaz. Sanırım bu son istenilecek şey olur. Saçım bitmek üzereydi. Sadece duvağın takılması kalmıştı. Kendime aynada baktım. Şu an kendimi gerçekten gelin gibi hissediyordum. Heyecandan ve mutluluktan içim kıpır kıpır olmuştu. | |
| | | Marcus L. Stanislaus Zeus'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Canavarlara Karşı Korunma Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 2117 Kayıt tarihi : 07/02/11
| Konu: Geri: Sonsuza Dek.~ Çarş. Haz. 29, 2011 1:36 am | |
| Alnımda biriken iri iri ter damlalarını elimin tersiyle sildim. Her zamanki "kararlı Zeus çocuğu" tipinden eser yoktu bende. Kalbim deli gibi çarpıyordu ve dün geceden beri aynı tempoda atıp durmuştu. Bugün hayatımın aşkı diyebildiğim insanla evlenecektim. Evet, evlenmek fikri hayatım boyunca bana çok saçma gelmişti. Benim gibi hiçbir kadına tutunamayan biri için bu hayati bir karardı adeta. Yıllarca bir sürü kadınla tanışmak ve hiçbirine tutunamamak. Hiçbirinin gözlerine baktığımda, Luna'nın gözlerindeki ışığı göremiyordum. Doğru bir kadın, bir erkeğin karşısına bir kere çıkardı ve sanırım ben de kadınımı bulmuştum. Evet, Luna beni çok değiştirmişti. Benim gibi "tutunamayan" birinden, hatasız olmasa da, bir "koca" modeli yaratmıştı. "Kim bilir, belki bir gün baba da olurum." Ayağa kalkıp kendime bir bardak viski doldurdum. Rahatlamam gerekiyordu ve bu yüzden biraz yardım almam doğru olacaktı. Viski dilime değip boğazımdan içeri girdiği anda vücudumda rahatsız edici bir sıcaklık oluştu. Leo içeride volta atıyordu. Yon'un ise ne yaptığını göremeyecek kadar stresliydim. Benim kadar olmasa da, o da heyecanlıydı. Evet, sonuçta kardeşi evleniyordu ve o benim şahidimdi. "Sakin ol biraz. Yalnız rahatlayacağım diye de içkiyi çok kaçırıp düğüne sarhoş gidemezsin." Birkaç saniye durup beni süzdü. Öyle ki bu birkaç saniyenin sonunda sırıtmaya başlamıştı. Dışarıdan bakıldığında ciddi ve sert çocuk tiplemesini oynayan ben, şu an kendi düğünümden önce adeta bir aciz gibi görünüyordum. Her şey bir anda o kadar değişmişti ki... Dişlerim birbirine çarpıyordu fakat bunu ne Leo'ya ne de Yon'a göstermeye hiç niyetim yoktu. Neden bu kadar telaşlı olduğumu anlayamıyordum. Melez olduğumu öğrendiğim günden beri sürekli bir savaş halindeydim. Canavarla, düşmanlarımla hatta arkadaşlarım ve kardeşlerimle bile... Hiçbirinde ne bu kadar korkmuş, ne de bu kadar telaşlanmıştım... Omzumda bir ağırlık hissettiğimde kafamı yavaşça arkaya çevirdim. Arkamda Yon, elini omzuma koymuştu. Evet, Yon... Kampta en iyi anlaştığım kişilerden biriydi. Yanımda olması beni mutlu ediyordu fakat rahatlamama bir etkisi olup olmadığından şüpheliydim. Bardağımda kalan viskiyi de çabucak bitirdim ve koltuğa biraz daha gömüldüm. Nasıl buraya kadar geldiğimi düşünüyordum. Benim gibi biri için çok fazla ileriye gitmiştim. Her şey plajda başlamıştı. Evet, onu görür görmez neler hissettiğimi düşününce alkolün de etkisiyle gülümsemeye başladım. "Haydi ama! Tek bir bardak sarhoş olmama yetmez!" Aslında sarhoş olmaya niyetimin olduğu da söylenemezdi. Yon ve Leo karşımda oturuyorlardı. Ayağa kalktım ve kendime biraz daha içki koymaya gittim. "Biraz içki isteyeniniz var mı?" İkisi de başlarını 'hayır' manasında salladılar. "Abartmamaya dikkat et." diye seslendi Yon. Abartmamak mı? Şu an biraz daha rahatlayabilmek için çok daha abartabilirdim fakat bunun hiçbir yararı olmazdı muhtemelen. İçkiden bir yudum bile almadan bıraktım ve Leo ile Yon'un yanlarına gittim. Onlarla hiç konuşmadan tekrar kendi iç hesaplaşmalarıma dönmüştüm. "Gerçekten değer mi?" diye sordum kendi kendime. Eskiden olsa sadece bir kadına bağlanmak, hayatımın geri kalanını sadece tek bir kadınla geçirmek düşünceleri bile beni korkutmaya yeterdi. "Tabii ki değer..." diye düşündüm. Bunu Luna'ya her baktığımda bile anlayabiliyordum. Evlenmeye karar verdiğimiz an kendi kendime bir yemin etmiştim. Ettiğim yemin kafamın içinde tekrarlanıp duruyordu. Peşimi asla bırakmayacaktı bu kelimeler. "Senden sonra seveceğim tek kız, ikimizin çocuğu olacak..." Yavaş yavaş sakinleşmeye başlıyordum. Kalp atışlarım normale dönmeye başlıyordum fakat yine de hala çok stresliydim. Kafamı çevirip Yon'a baktım. "Dostum, senden bir ricam var. Ne olursa olsun, sakın bu günün berbat olmasına izin verme." Ayağa kalkıp camın kenarına gittim. Artık davetliler yavaş yavaş içeri girmeye başlamıştı. Kır bahçesinde daha önce de Rose ile Robert'in düğünü yapıldığı için çoğu melez artık burada yabancılık çekmiyordu. Robert'i takdir ediyordum. Tüm melezlerden önce davranmıştı ve bana göre çok büyük bir cesaret örneği göstermişti. Evet, işte şimdi de sıra bendeydi. Camdan gelen konuklara bakıyordum. Belki de birkaç tanrı gelecekti. Aslında tüm tanrıları önemsediğim söylenemezdi fakat babamın gelmesini o kadar çok istiyordum ki... Evet, onunla neredeyse hiç görüşmemiştik fakat o benim babamdı ve hayatımda ileri derecede hayranlık duyduğum belki de tek kişiydi. Kardeşlerimin ve kuzenlerimin gelmesini de istiyordum fakat muhtemelen hepsi gelemeyecekti. İçimi çektim ve camın kenarından ayrıldım. Alnımda yine iri ter damlaları birikmişti. "Vakit dolmak üzere. Artık sonsuza kadar tek bir kadına bağlanacağım. Artık o benim dünyam olacak..." Dalıp gitmiştim adeta. Evleneceğim vakti, adeta ölecekmişim gibi bekliyordum. Leo yanıma yaklaştı ve omzuma dokundu. Geldiğini hissetmemiştim bile. "Bak kardeşim, eğer kaçacaksan bu son şansın. İyi düşün derim." Sözlerinde dalga geçtiği kadar, ciddiyet de vardı. Buradan anında kaçabilirdim. Belki de kimse izimi bulamazdı. Fakat Luna'nın olmadığı bir dünyada mutlu olabilir miydim? İşte buna olasılık vermiyordum. "Teşekkürler ağabey, sözlerini aklımda tutmaya çalışırım." Zaman artık gelmişti ve ne yapacağımı bilmiyordum. En sonunda kendimi zamana bırakmaya karar verdim. Sakinleşmek için birkaç dakikam vardı. Yon ve Leo'ya dönüp seslendim. "Ben hazırım."- Spoiler:
Yazı boyutunuzu on veya on bir yapmanızı ve konuşma renklerine dikkat etmenizi rica ediyoruz.
| |
| | | Adyali Beckett Zeus'un Çocuğu
Mesaj Sayısı : 1657 Kayıt tarihi : 21/10/10
| Konu: Geri: Sonsuza Dek.~ Çarş. Haz. 29, 2011 2:32 am | |
| Konuklar fısıldaşarak Kır Bahçesini dolduruyorlardı. Telaşla gözlerimle bahçeyi tarayıp, eksik bir şey olup olmadığını kontrol ettim. Zaten her şey mükemmeldi, kampın ikinci düğünü için herkes çok çalışmıştı. Konukların arasına karışıp bu düğünle yakından uzaktan ilgilenmek istemiyordum ama, ne yazık ki nedimeydim. Düğün dernekleri hiç sevmezdim, Rosie'nin düğününde bile -o beni son anda yakalayana kadar- düğünü uzaktan izlemiştim. Ama şimdi kardeşim Marcus evleniyordu. Ve beni zorla nedime yapmıştı. Ona karşı çıkamamıştım tabii, bu onun hayatındaki en önemli olaydı ve ben kardeşime destek olmak istiyordum. Her ne kadar sürekli kavga etsek de, hayatı bana zindan etse de, ona derinden bir sevgim vardı. Gözlerim yanmaya başladığında, hayır şimdi olmaz, diye düşündüm. Ayağımdaki topuklu ayakkabılarla zar zor yürüyerek, nedimelerin olduğu minik odaya gittim. Kimsenin alınmasını istemezdim ama Luna'yı tanıdığım söylenemezdi. Hatta Marcus olmasaydı ismini bile duymayacaktım. Ama Marcus ondan öyle bahsediyordu ki, kızı Zeus kızı Helen sanabilirdi onu duyan herkes. Düğün hazırlıklarında onu daha iyi görme şansım olmuştu. Uzun boyluydu, vücudu da güzeldi. Mavi parıldayan gözleri ve uzun kestane rengi saçları vardı. Bence normal güzellikte bir kızdı ama Marcus için doğru kişi olduğuna inanıyordum.
Küçük odada tam bir karmaşa hakimdi. Nedimeler oradan oraya koşturuyor, Luna'yı hazırlamaya çalışıyordu. Anlaşılan burada bensiz de işler oldukça iyi gidiyordu. Duvara yaslanıp olayları izlemeye başladım. Luna'nın arkadaşlarıydı nedimeler, benim dışımda tabii. Marcus'un zoruyla nedime olan birisi neden sevgi pıtırcıklarının içine karşabilsindi ki? Luna burada olduğumu farketsin de Marcus'a kardeşin kaçtı demesin diye hengamenin içine karıştım. İyi ki tanıdığım nedimeler de vardı Aslında hepsini tanıyordum da, iyi anlaştığım demeliydim. Phil ve Claire buradaydı. Ve tabii Kitty de. Hepimiz Luna'yla uğraştığımız için onunla hiç konuşamamıştık ama bu günü berbat edebilecek her şeyden kaçınmam gerektiğini biliyordum. İşime konsantre olmalıydım. Philly, Claire ve Mia Luna'nın saçıyla uğraşırken ben sadece bir ara Luna'nın bakışlarını yakalayıp gülümsedim ve iş yapıyormuşum gibi göründüm. Sonra kenara çekildim, zaten herkes çok iyi iş çıkarıyordu. Sadece diğer nedimelerle beni çağırdıkları zaman çıkacaktım, gülümseyecektim ve işim bitecekti. Belki sonra kardeşlerimden habersiz bir şarap şişesi kapıp bir masanın altında keyif çatabilirdim. Umarım...- Kıyafetim:
[img] [/img]
| |
| | | Chelsea Cocteau-Evans Zeus'un Çocuğu
Mesaj Sayısı : 324 Kayıt tarihi : 20/03/11
| Konu: Geri: Sonsuza Dek.~ Çarş. Haz. 29, 2011 3:01 am | |
|
Bu sabah kadim dostum Luna evlenecekti. Hala şaşkındım, onu kampa getirdiğim günü hatırlıyorum. Melez olduğunu anlamam için boğazına kılıç dayamam gerekmişti. Kafamdaki düşünceleri dağıtmaya çalışarak yatağımdan kalktım. Kulübemiz hala uykudaydı; onlar düğüne biraz daha geç geleceklerdi. Üzerime siyah pantolonumu ve beyaz tişörtümü geçirdikten sonra salona doğru gittim. Lena da benim gibi erkenden kalmıştı. “Günaydın!” dedim gülerek. “Günaydın! Çabuk olsak iyi olur.” Dedi. Masada duran portakal suyundan bir bardak alarak odama gittim. Düğünde giyeceğim kıyafeti kılıfa koyduktan sonra portakal suyumu kafama diktim. Sanırım hazırdım, saçlarımı da tutturduktan sonra çantalarımla salona gittim. “Benim Luna’yı almam gerek, Kır Bahçesi’nde görüşürüz. “ dedikten sonra koşarak kulübeden çıktım. Ben de bu kadar heyecan varsa Luna ne haldeydi acaba? Kulübenin girişinde Phil ile karşılaştım. Ufak bir selamlaşmadan sonra kulübeye girdik. Luna bizi görünce hem rahatlamış hem de heyecanlanmış gibiydi. Sürekli nefesini tutuyordu. Arada heyecandan kızarak yüzünü yıkıyordu.
Kır Bahçesi düğün için hazırlanmıştı. Yemyeşil çimlerin üzerinde beyaz çiçekler gibi duran masalar burayı muazzamlaştırıyordu. Masalar üzerindeki ufak detaylar hem gökyüzünü hem de denizleri anlatıyordu. Bembeyaz çiçekler, mavi kurdeleler… En ince ayrıntısına kadar düşünülmüştü her şey. Nedimelerin hepsi gelmişti. Luna hepsine sarıldıktan sonra bana döndü. Luna’ya güven veren bir gülümsemeyle baktım. “ Haydi, artık giydirelim seni” dedi Phil. Yavaş yavaş konuklarımız gelecekti. Gelini hazırlamamız gerekiyordu. İleride duran ufak kulübeye doğru ilerledik. İçerisi gelin ve damat için hazırlanmıştı bile. Ufak bir koltuk, bolca askı ve minibar vardı. Luna’nın gelinliği bir cansız mankene giydirilmişti. Hepimiz bembeyaz gelinliğe baktık, insanı büyüleyen cinstendi. Sade ama bir o kadar şık gelinlik. Ne diyorum ben! Bunların hepsi bana ters şeylerdi. Ama gene de dostumu bugün yalnız bırakmayacaktım. "Eğer biraz daha kapıda dikilirsek Marcus ablası Thalia gibi ağaç olacak. Ayrıca bu dantellerle süslü, belinde kalın bir kurdelesi olan, parıl parıl parlasa ve muhteşem görünse de sadece bir gelinlik. Benim gelinliğim!” dedi gülerek. Gülmeye başlamıştım, kendimi hemen toparlamam gerekiyordu. Zorlu bir uğraştan sonra gelinliği giydirmiştik. “Canavarlarla uğraşmak daha kolay!” dedim fermuarı çekerken. Sandalyeye oturturken. “ Sakin ol. Harika olacaksın” dedim. Her şey mükemmel gidiyordu, saçlarını ve makyajını yaptıktan sonra Luna hazır olacaktı. “Umarım.” Dedi. Gergin duruyordu, aklımdan bir iki kadeh bir şey içirmek geldi. Fazla kaçırırsa bugünü rezil etme gibi bir risk vardı ki bunu göze alamazdım. Dört bir yandan Luna ile uğraşıyorduk. Eteğini düzeltiyor, makyajını yapıyorduk. Sonunda her şey hazırdı. Aynanın karşına geçirdiğimizde gözleri doluyordu. “Hadi ama! Ağlayacaksan gidelim biz.” Dedim. Bilindik bakışlarından birini attık. Karşımda bir peri kızı vardı, herkesi büyüleyebilecek bir peri kızı. Kapının vurulmasıyla kendimize gelmiştik. “Girebilirsiniz.” Dedi biri. “Konuklarımız gelmeye başladı.” Dedi Adya. Luna hazırdı ama bizler hala geldiğimiz gibiydik. “İzninizle Bayan Carter, biz nedimeleriniz ve şahidiniz de giyinmeli.” Dedim. Koşarak siyah çantamı buldum. Uzun uğraşlar sonucu – Lena’nın yardımıyla – elbisemi giymiştim. Hafif makyaj ve saçlarımı düzleştirdikten sonra ben hazırdım, sıra arkadaşlarımı hazırlamakta ve Marcus’un gelip Luna’yı almasındaydı.
- Kıyafetim:
En son Chelsea Cocteau-Evans tarafından Çarş. Haz. 29, 2011 3:40 am tarihinde değiştirildi, toplamda 4 kere değiştirildi | |
| | | Leonard L. Carter Zeus'un Çocuğu/Kılıç Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 1903 Kayıt tarihi : 09/10/10
| Konu: Geri: Sonsuza Dek.~ Çarş. Haz. 29, 2011 3:29 am | |
| Odanın içinde bir o yana bir bu yana doğru yürürken bugünün geldiğine inanamıyordum. Küçük kardeşim, Marcus evleniyordu. Kamptan içeri ayak basışını, öz kardeşim olduğunu öğrendiğimi daha dün gibi hatırlıyordum. Kardeşim olduğunu öğrendiğimde babama, Zeus’a kızmıştım biraz. İlk önce bir ikizim çıkıyor, ardından ise küçük bir kardeşim ortaya çıkıyordu. Ama Marcus’u tanıdıkça sevmiştim. Tanıdıkça aklımda anılar belirmişti. Daha önceden silinen anılar kardeşlerimle birlikte geri geliyordu hep. Marcus ile ilgili hatırladığım ilk anım ise onu anneme karşı koruduğum gündü. Daha 5 yaşında olan Marcus evin içinde koştururken annemin en sevdiği vazoya çarpıp vazoyu kırmıştı. Annem vazonun kırıldığını gördüğünde çılgına dönmüş Marcus’a bağırıp çağırmaya başlamıştı. Ben ise o bağırırken Marcus’u korumuş ve suçu üstüme alınmıştım. Marcus… Her zaman kararlı, güçlü ve hırslıydı kardeşim. Ama bugün bu özelliklerin hiçbirini onda göremiyordum. Çok heyecanlı olduğu her halinden belliydi. Rahatlamak için içki içip duruyor, ben ve odada bulunan Yon görmeden alnında biriken ter damlalarını siliyordu. İçmemesini sağlamak zorundaydım. Bünyesi bu kadar fazla içkiyi kaldıramayabilirdi ve düğününe şarhoş gidemezdi. "Sakin ol biraz. Yalnız rahatlayacağım diye de içkiyi çok kaçırıp düğüne sarhoş gidemezsin." Dedim onu süzerek. Daha sonra ise gülümsedim. Bir süre bana öylece baktı ve arkasını döndü. Çok telaşlı olduğu belliydi. Bunu belli etmemeye çalışsa da ben bunu görebiliyordum. Onu çok uzun zamandır tanıyordum ve neler hissettiğini çabucak çözebiliyordum. Her zaman sert görünürdü ama aslında hiçte sert değildi Marcus. Ama küçük yaşından beri omzunda çok yük vardı ve bazen bunları taşımakta zorlansa da asla pes etmiyor, bunlarla sonuna kadar mücadele etmesini biliyordu. Her zaman yaşından daha olgundu Marcus. Sadece kızlar konusunda pek parlak bir geçmişi yoktu. Luna’dan önce çıktığı bütün kızlarla çok kısa ilişkileri olmuştu ve sonunda aradığı kişiyi bulmuştu. Luna, Marcus’u değiştirmişti ve evlilik kararları beni çok sevindirmişti. Ben bu düşüncelere dalmışken yanımda oturan Yon kalktı ve Marcus’un yanına gitti. Marcus’un omzuna elini koydu ve bir süre Marcus’un yanında durdu. Yon, Marcus’un kampta en iyi anlaştığı arkadaşlarındandı. Biz birbirimizi pek tanımasak da Yon’u severdim. Yon yanıma gelip oturduğunda Marcus kalkıp kendisine içki koymaya gitti. "Biraz içki isteyeniniz var mı?" diye sordu bize dönüp. İkimizde başlarımızı ‘‘hayır’’ dercesine iki yana salladık. "Abartmamaya dikkat et." Dedi Yon. Ama Marcus yine de bardağını doldurdu. Bardağı aldı ve bir süre bekledi. Daha sonra bardağı tek bir yudum almadan yerine bıraktı ve yanımıza oturdu ve bizimle konuşmadan düşünmeye başladı. Düşünecek o kadar fazla şey yoktu aslında. Ama bu onun için yeni bir başlangıç olacaktı. Bunu düşündüğü belliydi. Bir süre düşündükten sonra kararını vermiş olacaktı ki Yon’a doğru döndü. ''Dostum, senden bir ricam var. Ne olursa olsun, sakın bu günün berbat olmasına izin verme." Dedikten sonra ayağa kalktı ve pencereye doğru ilerledi. Dışarıyı seyretmeye koyuldu. Yerimden kalkıp küçük kardeşimin yanına gittim. Dışarısı dolmaya başlamıştı. Çimlerin üzerinde bembeyaz masalar vardı. Masalar gibi bembeyaz olan sandalyelerin üzerlerinde mavi kurdeleler vardı. Bahçe çok güzel dizayn edilmişti. Birçok melez vardı bu bahçede. Herkes gelemezdi tabii. Ama çoğu buradaydı. Rose ve Robert’ın düğününde buraya gelmiş olan melezler yabancılık çekmiyordu. Yeni olanlar ise öylece etraflarına bakınıyor, düğün alanını inceliyorlardı. Gözüm kapıya kaydı. Birçok kişi içeri giriyordu. Marcus’un gözleri de o taraftaydı. Babamızın o kapıdan girmesini istediğini biliyordum. Düğünden önceki gün bana sormuştu. ‘‘Ağabey, sence babam gelir mi?’’ Ona söyleyebildiğim tek şey ‘‘Bilmiyorum.’’ olmuştu. Beni o zamana kadar fark etmeyen Marcus’un omzuna elimi koydum. "Bak kardeşim, eğer kaçacaksan bu son şansın. İyi düşün derim." Bu sözlerimi hem dalga geçerek, hem de ciddiyetle söylemiştim. O bir an düşünür gibi oldu fakat sonra gülümsedi. "Teşekkürler ağabey, sözlerini aklımda tutmaya çalışırım." Gülümsedim ve saatime baktım. Zaman neredeyse gelmişti. Marcus aynanın yanına gidip son kez üstüne başına baktıktan sonra Yon ve benim olduğum tarafa döndü. "Ben hazırım." Bunu söylemesiyle birlikte ‘‘İşte başlıyoruz.’’ dedim ikisininde duyamayacağı bir sesle. | |
| | | Jennifer Amy Carter Zeus'un Çocuğu
Mesaj Sayısı : 242 Kayıt tarihi : 16/08/10
| Konu: Geri: Sonsuza Dek.~ Çarş. Haz. 29, 2011 3:47 am | |
| Abilerimden Marcus'un düğünüydü ve ben daha Yunanistan'daki anneannemin evinden çıkamamıştım. Ne şans ama! Zaten anneannem Zeus'u oldum olası sevmezdi ve ona bir kardeşimin evlendiğini söylediğim zaman homurdanarak gitmememi söyledi. Aslında o benim öz anneannem değildi. Ama daha öz annem velayet davasını kazanamamıştı ve öz kardeşlerimin yanında yaşamıyordum henüz. Aynada kendime son bir kez baktım ve evden kaçmak için doğru anı beklemeye koyuldum. Anneannem her gün saat 4'te arkadaşlarıyla poker oynamaya giderdi (Ne anneanne ama!) yani evden çıkmam için en ideal saat 4.30'du. Aynanın karşısında biraz daha oturdum ve sonra susup anneannemi dinlemeye başladım. Çıkmış olmalıydı ki ev sessizliğe gömülmüştü. Yavaşça kapımı açtım ve diğer tüm odaları da dolaşıp kimsenin beni takip etmediğinden emin oldum. Arkasından büyük balkona çıkıp çok sevdiğim pegasusum Nerissa'yı çağırdım. Ness beni hiç bekletmeden geldi ve hemen burnumu yaladı. Gülümsedim. "Seni yaramaz kız, özledin mi beni yoksa?" Nerissa cevabını "hmm" şeklinde bir ses çıkartarak verdi. Tabi ki pegasusca bilmediğim için "evet Jenn, hemde nasıl!" demiş olabilirdi. "Eh, seni taşımak zorunda kalmadığım zamanlar evet" demiş olabilirdi. "Sen yokken çok daha mutluyum" da demiş olabilirdi. Ne yazık ki Poseidon çocuğu değildim ve tahmin yürütmek yerine ilk düşüncemin doğru olduğuna kendimi inandırarak pegasusuma bindim. Hemen yola koyuldum. Yol uzundu, biliyordum ama kardeşlerimi görmek için sabırsızlanıyordum. Yine de içimde hafif bir burukluk vardı, daha abilerimden biriyle doğru düzgün vakit geçiremeden ayrılmak zorunda kalmıştım. Bu beni çok üzüyordu ama Marcus için mutlu olmaktan başka ne gelirdi ki elimden? Paris'e vardığımda Marcus dışarıya çıkyordu. Heyecanla gidip boynuna sarıldım. "Jenny! Artık gelemeyeceğinden endişelenmeye başlamıştım!" dedi sevinçle. Ah, yapmayın aptal gözler, şimdi ağlamanın hiç sırası değil! "Gelmez olur muyum abicim" dedim gülümsemeye çalışarak ama kahrolası gözlerim daha fazla dayanamadı ve sanki bir çağlayan gibi akmaya başladılar. Marcus zaten heyecanlıydı, şimdi eli ayağına dolaşmıştı. "Ağlama Jenny" diyebildi sadece. Haklıydı, ağlamaktan bir an önce vazgeçmeliydim, yoksa özene bezene yaptığım makyajım mahvolacaktı. Ayrıca bu abimin en mutlu günüydü, onu desteklemeliydim, onu üzemezdim. Kendimi toparlamaya çalıştım. "Sen bana bakma" dedim. Marcus gülümsedi ve ilerlemeye başladı. Bu arada içeriden diğer abim Leo çıktı ve ona da sarıldım. "Hadi ama Jenny, ağlamanı geceye sakla, tek başına o aptal Yunanistan'a döndüğünde doya doya ağlayabilirsin" dedim kendi kendime. Bu arada Leo'da bana bir peçete uzatmakla meşguldü. Peçeteyi alıp abime teşekkür ettim ve yanlarından ayrıldım. Daha fazla orada kalırsam kendimi tutamayacağımdan korkuyordum çünkü. Derin bir nefes alarak kalabalığın arasına karıştım... | |
| | | Marcela V. Martinez Hestia Rahibesi
Mesaj Sayısı : 126 Kayıt tarihi : 23/05/11
| Konu: Geri: Sonsuza Dek.~ Çarş. Haz. 29, 2011 4:03 am | |
| Heyecanla Kır Bahçesi’ne girdim. Tekrar Paris’te olmak çok güzeldi, özellikle de en yakın arkadaşlarımdan birinin düğününde olmak. Üstelik nedimesi olarak… Ben aşk meşk işlerinden pek anlamazdım, zaten anlamama da gerek yoktu, ne de olsa rahibeydim ve rahibe olmak erkeklerden uzak olmak demekti. Yine de Luna’nın nedimelerinden biri olmak mutluluk vericiydi. Güneşli bir gün, yemyeşil çimlerin üzerinde beyaz güller gibi duran bir sürü masa ve gelinle damadı betimleyen mavi süslemeler… Her şey çok güzeldi, adeta peri masalından fırlamıştı. Herhangi bir canavar ya da babam buraya gelse, kesinlikle en kötü kâbuslarını burada yaşarlardı. O derece sevimli ve huzur doluydu. Canavarlara burada işkence yapsam… Etrafla ilgili fanteziler kurmaya başlamadan heyecanla etrafı inceleyen Lun’un yanına gittim ve biricik arkadaşıma sarıldım. Garip bir durumdu ama heyecandan bayılacak gibi olmuştum. ‘Evlenen sen değilsin Violetta!’ diye kızdım kendime, ama heyecanlanmam o kadar da kötü bir şey değildi, sonuçta ilk defa en yakın arkadaşım evleniyordu! Eğer o Zeus oğlu arkadaşımı üzme gibi bir hata yaparsa onu doğduğu güne pişman ederdim. Hatta bunu yapmak için babamdan yardım bile isteyebilirdim! Düğüne çok az kalmıştı, gelini hazırlayacaklar buradaydı, ama biz hâlâ oyalanıyorduk. “Haydi, artık giydirelim seni.” dedim ve gelinin hazırlanacağı küçük kulübeye geçtik. İçeri girdiğimizde herkesin bakışları gelinliğe takıldı. Bembeyaz, dantellerle süslü bir elbise olmasına rağmen muhteşemdi. Ben böyle şeylere terstim ama kötü demek gelinliğe de Lun’un zevkine de haksızlık olurdu. Luna’nın "Eğer biraz daha kapıda dikilirsek Marcus ablası Thalia gibi ağaç olacak. Ayrıca bu dantellerle süslü, belinde kalın bir kurdelesi olan, parıl parıl parlasa ve muhteşem görünse de sadece bir gelinlik. Benim gelinliğim!” demesiyle kendimize geldik. Gülüşmeler arasında Luna’yı hazırlamaya başladılar. –lar, çünkü ben kapıda nöbet tutacaktım. Damat, erkek, canavar, kısacası düğün günü gelinin yanına girmemesi gereken kişileri gelinden uzak tutmak gibi kutsal bir görevim vardı. Yavaş yavaş gelmeye başlayan misafirleri ve huzurlu atmosferi bozulmaya başlayan düğün alanını izlemeye başladım. Herkes heyecanlıydı, herkes şıktı ve herkes mutluydu… Etrafta canavara benzeyen kimse de yoktu, kısacası her şey yolundaydı. Zaten kapıda beni görenler yaklaşamıyordu. İşte psikopat olmak böyle bir şeydi! Karşımdakine korkusundan daha yüz metre ötedeyken yolunu değiştirtebiliyordum. Ben duvara yaslanmış etrafı gözetlerken nedimelerden biri olan Adya girdi kulübeye. Eh, onu durduracak değildim. Arkasından ben de girdim. Bekle bekle sıkılmıştım, ne inatçı bir erkek gelmişti, ne de başka bir şey olmuştu… Kızlar son hazırlıkları yapıyorlardı. Luna bir peri kızını andırıyordu ve Marcus’un onu görünce suratında oluşacak ifadeyi zihnimde canlandıramıyordum bile. Artık kesinlikle emindim, bir peri masalının ortasına düşmüştüm, ama şikâyetçi olduğum söylenemezdi. Hazır olmayan nedimeler de hazırlandıktan sonra –ben onlardan değildim, çünkü buraya kendi evimden arabayla gelmiştim- Luna kendisine aynada son bir kez baktı. Herkesin gözleri dolmuştu, benim bile! Yok yok, ben çok fazla sosyalleşmiştim. Acilen arkadaşlarımla bağımı kesmeliydim. En azından bazılarıyla… Bu sadece bir düşünceydi, yapamayacağıma emin olduğum bir düşünce. Bu düşünceyi çabucak kafamdan atıp gülümseyerek “Kızlar! Sakın özendiğimi düşünmeyin, ben tamamen sizleri düşünüyorum, ama gelinin ayakkabısının altında isimleriniz var mı?” dedim. Tüm kulübeyi bir telaş sardı. Anlaşılan herkes bu önemli geleneği unutmuştu. Luna’ya ayakkabısı zorla çıkartıldıktan sonra isimler yazılmaya başladı. Burada olan, olmayan tüm dostların isimleri ayakkabının altında yerlerini aldıktan sonra ayakkabısı Lun’a geri verildi ve o büyük an için dışarı çıkılmaya başlandı. İşte büyük günün büyük anı gelmişti!
- Spoiler:
| |
| | | Lena H. Bryce Artemis Avcısı/Sanat ve Zanaat Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 3383 Kayıt tarihi : 23/01/11
| Konu: Geri: Sonsuza Dek.~ Çarş. Haz. 29, 2011 4:25 am | |
| Saat çalmaya başladığında heyecanla açtım gözlerimi.Bugün biricik kardeşim,Luna evleniyordu.Hemen yatağımdan çıktım ve yüzümü yıkadım.Pijamalarımla salona doğru giderken Chels'in uyanmış olmasını umuyordum.Chelsea salonda değildi;fakat benden birkaç dakika kadar sonra o da yanımıza geldi.Büyük bir heyecanla “Günaydın!” dedi.İkimizde istemsiz bir şekilde gülümsüyorduk.Ben bu sırıtışı yüzümden silmeye çalışarak “Günaydın! Çabuk olsak iyi olur.” dedim.Chelsea daha Luna'yı alacaktı zaten.Hemen masada duran portakal suyunu aldı ve odasına koştu.O gittikten sonra ben de portakal suyumu içtim ve odama gittim.Düğünde giyeceğim elbiseyi özenle katladım ve mukavva bir torbanın içine özenle yerleştirdim.Elbisenin kırışmayacağından emin olduktan sonra gardırobumdan bir kot şort ve lacivert bir gömlek çıkardım.Pijamalarımı değiştikten sonra yerde duran elbise poşedini ve masadaki çiçekleri kaptığım gibi kapıya koştum.Luna'yı ve nedimeleri görmek için sabırsızlanıyordum.Pegasusumdan yavaşça indim.Silver'ı diğer melezlerin pegasusları arasına bıraktım ve koşarak gelinin yanına gittim.Odaya girdiğim an içimi bir sevinç kapladı.Luna gelinliğinin içinde son derece güzel görünüyordu ve çok mutluydu.Kardeşimi mutlu görmek beni de çok mutlu etmişti.Hemen onun yanına gittim ve sıkıca sarıldım.Heyecanla ''Geldiğin için çok mutluyum Lena.Beni bugün yalnız bırakmadım.'' dedi.Onun bu tatlı heyecanına bir tebessümle karşılık verdim.''Kardeşimi en özel gününde yalnız bırakamazdım heralde.Bu arada,bu çiçekler senin için.'' dedim.Bana teşekkür etti ve çiçekleri kokladı.Sanırım bunları düğün çiçeği olarak kullanacaktı.O diğer nedimelerle konuşurken Chels'in yanına gittim.Elbisesini giymeye çalışıyordu;fakat fermuar yarım yerde tıkanmıştı.Chels nefes almakta güçlük çekerek ''Lena,acaba birazcık yardım edebilir misin?'' dedi.''Etmem şart sanırım,yoksa biraz sonra boğulucaksın'' dedim gülerek.Yarım saat kadar fermuarını çekmeye çalışmıştık;ama sonunda başarılı olduk.Ona bakarak ''Vay canına,amma güzel oldun!'' dedim.Utangaç bir şekilde teşekkür etti ve ''Sen bana yardım ettin,şimdi seni giydirmemiz lazım'' dedi.Bu konuda endişeliydim,elbise bana da pek rahat değildi yani.Beyaz elbisemi geçirdim ve fermuarı çekmesi için Chels'e yanı işaret ettim.Chelsea tüm kuvvetini harcadı,ama sonunda başardı.Sonra alnındaki terleri silerek ''Sayende bayağı kas yaptım yani!'' dedi.Gülerek ''Evet,ama değdi mi bilmiyorum.Umarım tam gelini götürürken falan patlamaz!'' dedim.İkimizde kahkalar içinde gülmeye başladık.Sonra Luna bize bakarak ''Şimdi benim ağlamam gerekiyor mu?'' diye sordu.Chels gülerek ''Tabi ki hayır,sevdiğin kişiyle evleniyorsun ve tüm dostların yanında!Bugün ağlamak çok saçma!'' dedi.Ve sonra tüm nedimeler Luna'nın aykkabısının altına adını yazmaya başladı.Tabi biz avcı olduğumuzdan hemen ortamdan uzaklaştık.Chels'in kulağına eğilip ''Hey Chels,şurdaki ağacın gölgesinde oturup bir şeyler içmek istiyorum.Dionisos kızı yardımcı olabilir mi?'' diye fısıldadım. ''Eğer gölgede Dionisos kızına yer varsa,tabiki olur.'' dedi ve göz kırptı.İki sarhoş avcıdan daha kötü bir şey olabilir miydi?Sanırım cevabını öğrenecektik.Çok çılgın bir düğün olacağa benziyordu.- Kıyafetim.:
| |
| | | Carmen Gabriel Boudicca Ares'in Çocuğu
Mesaj Sayısı : 149 Kayıt tarihi : 21/06/11
| Konu: Geri: Sonsuza Dek.~ Çarş. Haz. 29, 2011 5:25 am | |
| Uyandığımda aklıma ilk gelen şey düğün oldu. Luna'nın düğünü. Beni çok iyi tanımasada incelik yapıp bana da davetiye vermişti. Homurdanarak yerimden kalktım ve ayaklarımı sürüyerek duşa gittim. Duştan çıktığımda uzun siyah elbisemi giydim ve saçımı yaptım. Eteklerimi kaldırdım ve koşar adımlarla ahıra gittim. "Rebey." dedim takma adını kullanarak. Sinirle kişnedi. Kapısını açtım."Gidiyoruz oğlum." dedim ve ordaki kutulardan birinden yardım alarak üstüne çıktım. Eteğimi düzelttim. Ve kalkışa hazırlandım. ** Kır Bahçesine indiğimizde etrafın kalabalık olduğunu gördüm. "Vay be" dedim Rebelian'dan kayarcasına inerken. Dizginlerini tuttum ve onu diğer pegasusların yanına götürdüm. Diğerlerinin yanında dev gibiydi. Altın-gümüş gözlerini sinirle bana çevirdi. Gözlerinde yatan mesajı görüyordum."Sana sonra bunu ödeteceğim." Gülümseyerek kadife gibi olan burnuna öpücük kondurdum ve uslu durmasını tembihledim. Eteklerimi kaldırarak ve diğerlerinin eteklerine basmamaya çalışarak ilerledim. İçki servisi yapılan masaya yöneldim. İlk kadehi doldurdum zarifçe dudaklarıma götürdüm ardından diğerlerine arkamı dönüp fondipledim. İçkiye karşı dayanıklılığım vardı. Yanımdaki melez göz ucuyla bana bakıp "Yavaşla güzelim." dedi. Kafamı onay verircesine salladım. Şimdi gelini bulmalıydım. Yeniden insanlara çarpmamaya gayret ederek kalabalığı yardım. Gözlerim deli gibi Luna'yı arıyordu. Herhalde nedimeleriyleydi.
Tanıdık kimseyi göremeyince etrafta dolanmaya başladım. Çoğu kişinin yüzünü biliyordum ama muhabbetim yoktu. Rebelian'a bir uğrasam fena olmazdı. Rebelian beni gördüğünde sinirle kişnedi. "Ne var oğlum ?" dedim., yaklaşarak. "Bilanca ! Önümdeki yemek tabağıma bakar mısın ?" Şaşkınlıkla durakladım. Rebelian zihnimde konuşuyordu. Şaşkınlığımı attıktan sonra önündeki tabağa baktım. Şeker ve çikolatalarla doluydu.En nefret ettiği yiyecekler. Reblian herkesten nefret ederdi. Benden bile. Aniden aklıma evden çıkarken yaptığım hareket geldi. Şiş olan çantamı açtım ve içinden bir lahana çıkardım.Birkaç kişi dönüp baktı.Rebelian bütün salyalarını elime akıtarak lahanayı elimden aldı. Iyyk. İğrenç hayvan. Elimi çantanın içinde bulduğum buruşmuş peçeteye sildim. Arkamı dönüp giderken " Nereye gidiyorsun ? Ben daha açım" arkamı dönmeden zihin yoluyla "Gerisi evde kocaoğlan." "Kahretsin." Bir pegasus'un küfredebildiğine inanır mıydınız ? Ben artık inanıyordum. Rebelian'ı arkada bırakarak kalabalığın arasına karıştım. Kıyafetim:- Spoiler:
| |
| | | Hermia Aigian Cocteau Ares'in Çocuğu/Kulübe Lideri/Melez Denetleyicisi
Mesaj Sayısı : 1491 Kayıt tarihi : 26/08/10
| Konu: Geri: Sonsuza Dek.~ Çarş. Haz. 29, 2011 6:28 am | |
| | |
| | | Edward J. F. Newgate Apollon'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Canavarlara Karşı Korunma Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 1784 Kayıt tarihi : 21/12/10
| Konu: Geri: Sonsuza Dek.~ Çarş. Haz. 29, 2011 6:37 am | |
| İlginç bir ruh hali içindeydim. Dışarıda bir çok düşmanım beni beklerken ben bu odada en yakın arkadaşımı izliyordum. Gözümün hemen altında ki yara izime dokundum ve gözlerimi kıstım. Bu kadar mutluluğun olduğu bir yere ölümün gelmesini istemiyordum. Gelecekse de ne pahasına olursa olsun bunu engelleyecektim. Bir çok saçma düşmanım vardı. Ama bu gün bu odada otururken sadece Yon'dum. Gerçek ismimi kusarmışçasına sessizce söyledim. "Edward". Annem bana bu ismi mi koymuştu? Ne klasik bir isimdi aslında. Ama benim için isim benliğimin ve kişiliğimin yansımasıydı. Edward ismi bana bir çok ciddi sorumluluk ve yük getirmişti. Ancak bu gün düşmanlarıma aldırmayacaktım. Bu gün uzun zamandan sonra Yon olarak geçireceğim arkadaşlarımın bana Yon diye hitap edeceği gün olacaktı. Başımı kaldırdım. Odada heyecanla gezen dostum Marcus'a baktım. Kendimi onun yerine koymaya çalıştım. Ama bunu daha önce bu odadayken yani Robert'in düğününde de başaramamıştım. Sanırım uzun bir süre daha kendime birini bulamayacaktım. Ama bu gün buna aldırıp kendimi üzmemeliydim. Ne de olsa Marcus her gün kız değiştirsede bir kez evlencekti. Nedense bu kıza gerçekten sadık kalacağına inanıyordum. Bunu Marcus Luna'nın gözlerine bakarken dahi anlamıştım. Dostuma bir kez daha baktım. Belki de kampın en sert çocuğu karşımda titriyordu. Bunu bana belli etmemeye çalışarak yapsa da onu anlamayacak kadar aptal değildim. Kalkıp içki doldurmaya giderken gülmeye başladım. Uzun zamandır gülmediğimi fark etmem beni şaşırtsa da bunu kesmedim. Marcus içki alıp almayacağımızı sorana kadarda güldüm. Leo yanımda bana farklı bir şekilde baksa da Marcus ilginç ruh hallerimi artık biliyordu. Hiç kimsenin görmediği bir şeyi görüp ziddileşebilir aynı şekilde bunun tam tersini yaparak gülebilirdim. İmza atarken böyle bir şey yaşamamayı umdum. Marcus bir bardak ne olduğunu anlamadığım içkisini alıp oturdu. Oldum olası içki ile aram berbattı. Çay içmeyi severdim. Bazen kahve. Ama içkiden hiç bir zaman hoşlanmadım. Belki beni çabuk sarhoş ettiğinden, belki de tadını gerçekten sevmediğimdendir. Ve ben 2. tercihe oy atmasını her zaman sevmişimdir.
Marcus başını öne eğmişti. İlk bardağını çoktan bitirmişti. Ayağını sürekli haraket ettiriyordu. Bu beni biraz rahatsız etsede bir şey söylemedim. Boş bardağı elinde biraz daha çevirdikten sonra kalktı. Anlaşılan tekrar içki doldurmaya gidiyordu. Ne kadar dayanıklı da olsa bunu içmemeliydi. Ayağa kalktım. Takım elbise giymekten nefret etsemde bu gün için giymiştim. Üstümü refleksif bir şekilde silkeledikten sonra hasır şapkamı kaldırıp saçlarımı geriye doğru attım. Ve Marcus'un yanına yavaşça yürüyerek gitmeye başladım. Bu arada o bize yine içki isteyip istemediğimizi soruyordu. Arkamda ki duvara yaslanıp yavaşça söylendim. Abartmamaya dikkat et. dedim. Bunu söyledikten bir süre sonra yerime oturdum. Bir süre ayakta dikilen arkadaşım yanımıza gelip oturdu. İçeride ne hüzünlü bir hava vardı ne de sevinçli bir hava. Marcus hala kendi iç çatışmalarındaydı. Ta ki bana dönüp "Dostum, senden bir ricam var. Ne olursa olsun, sakın bu günün berbat olmasına izin verme." diyene kadar. Klasik haraketlerimden birini yapıp şapkamı çıkardım, arka ayağımı hafifçe geriye ataraka eğildim. Bunu Marcus'un önünde asla yapmazdım ama bu gün mutlu günü olmalıydı. Neşelenmeye ihtiyacı vardı. Ve bu söz içinde ki çatışmanın bittiğine işaretti. Kararını vermişti ve sonuna kadar hazırdı. Yüzümde hafif bir gülümseme ile şapkamı taktım ve Marcus'un son kez kendini gözden geçirişini izledim. Bunu yaparkendestratejileri mi oluşturuyordum. Bu kadar melez ve tanrının olduğu yer elbette canavar çekebilirdi. Umudum çekmemesi yönündeydi ama olasılıkları ne kadar düşük olursa olsun gözden geçirmek gerekti. Marcus'un sesini duyana kadar da devam ettim. Ben hazırım. Otomatik olarak kapıya yöneldim. Yavaşça yürümeye başladım. Bundan sonra bu işten benim kadar hızlı olsa bile kaçamazdı. Her adımımda mutlu olması için bağlılık tanrısı artık her kimse ona dua ettim. | |
| | | Julia Fackrell Apollon'un Çocuğu
Mesaj Sayısı : 482 Kayıt tarihi : 15/02/11
| Konu: Geri: Sonsuza Dek.~ Çarş. Haz. 29, 2011 9:16 am | |
| Sabah alarmımın çalmaya başladı. Hemen yataktan fırladım, alarmı kapadım ve çalışma masamdaki onlarca kâğıt arasında ajandamı bulmaya çalıştım. Sadece gerçekten özel günler de alarmım çalardı. Ajandamı bulduğum da büyük bir sevinç içerisinde 29 Haziran gününü açtım. Çok hızlı açmış olmalıyım ki ajanda'nın içinden bir kâğıt fırladı. Kâğıdı hava da yakaladım ve bunun bir düğün davetiyesi olduğunu gördüm. "Bu gün Marcus ve Luna'nın düğün günü"ydü. Bir çığlık attım ve Yon'un odasına koştu. Yon şahidi ve düğüne geç kalama durumunda falan olamazdı. Ama Yon'un odasına gidip onun orada olmadığını görmek beni biraz da olsun sakinleştirmişti. Burada değilse Paris'te Marcus'un yanın da olmayıydı. Yani öyle umuyordum. Sonra kahvem bitti ve dibindeki o acı tadı ile kendime geldim. Hemen o dama koştum ve dolabımın kapağını açıp kıyafetlerime baktım. Saniyeler içerisinde üstümü değiştirmiştim bile. Hemen makyajımı yapmak için tüm makyaj malzemelerini çıkarıp aynanın önüne yığdım ve yine saniyeler içinde hafif tonlarda bir makyaj yapmıştım. Kulübenden fırlayarak çıktım ve ahırlara doğru koşup biraz yaklaştığım da bir ıslık ile Işık Hızını çağırdım hemen üstüne atladım ve havalanınca dizginleri elime alıp "Hadi oğlum son sürat Paris’e" dedim. Paris teki Kır bahçesine vardığımızda Işık Hızını diğer Pegsusuların arasına bıraktım ve kalabalığın arasına karıştım. Bir süre dolaştıktan sonra karşıma daha bir gün önce tanıştığım arkadaşım Bilanca çıktığın da oldukça sevinmiştim. Hemen onun yanına gittim. "Selam Bilanca" "Ah selam Julia. Ne kadar da güzel dekore edilmiş öyle değil mi?" " Evet. Aynen Marcus ve Luna gibi. Deniz ile gök hiç bu kadar iyi birleştirilemezdi" Bir süre böyle çane çaldıktan sonra "Gelini görmeye gidelim mi?" "Aaa olur. Bu çok iyi bir fikir" dedik ve birlikte gelinin odasına gittik. İçeri girdiğimizde her kez gelinin ayakabısının altına isimlerini yazıyordu ama biz yazmadık. Luna çok heyecanlı görünüyordu. Ayrıca çok güzel ve çok tatlıydı. Gelinliği çok güzeldi. Bu haliyle bir prenses gibiydi... Bir süre orada kaldıktan sonra Bilanca'yı dürtükledim ve "İstersen gidelim. Nedimeler ve gelin birazdan başlayacaklar" "Ahh tamam." dedik ve bir yere geçip birazdan başlayacak olan düğünü izlemek için sabırsızlıkla beklemeye başladık... | |
| | | Aldrick R. Carter Zeus'un Çocuğu
Mesaj Sayısı : 288 Kayıt tarihi : 25/02/11
| Konu: Geri: Sonsuza Dek.~ Çarş. Haz. 29, 2011 9:33 am | |
| İtiraf etmek gerekirse kır bahçesinde düğün yapmak iyi fikirdi diye düşünüyordu Aldrick bir ağaca yaslanırken. Etrafa bakerken elindeki şarabı içiyor,düşünmeye devam ediyordu.Aldrick'e göre ağabeyi Marcus'un fikirleri her zaman iyiydi fakat bu fikri gerçekten harikaydı. Etrafı incelerken dans pistine bakıyordu. Biraz sonra nikah kıyılacak ve herkes bu dans pistinde dans edecekti. Onun en çok ilgisini Thalia ile dans etmek çekiyordu. Çok az da olsa içinde korku vardı, ya dans anında Thalia'nın ayağına basarsa ? Çok kötü olacağı kesindi. Eğer düşünmeye devam ederse delireceğini düşündüğü için ağabeyi Marcus'u aramaya başlamıştı. Yürürken bahçenin çok kalabalık olduğunu farketmişti. Küçük tanrılar, satirler, dryadlar... Kampın tamamı buradaydı. Tanıdığı kişilere selam veriken birisine çarpmıştı. Kafasını kaldırdığı zaman Dionysos'a çarptığını görmüştü. Gülümseyerek " Merhaba Tanrı Dionysos . Nasılsınız ? " diye sormuştu.Dionysos'un "Biraz dikkatli ol be ! " demesini bile takmamıştı. Bugün keyfi yerindeydi ve bunu kimsenin bozamayacağını düşünüyordu. Marcus'u arıyordu ama Thalia'yı görünce onun yanına doğru gitmişti. Birisiyle konuşurken yanağından ö pmüştü. Thalia izin isteyerek misafirin yanından ayrılmış ve Aldrick'e dönerek " Selam. Nasılsın aşkım ? " dedikten sonra Aldrick'i öpmüştü. Aldrick " İyi iyi . " diyerek ona gülümsüyordu. Thalia'ya sarıldıktan sonra " Her neyse, sanırım meşgulsun." deyip Marcus'u aramaya devam etmişti. Marcus'u ararken başka birine çarpmıştı. AğabeyiLeonard... Ağabeyi Leoard " Hey. " diye bağırdıktan sonra " Aldrick. Neden bu kadar heyecanlısın ? Sen mi evleniyorsun " dedikten sonragülmeye başlamıştı. Aldrick " Kim bilir , belki bir gün. " derken kalbi tertemizdi.Marcus'un yerini sorduktan sonra yerini öğrenmiş,oraya doğru yürümeye başlamıştı.Ağabeyinin yanına geldiği zaman ,ağabeyinin çok heyecanlı olduğunu fark etmişti. Normalde çok soğukkanlı olurdu,ama bugün soğukkanlılığını kaybettiği kesindi.Aldrick yanına yaklaşarak "Eee, kulübeden gidiyor musun artık?" dedikten sonra gülmeye başlamıştı.Ağabeyini güldürmek yerine canını sıktığını anlayınca "Problem yok ağabey,biz evlenip gideceğiz sonuçta." demişti. Ağabeyini viski içerken ilk defa görmüştü.Ağabeyi aklına bir şey gelmiş gibi koşarken Aldrick onu kolundan tutmuştu. Marcus ona çok sinirlenmişti ama Aldrick " Bana kızma,sana Kevin'ın hediyesini verecektim " dedikten sonra 1780 yapımı şarabı ona vermişti. Marcus kafasını tamam anlamında salladıktan sonra şarabı almış ve koşmaya başlamıştı. Aldrick, bugünün çok zor geçeceğini düşünmeye başlamıştı bile. | |
| | | Isabelle Coco Franke Poseidon'un Çocuğu
Mesaj Sayısı : 315 Kayıt tarihi : 01/09/10
| Konu: Geri: Sonsuza Dek.~ Çarş. Haz. 29, 2011 10:00 am | |
| Bugün biricik kardeşimin, Luna'mın, en özel günüydü. Sonunda Marcus'la evleneceklerdi. Hepimiz onun için sonsuz bir mutluluk içindeydik. Aynı zamanda Marcus için de çok seviniyordum. Biri yakın arkadaşım, biri de kız kardeşimdi. Benim için bundan daha anlamlı bir şey olamazdı. İkisi adına çok mutluydum. Düğünden bir gün önce Andy ve Helen'la birlikte Paris'e gelmiştim. Hem alışveriş için hem de nedime olduğum için erken gelmem benim için en mantıklısıydı. Genelde okyanus aşırı ülkelere gittiğimde ortama adapte olabilmek için bir ya da iki gün önce orada olmam gerekiyordu. Diğer türlü, bitkinlikten bayılacak duruma gelmem çokta zor olmuyordu. Bunu sevgili amcam Zeus'a borçluydum. Havaalanına iner inmez bavullarımızı alıp taksi tuttuk. Ülkeme dönmüş olmanın mutluluğu içindeydim. Düğünden sonra bir kaç gün daha Fransa'da kalıp annemi ziyarete gitmeye karar verdim. Taksiye bavulları yerleştirirdikten sonra hızla otele doğru yol aldık. Akşam yemek ve alışveriş için dışarı çıktık. Uzun arayışlardan sonra ben istediğim nedime elbisesini seçtim. Düğün günü erkenden uyandım ve duş alıp kahvaltıya indim. Helen ve Andy henüz uyanmamışlardı. Bu yüzden kahvaltıdan sonra onlara not bıraktım ve elbisemi ve eşyalarımı alıp kır bahçesine gittim. Düğün için bütün hazırlıklar tamamlanmıştı. Yemyeşil çimler ve ağaçların yanında bembeyaz masalar vardı. Bir diğer tonda mavi kullanılmıştı. Zeus ve Poseidon'un mavisi. Çimlerden geçip bahçedeki binaya girdim. Luna nedime odasında hazırlanmaya başlamıştı bile. Yanına gidip ona sarıldım. Heyecandan titriyordu, ellerini tuttum ve sandalyesine oturttum. Claire ve diğer nedimeler saçlarını yapmaya başladılar. Ben, Kate, Lia ve April makjajını yaptık. Luna tamamıyla hazır olunca nedimelerde giyinmek için ayrıldılar. Mia benimle birlikte bir odaya geldi ve ben elbisemi giyerken yardımcı oldu. Daha sonra birbirimizin saçlarını yaptık. Mia'nın saçlarını toplarken sızlanmasına kulak asmadım. Ben de saçlarımı topuz topladım ve dışarı çıktık. Mia'ya zorla makyaj yaptırdım. Sonuç tahmin ettiğim gibi mükemmel oldu. Heyecandan hepimiz zamanın nasıl geçtiğini anlamadık. Neredeyse bütün konuklar gelmişlerdi. Luna gelinliğiyle destansı görünüyordu. Çıkmak için artık dakika sayıyorduk ki Marcy'nın hatırlatması üzerine Luna'nın ayakkabılarının altına isimlerimizi yazdık. Bir kaç dakika sonra Mia ve ben dışarı çıkıp baktık. Bütün konuklar yerlerini almıştı, odaya geri döndük ve hemen ardından Marcus kapıda belirdi. Luna çicek buketini de eline alarak ayağa kalktı. Nedimelerden bazıları eteklerini düzeltirken biz kardeşler olarak hepimiz tek tek Luna'ya sarıldık. Çoğu nedime ağlamamak için gözlerini yukarıya dikmişti. Luna usulca kapıdan çıktı ve Marcus'un koluna girdi. Müziğin başlamasıyla herkes yerini aldı ve büyük anı herkes heyecanla beklemeye başladı..Elbisem:- Spoiler:
| |
| | | Alyssa Lauren Franke Hades'in Çocuğu
Mesaj Sayısı : 642 Kayıt tarihi : 27/01/11
| Konu: Geri: Sonsuza Dek.~ Çarş. Haz. 29, 2011 10:13 am | |
| Bugün Luna ve Marcus evleniyordu. İksinin de heyecanlı olduğunu hissedebiliyordum. Zıtlığın mükemmel uyumuydu onlar. Zeus ve Posedion. Böyle bir düğünü kaçırmam çok saçma olurdu. Davet edildiğimde zevkle kabul etmiştim.
***
Düğünden bir gün önce annemi ziyarete gitmiştim. Onu uzun bir süredir görmüyordum ve çok özlemiştim. Paris'de yaşıyordu. Paris'i görmeyeli çok uzun zaman olmuştu. Paris'te Luna ve Marcus'un düğünü için güzel bir elbise seçmiştim. Gelin kadar beyaz olmak istemiyordum tabiikide. Bu yüzden koyu bir renk seçmiştim.Ertesi gün yorgun argın kalkmıştım. Acele ile giyinmiştim. Apar,topar bir hazırlık ile düğünün olduğu yere Kır bahçesine gelmiştim. Gelin ve damat daha ortalıkta yoktu. Kardeşim Isabelle'yi aramıştı gözüm. Em sonunda bir masada içkisini yudumlarken görmüştüm. Ona selam veriken sevgilim Peter'i gördüm. Çok yakışıklı gözküyordu. Siyah takım elbisesi ile çok hoştu. Onun boynuna sarıldım. Bir kaç dakika içinde gelin ve damat gözükmüştü. O kadar mutlu ve saf gözüküyorlardı ki. Onları o halde , mutlu bir şekilde gördüğümde çok duygulanmıştım. Mutlulukları için Afrodit'e dua ettim..- Kıyafetim.:
| |
| | | Andrea Grace Harvey Athena'nın Çocuğu
Mesaj Sayısı : 609 Kayıt tarihi : 18/01/11
| Konu: Geri: Sonsuza Dek.~ Çarş. Haz. 29, 2011 10:29 am | |
| Kardeşim Helen, Poseidon kızı Bells ile düğünün bir gün öncesinden Paris'e gitmiştik.Düğün mekanına yakın bir otele yerleşmiştik.Hayatımda en çok beğendiğim şehirlerden biri olan Paris'e gelmek ayrı bir zevk, daha dün çocuklar gibi su savaşı yaptığım Marcus'un hayatındaki en önemli güne, düğününe gelmek ayrı bir zevkti benim için.Kamptaki zamanımın çoğunun Marcus'la geçtiği inkar edilemez bir gerçekti.Kampa aynı zamanda gelmiş sayılırdık, çoğu şeyi birlikte öğrenmiştik.Onun arkadaşlığı benim için oldukça değer kazanmıştı zaman içinde.Şimdi onun bir aile kurmaya başlamasının ilk adımına şahit olacaktık.Bu gerçekten heyecan verici bir olaydı.Sanki ben evlenecekmişim gibi heyecanlanmak aptalcaydı, biliyorum ama Marcus'un artık kendi hayatına başlayacağı düşüncesi hem acı verici hem de heyecanlandırıcıydı.Yeni bir yuva kuracaktı sevdiği kadınla beraber.Kim bilir, belki de çocukları olacaktı.Kamptan iyice uzaklaşacaktı belki ama hiç değilse mutlu olacaktı.Hepimizin dileği de buydu zaten; mutlu olması.Otel odasına yerleşirken bütün bu düşünceleri aklımdan çıkaramıyordum.Bir an önce kendimi toplasam iyi olacaktı çünkü daha büyük gün için hazırlanmamız gerekiyordu.Yanımda getirdiğim küçük çantayı rastgele bir yere koyarken ayağıma daha rahat bir ayakkabı giyerek odamdan çıktım.Alışveriş başlasın ! Alışverişi birkaç saat içinde halletmeyi başarmıştık.Yine de oldukça yorucu ve bezdirici olmuştu.Üç kızın böyle önemli bir gün için dünyanın moda şehirlerinden olan Paris'te, onca güzel mağaza ve elbise içinde kendine uygun bir elbise seçmesi kolay bir olay değildi tabi.Yine de fazla geç kalmadan hazırlıkları tamamlamayı başarabilmiştik.Herkes odasına dağıldığında kendimi huzurlu bir şekilde yatağıma atmıştım.Kısa bir süre için uzandıktan sonra eşyalarımı hazırlardım.Gözlerim engel olamadığım bir şekilde kapanmaya başladığında şimdi Marcus ve Luna'nın ne kadar heyecanlı olduklarını düşünüyordum.Beş yaşındaki çocuklar gibi yerlerinde duramıyorlardı belki, belki de sakin görünüp heyecanlarını bastırmaya çalışuyorlardı.Kim bilir ?
Gözlerimi yavaş yavaş açmayı başardığımda perdenin arkasından odamın içerisine doğru süzülen ışıklardan gözlerimi tekrar kapamıştım.İki kişilik olan yatağımın başındaki sehpanın üzerinde duran saatime zar zor açtığım gözlerimle baktım.Düğün başlamadan önce orada olmalıydık ve bunun için biraz geç kalmıştık.Yerimden sıçrayarak kalktım ve kendime lanetler okuyarak ne yapacağımı düşünmeye başladım.Beni kaldırmadıysalar diğerleri de uyuyor demekti.Üzerime hızlıca sabahlığımı geçirerek Helen'ın odasına gitmek için odamdan çıktım.Kapıyı tıklattığımda cevap gelmediği için içeri girmek zorunda kaldım.Tahmin ettiğim gibi uyuyordu.Gözümün üzerine düşen saçlarımı kulağımın arkasına ittirirken Helen'ın uyandırmak için yatağının başına onu sallamaya başladım.''Helen bu gidişle biz düğüne değil, balayına yetişiriz.Kalk hadi !'' diye bağırıyordum.Beni fazla uğraştırmadan yatağında doğrulan Helen ''Bells nerede ?'' diye sordu uykulu bir halde.Odasından çıkmak için kapıya doğru ilerlerken ''Bilmiyorum, sen de onu uyandır.Ben de hemen hazırlanayım.'' dedim.Kapıdan çıkarken ''Fazla oyalanma !'' diye uyarmayı da unutmamıştım.Odama tekrar girdiğimde üzerimdeki sabahlığı çıkararak dolaba koyduğum elbisemi aldım.Gri, şık ama çok abartılı olmayan bir elbiseydi.İyi bir seçim olduğunu düşünüyordum.Üzerimdeki geceliği çıkarıp elbiseyi giyer giymez aynanın karşısına geçmiştim.Makyaj ve saçım için fazla zamanım kalmamıştı.Hemen hazırlanmalıydım.Saçlarımı zaten kıvırcık olduğu için özel bir çaba göstermeme gerek kalmamıştı.Yandan, dağınık bir topuz yapıp topuzun önüne bir toka taktıktan sonra hazırdım.Paris'te gez gez doyamadığımız mağazalardan birinde aldığım siyah ayakkabıyı da kutusundan çıkararak ayağıma geçirdim.Fazla makyaj ya da süsten hoşlanmazdım.Bu yüzden sade bir görünümü tercih etmiştim.Aynaya son bir kez daha baktıktan sonra çantamı da alarak odamdan çıktım.Odasının kapısını birkaç kez tıklattıktan sonra Helen hemen açmıştı.Saçıyla uğraşıyordu.''Hazır mısın ?'' diye sordum telaşla.İyice endişelenmeye başlamıştım çünkü düğüne geç kalmak istemiyordum.Küpelerini de hızla taktıktan sonra yatağının üzerindeki çantayı hızla kapan Helen ''Hadi gidelim.'' diyerek koridorda hızla ilerlemeye başladı.Otelden dışarı çıktığımızda duraksayarak ''Bells nerede !'' diye bağırdım panikle.Helen kolumdan tutup beni sürüklerken ''Panik yapma, o nedime olduğu için erkenden yola çıkmış.Yatağının üzerine not bırakmayı ihmal etmemiş hiç değilse.'' dedi.Helen caddeye çıkıp gür bir ıslık öttürürken şaşkınlıkla ona bakıyordum.Bu kadar dobra olabileceğini hiç bilmiyordum.Helen'ın ıslığı sayesinde duran taksiye binerek düğün yerine doğru ilerlemeye başladık.
Düğün yerine vardığımda heyecanım artmıştı.Luna'nın gelinlik ve duvak içerisindeki güzelliğini, Marcus'un damatlık içerisinde yaşadığı heyecanı görmek için sabırsızlanıyordum.Mekandaki masalardan birine oturarak etrafı gözlemlemeye başlamıştık.Helen da susmuş, insanları gözlüyordu.Herkes gelmiş olmalıydı, mekan çok kalabalık görünüyordu.Planladığımızdan yaklaşık yarım saat geç gelmiş olsak bile yetiştiğimiz için mutluydum.Saçımı düzeltirken kendi geleceğimle ilgili hayallere dalmadan yapamamıştım.Zihnimde bu düşüncelerle aptal aptal gülümserken Helen'ın dürtmesiyle kendime geldim.''Sanırım düğün az sonra başlayacak.'' demişti.Bulunduğum pozisyondan doğrularak kendimi toparladım ve az sonra gerçekleşecek olan olayın inanılmazlığından kendimi almaya çalıştım.- Kıyafetim:
| |
| | | Thalia A. Carter Afrodit'in Çocuğu
Mesaj Sayısı : 2000 Kayıt tarihi : 02/02/11
| Konu: Geri: Sonsuza Dek.~ Çarş. Haz. 29, 2011 11:12 am | |
| Bugün biricik aşkımın abisinin düğünü vardı.Hayatta kaçıramazdım.Daha bir hafta önceden LA'daki en sevdiğim mağaza olan Chanel'e gitmiştim.Mağazadan adımımı atmamla şu mükemmel Coco Chanel ruj ve ojeleriyle karşılaşınca kendimi hemen o tarafa atmış bir sürü renk oje ve ruj almıştım.Üstelik tanıdık bir müşteri olduğum için bana yüzde elli indirim bile yapmışlardı!Fakat elbise almayı unutmuştum.Bu yüzden NetWork'e uğramış altın sarısı desenleri olan uzun etekli bir tuvalet almıştım.Açıkçası bana çok da yakışmıştı.Bu sabah da Paris'e oldukça erken gidip 'Coiffeur' yazısını ilk gördüğüm yere girmiştim.Paris'te kuaför ayrımı yapılmazdı ne de olsa.Saçımı örgülü topuz yaptırmıştım.Gerçi kuaför bana yakışacağını söylemişti ben de 'Tamam,olur' gibisinden bir şeyler söylemiştim.Açıkçası Paris'teki önerilere her zaman evet deseniz iyi olur.Adamlar işi biliyor yani.
Düğün saatinden yaklaşık iki saat önce giyinmiş bir saat kala da kaldığım otelden çıkmıştım.Düğün ; Kır Düğünü olacaktı.Ne kadar da romantik!Biz de Aldrick ile kır düğünü yapmayı istiyorduk.Belki buradan da bir kaç fikir edinebilirdik.Çiçeklerle donatılmış tel bir kapıdan içeri adımımı atmamla Melez Kampı'nın buraya toplanıp gelmiş olduğunu gördüm.Hemen elinde viski bardağıyla yalnız bir şekilde romantikleri - ona göre aptalları - izleyen Lena'nın yanına gitmeye karar verdim.Fakat sonra beni çağıran Zell'i gördüm.Elime açık barda duran hazır viskilerden tekini aldım o sırada tanımadığım yaşlı bir bayan bana tuhaf tuhaf sorular sormaya başladı.Beni kurtaran Aldrick oldu.Benim yanağıma bir öpücük kondurdu.Ben de misafirden izin istedim ve Aldrick ile kadından biraz uzağa gittik." Selam. Nasılsın aşkım ? " dedim ona ve onu öptüm.Bana gülümsedi ve "İyi,iyi" dedi düşünceli bir tavırla." Her neyse, sanırım meşgulsun." dedi ve gülerek yanımdan ayrıldı.Ben de durduğum yerden ayrıldım.
Tekrar bara gittim ve barmenden tekila shot istedim.Adam bana baktı ve süzdü."Kaç yaşındasınız?" dedi.Viskiye izin var ama tekilaya yok ha?! "Yirmi iki" dedim gözlerinin içine bakarak.Büyükonuş yeteneğimi kullandığımı elbet anlamışsınızdır."Buyur" dedi barmen ve bana tekilamı uzattı.'İstediğimi aldım' gülüşümü takındım ve bardan ayrıldım.Ben de bir masa aradım,sarhoş olabileceğim arkadaşlarımın olduğu bir masa.O sırada Zell yanı başımda bitti."Demek tekila ha?Kaç yaşındasın acaba" dedi dalga geçerek.İkimiz de gülmeye başladık.
- Elbisem:
| |
| | | Philomela Morgenstern Hades'in Çocuğu
Mesaj Sayısı : 184 Kayıt tarihi : 22/04/11
| Konu: Geri: Sonsuza Dek.~ Perş. Haz. 30, 2011 4:25 am | |
|
Bugün bütün kamp için oldukça özel bir gündü. Ayrıca benim için de oldukça gurur dolu bir gündü. Kampa geldiğimden beri benim en yakınlarımdan olan kuzenim Zeus oğlu Marcus'la; oldukça sevdiğim, kamptaki en güvendiklerimden biri olan güzeller güzeli Poseidon kızı Luna evleniyordu. Sabahleyin gelin Luna, onun şahidi Chels ve baş nedimesi olarak ben gelmiştik Lia'nın Paris'teki Kır Bahçesi'ne. Kampın ilk düğününe ev sahipliği yapan bu mekan, kampımızın ikinci düğününe de ev sahipliği yapacaktı. Oraya adım attığımız andan itibaren heyecanını gizleyemeyen Luna'ya bakarak gülümsüyordum. Heyecanında haklıydı, bu yaşta aradığı aşkı bulmuştu ve şu anda onunla evleniyordu. Birden döndüm ve etrafıma baktım. Burası gerçekten mükemmel olmuştu, tapılasıydı. Çiçeklerin her türünden vardı burada, balonların her renginden. Masalar ayrı bir özenle süslenmişti, düğün gününe yakışır şekilde fevkladenin ötesindeydi. Luna büyülenmiş gibi etrafa bakarken en yakın dostu Chels de onun yanında durarak ona destek oluyordu. Ben de yanlarından yürüyordum, burası gerçekten de herkesin hayal ettiği bir düğün yeri olmuştu. Daha fazla vakit kaybetmeden düğüne başlamak istiyorduk hepimiz, özellikle de gelinimiz Luna. Merdivenlerden yukarı çıkarken, benim de içimi bir heyecan kaplamıştı. Daha önce küçükken, annem üvey babamla evlenirken nedime olmuştum sadece. Hem de o zaman baş nedime de değildim, annemin gelinliğini taşıyan minik bir çocuktum sadece. Şimdiyse Luna, bana bu çok önemli görevi vermişti. Böyle bir düğünde baş nedime olmak gerçekten harikaydı. Merdivenlerden çıkmıştık ve gelinin odasına gelmiştik. Bir süre etrafa bakındık, burası bile düğün yerine uygundu. Her yerin muhteşem olduğuna emin olmuştuk, artık gelinimizi giydirebilirdik. Giyinmek için olan kulübelere doğru ilerledik be kapıyı açtığımızda karşımızda Luna'nın gelinliğini bulduk. Ağzım bir karış açık kalmıştı, bu gerçekten harika bir gelinlikti. Bir an kendi hiç gerçekleşmeyecek düğünümü hayal ettim. Kendi gelinliğimi düşledim kısa bir süreliğine. Ardından Luna'nın kıkırdamasıyla Chels'e döndüm. İkimiz de meğersek gelinliğe dalıp gitmiştik. Kendimize geldik ve güzeller güzeli gelinimize gelinliğini giydirdik. İşimizin tamamlanması, Luna'nın sürekli olan hareketinden dolayı biraz gecikmişti. Fakat gerçekten de değmişti. Marcus'a binlerce kez hak vermiştim. Luna fazlasıyla güzel bir gelin olmuştu, belki de gördüğüm en güzel gelin. Ona ağzım açık bir şekilde bakarken donakalmıştım. Bir süre sonra Luna'yı oturttuk ve saçını yapmaya başladık. İşimiz bittiğinde neredeyse ağlayacaktım, o kadar duygulanmıştım. Luna'ya sarıldım. Ardından Marcela, bize topukluların altına yazı yazmayı önerdi. Gülümsedim ve herkes Luna'nın ayakkabısının başına üşüştü. Benim gibi kirli bir kızı kimsenin almayacağını bilsem de, ben de bir gün gelinlik giymek istiyordum. Ayakkabılarının altına isimlerimizi yazdık. Ben yaklaşık dördüncü olarak ismimi yazdırmıştım. Ardından Luna'ya döndüm ve gülümsedim. "Artık inmeye ne dersiniz?" dedim gözlerimi sonuna kadar açarak. Düğün başlamak üzereydi, süper olacaktı.
- kıyafetim.:
| |
| | | Lily Evelyn von Dorff Afrodit'in Çocuğu
Mesaj Sayısı : 156 Kayıt tarihi : 21/04/11
| Konu: Geri: Sonsuza Dek.~ Perş. Haz. 30, 2011 7:09 am | |
| Saatimin sesiyle uyandığımda bugünün her günden farklı olduğu hissi her yanımı sarmıştı. En sevdiğim yer olan Paris'te, amcamın yanındaydım. Çünkü bugün Luna ve Marcus'un düğünü vardı. Düğün Kır Bahçesi'nde olacağı için bende Paris'e amcamın yanına gelmiştim. Birkaç gün önceden doyasıya alışveriş yaparak düğünde giyeceğim elbisemi, ayakkabımı ve takılarımı almıştım. Yani bugün için her şeyim tamdı. Sadece yatağımdan kalkarak hazırlanmak kalıyordu bana. Doğrularak kalktım. Erken bir saat olmasına rağmen güneş doğmuştu. Pencereye yaklaşarak dışarıyı süzdüm. Her zamanki Paris'ti işte. Daha sonra kıyafetimin asılı olduğu dolaba geri dönerek giyinmeye başladım. Paris'e geldiğim ilk gün dolaştığım mağazaların birinden çok beğenerek almıştım bu elbiseyi. Elbisemin altına da yeni almış olduğum topuklu ayakkabılarımı giydim. Hemen sonra ise aynanın karşısına geçerek ilk önce takılarımı taktım ve ardından saçımı yapmaya koyuldum. Abartmadan her zamanki gibi saçımı da hallettim. Son olarak da hafif bir makyaj yaptım. Ne çok azdı ne de çok fazla. Boy aynasında kendime son bir kez baktım. İyi gözüküyordum. Her şeyimle uyum sağlamıştım ve hazırdım.
Hazırlanmış olmanın mutluluğuyla amcamın evinden çıktım. Kır Bahçesi buraya yakın olmasına rağmen yürümek istemiyordum. Hemen pegasusum Jesy'mi çağırdım. Canım pegasusum beni hiç bekletmeden bir anda yanımda belirdi. Kapkara gözleriyle masumca bana bakıyordu. Yüzüme yayılan gülümsemeyle birlikte pegasusuma binerek Kır Bahçesi'ne doğru uçmaya başladık. Kısa süre içinde Kır Bahçesi'ne varmıştım. Pegasusuma son bir kez bakarak içeri doğru ilerlemeye başladım. İçeri girdiğimde gördüğüm manzara adeta beni büyülemişti. Her şey gerçekten çok harikaydı. Renklerin uyumu, eşyaların dizaynı… Buraya bakakalmak bile insana huzur veriyordu. Kısa süre daha bakındıktan sonra kendime geldim ve ilerideki bir masaya doğru yürümeye başladım. Burası da yavaş yavaş kalabalıklaşıyordu. Tüm konuklar masalara doğru ilerliyor, yeni gelenlerde çevrelerini süzüyordu. Düğünde birazdan başlayacak gibiydi. Luna'yı, gelinlikli haliyle gerçekten merak ediyordum. Çok güzel olacağından hiç şüphem yoktu.- Kıyafetim:
| |
| | | Zeus Tanrı
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 19/08/10
| Konu: Geri: Sonsuza Dek.~ Perş. Haz. 30, 2011 9:58 pm | |
| Bugün oğlumun düğünüydü ve ben onları yeterince bekletmiştim. Marcus nikahı benim kıymamı istediğinde öncelikle kabul etmek istemedim; çünkü oğlumun bir Poseidon kızıyla evlenmesinden hoşnut değildim. Bir Zeus ve bir Poseidon kızı ha! Bu gerçekten güçlü bir birleşimdi ama bir tanrı olarak dünyaya karşı görevlerim olduğu gibi, bir baba olarak da oğluma karşı görevlerim ve sorumluluklarım vardı. Ayrıca onlar seçimlerini yaptıktan sonra bana laf düşmezdi -her ne kadar Tanrıların Kralı olsam da-
Düğün alanına indiğimde tüm melezlerin bakışları bana dönmüştü. Etrafıma bakındım. Paris’te evlenmek güzel bir fikirdi ve Hades’in oğluyla Poseidon’un diğer kızı da burada evlenmişti. Zaten en çok karşı olduğum düğün buydu. Hades’in Poseidon’la güçlerini birleştirmeye çalıştığını biliyordum ve bu düğün buna da katkı sağlamıştı şüphesiz. Derin bir nefes aldım ve tüm bu düşünceleri aklımdan uzaklaştırdım. Bunları düşünmenin sırası değildi. Ama diğer bir yandan Paris bana Carter çocuklarının annesini ilk gördüğüm zamanı da anımsatıyordu. Yüzümde belli belirsiz bir gülümseme olduğunu sonradan fark ettim ve yine tüm ciddiyetimi takındım. Masaya oturduğumda diğer şahitler ve oğlumla geline de oturmalarını işaret ettim ve sözlerime başladım. “Hepiniz hoş geldiniz” dedim soğuk bir tavırla. Konuklar nefeslerini tutmuş, söyleyeceklerimi bekliyorlardı. “Sen Şimşeklerin ve Gökyüzünün Ulu Tanrısı Zeus’un oğlu Marcus Carter, Deniz ve Deprem Tanrısı Poseidon kızı Luna Harrods’ı eşin olarak kabul ediyor musun?” diye sordum. Oğlum geline döndü ve gülümsedi. Sonra da tekrar bana dönerek “Evet, kabul ediyorum” dedi. Melezlerden büyük bir alkış sesi yükseldi. Tek kaşımı kaldırarak melezlere döndüğümde kır bahçesi tekrar sessizliğe büründü. “Ya sen Denizler ve Depremler Tanrısı Poseidon kızı Luna Harrods, Gökyüzü ve Şimşeklerin Tanrısı Zeus’un oğlu Marcus Carter’ı eşin olarak kabul ediyor musun?” diye sordum. Gelin bir an bile düşünmeden “Evet!” dedi mutlulukla. Şahitlere döndüm. “Bu evliliğe şahitlik ediyor musnuz?” diye sordum. Onlarda evet dedikten sonra tekrar gelinle damada döndüm. “O halde sizi evli bir çift ilan ediyorum melezler. Huzurlu bir hayat sürmenizi dilerim. Oğlum, gelini öpebilirsin” dedim ve gitmek için ayağa kalktım. Bir an için Marcus’un gözleri bana döndü ve bana gülümsedi. “Teşekkür ederim baba” dediğini ağzıyla dile getirmese de ben duymuştum. O anda aslında ne kadar önemli bir şey yapmış olduğumu anladım. Oğluma gülümseyerek hafifçe başımı salladım ve tekrar Olimpos’a gitmek gösterişli bir çıkışla düğün alanını terk ettim… | |
| | | Theodor Aquila Apollon'un Çocuğu
Mesaj Sayısı : 710 Kayıt tarihi : 30/10/10
| Konu: Geri: Sonsuza Dek.~ Perş. Haz. 30, 2011 10:56 pm | |
| Bu... Kravat... Çok...Sıkı... Eğer yakın bir arkadaşınız, hatta bir şekilde (nasıl olduğunu inanın ben bile bilmiyorum) kuzeniniz olan biri evleniyorsa katlanmanız gereken şeylerden biri kravattır. En son ne zaman kravat taktığımı hatırlamıyorum, ama sanırım bir tören eşliğinde filan çıkartmış olmalıyım. Neyse, bugünün en kötü yanının bu olmasını dileyerek son kez her şeyin hazır olduğunu kontrol ettikten sonra kulübeden çıktım.
Paris'e daha önce hiç gelmemiştim. Eyfel Kulesi'ni hep merak etmiştim ama annemin bütçesi bu tarz bir geziyi karşılamaya yetmemişti malesef. Şimdiyse gözümü açıp kapayana kadar gelebiliyordum. Şehrin üzerinde ufak bir tur attıktan sonra dillere destan güzellikteki Kır Bahçesi'ne iniş yaptım. Hazırlıklar tamamlanmak üzereydi sanırım. Her taraf bembeyazdı. Beni her zaman en çok ilgilendiren şey olan güneş ise ne insanı yoruyordu ne de üşümesine neden oluyordu. Bu yüzden babama ufak bir dua ettim ve düğünün sonunda adak sunmaya karar verdim. Aksi takdirde düğün kötü geçerse Marcus hepimizi lanetlemek için elinden geleni yapabilirdi. Sahi o neredeydi acaba? Henüz hazırlanması bitmemiş miydi? Ya da -benim de yapacağım gibi- stresini gidermek için bir şeyler mi içiyordu? Şimdi yanına gitsem bir dert, gitmesem başka dert. En iyisinin beklemek olduğuna karar verdim ve en yakın masaya oturdum. Düğünün başlamasına kısa bir süre kalmıştı. Ben bile heyecanlanmaya başlamıştım nedense. Kendime saçmalama derken bir anda gökyüzü daha berrak bir hale geldi, hava Dünya ilk oluştuğu günden beri ilk defa bu kadar temiz oluyordu sanırım. Bunu yapan gücü ararken birden Tanrıların Kralı Zeus'u gördüm. İster istemez üstüme başıma çeki düzen verdim. Bu sırada gelin ve damat olan Luna ile Marcus evlenecekleri alana doğru yürümeye başlamışlardı bile. Sanırım burada başka bir ilahi güç daha bulunmuştu, çünkü Luna Afrodit tarafından kutsanmış gibi duruyordu. Marcus ise ne olduğunun farkında değilmiş gibi duruyordu. Suratında şapşal bir gülümseme vardı. Karşısına babası geçince o da ciddileşti. İlk defa bir arkadaşım evleniyordu. Vay be, yaşlanmaya başlamıştım sanırım artık. Bu sırada Tanrı Zeus sırayla Marcus'a, Luna'ya ve şahitlere klasik soruları sordu. Hepsi de heyecanla evet dedikten sonra çılgın kalabalık delicesine alkışlamaya başladı. Zeus bir ara Marcus'la bakıştıktan sonra geldiği kadar ihtişamlı bir şekilde Olimpos'a geri döndü. Sanırım artık Marcus'u tebrik etme zamanıydı. Diğerleri de benim gibi düşünüyor olacaktı ki önlerinde bir kalabalık oluşmuştu. İte kaka Marcus'a ulaştım ve onunla tokalaşıp konuşmaya başladım. "Şimdi ne konuşulur bilmiyorum ama öncelikle hayırlı olsun. Hediye olarak çeyrek altın filan getirmeyi düşündüm de New York borsası coşmuş durumda alamadım kusura bakma. Hem zaten bu kadar Tanrı ve Tanrıça geliyor, benim hediyem kum tanesi gibi kalırdı. Yine de dayanamadım ve parama da kıyamadığım için El İşleri Alanı'na gidip seninle Luna'nın heykelinizi yaptım. Beğenmediğiniz bir yer olursa değiştirebilirim. Heykel şu an odanda olsa gerek, malum nereye gideceğinizi bilmiyorum. dedim. Marcus cevap verdikten sonra ona Luna'yı da tebrik etmek istediğimi söyleyip kız grubunun arasına daldım. Az kalsın ruj filan süreceklerdi bana, canımı zor kurtardım yani. Luna'yla daha önce hiç konuşmamıştık ama onu tanımamak mümkün değildi. Karşısına geçip "Tebrikler Luna, sonsuza dek mutlu olacağınıza inanıyorum. Sizin için ufak bir hediye hazırlamıştım, Marcus yerini biliyor. Ben en iyisi gideyim, daha çok gelen var. dedim ve önce nefes alabileceğim bir yere çıktım. Daha sonra da düğünde eğlence çıkartabileceğini düşündüğüm insanların yanına gittim. | |
| | | Miley Bieber Hephaistos'un Çocuğu
Mesaj Sayısı : 217 Kayıt tarihi : 14/12/10
| Konu: Geri: Sonsuza Dek.~ Cuma Tem. 01, 2011 5:06 am | |
| Sabah uyandığımda herkes uyanmış bir koşuşturma içindeydi.Ah doğru bugün düğün vardı.Ben hemen ayağa kalkıp Elena'nın odasına gittim.Onla biraz konuştuktan sonra (Yaklaşıp 5 saat kadar)seçmiş olduğum kıyafetimi ve ayakkabımı giymek için odama gittim.Üzerimi giydim.Saçlarımı açıp şöyle bir salladıktan sonra salona geçtim.Herkes oturuyordu.Ben Hemen `` ee siz gelmiyor musunuz?´´ diye sordum.Eh cevap alamamıştım ama olsun.Hemen Kulübeden çıktım ve Kır bahçesine gitmek için yürümeye başladım.eh Elena'dan ödünç aldığım topuklu ayakkabılarla da bu toprak alanda pek de yürümek mümkün olmuyordu.Ama sonunda kır bahçesine ulaşmıştım.Ama sanki biraz geç kalmıştım ama yine de gelmiştim.Sonra hemen Luna'cığımın yanına gidip ona ve Marcus'a mutluluklar diledim.Ve ona gerçekten benim için değerli olan üzerinde kar atnesi bulunan yüzüğümü(kar tanesine dokununca istediğin tüm silaha çevirebiliyorsun ) eline verip ki benim için o yüzükten ayrılmak zor olmuştu.Sonra yanlarından ayrılıp bir yere oturdum.Artius gelmeyecekti.Ben de öyle boş boş oturmaya devam ettim.Ben oldum olası düğünlerden nefret etmiştim ama gelmek zorunda hissetmiştim kendimi ve işte buradaydım.Eh Luna seni aramızda görmek isteriz deyince bende gelmiştim.En azından bunun için pişman değildim | |
| | | Helen Grace Burton Athena'nın Çocuğu/Mitoloji Tarihi Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 366 Kayıt tarihi : 23/10/10
| Konu: Geri: Sonsuza Dek.~ C.tesi Tem. 02, 2011 3:47 am | |
| Bir gün önceden geldiğimiz Paris'te Andy'le alışverişimizi yapıp alelacele düğüne koşturmuştuk. Bizimle birlikte Bells'te gelmişti. Nedime olduğu için bizi bırakıp erkenden mekana gelmişti. Kapıdan girer girmez gözlerim Bells'i aradı ama henüz ortalarda yoktu. Herkes neredeyse buradaydı. Zack'in de gelememiş olduğunu gördüm. İşler yüzünden son anda kalmıştı. Hayal kırıklığı yaşarken Andy beni boş masalardan birine doğru çekiştirmeye başladı. Masaya oturduk ve etrafı incelemeye başladık her şey son derece mükemmel olmuştu. Beyazların yanında mavi tonları kullanılmıştı. Sandalyeler, masalar, şamdanlar.. Tam hayranlıkla bunları konuşurken düğün müziği çalmaya başladı. Herkes gelin ve damadın çıkacağı yere döndü. İlk nedimeler çıktı ve yerlerini aldılar. Ardından Marcus ve kabarık gelinliğiyle Luna nikah masasına doğru ilerlediler. Herkes heyecanla alkışlamaya başladı. Zeus nikahı kıymak için konuşmaya başladığında herkes aniden sustu. Zeus'u,tanrıların tanrısını ilk defa canlı olarak görüyordum. 'Evet'lerin ardından otantik bir dans müziği çalmaya başlamıştı. Andy'le oturduğumuz yerden dansı izliyorduk. Zeus gelmiş, nikahı kıymış ve aniden yok olmuştu. Çok ani olmasına karşın sonuç olarak Marcus ve Luna artık evliydiler. İkisi birbirlerine o kadar çok yakışıyorlardı ki! Hoş düne kadar Marcus'un evleneceğine inanmıyordum. Ama şu anı gördükten sonra aksini bile düşünemez oldum. Birbirlerine aşkla bakıyorlardı. Tam o sırada yan masadan ağlama sesleri gelince Andy'le dönüp şaşkınlıkla ağlayan kim diye baktık. Luna'nın nedimelerinden biriydi. Yanındakiler onu teselli etmeye çalışıyorlardı. Bu kadar duygusal olmalarına Andy sırıtınca ben gülmeye başladım. Hava kararmıştı. Mum ışıklarının etrafında dans devam ediyordu. Romantik şarkılar bitmiş herkesin eğlendiği şarkılar çalmaya başlamıştı. Andy'le gidip Marcus ve Luna'yı tebrik etmeye karar verdik. Masalarına oturmuşlar dans edenleri izliyorlardı. İkisine de sarıldık ve en iyi dileklerimizi sunduk. Bizim arkamızdan gelenlere yol verdik ve masaya geri döndük. Andy sessizliği bozup ''Dans mı etsek Helen? Ben çok sıkıldım.'' diyerek dudaklarını büktü. Onaylamayı düşünüyordum ki Bells elinde üç tane şampanya kadehiyle masaya oturdu. ''Yorgunluktan ölmek üzereyim, ama değdi. Hadi kızlar Luna ve Marcus'un şerefine!'' diyerek güldü. Kadehleri tokuşturduk ve Bells'e katılarak ''Luna ve Marcus'a!''... Kıyafetim:
| |
| | | Zack Cliff Burton Nyks'in Çocuğu/Kulübe Lideri/Dövüş Sanatları Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 814 Kayıt tarihi : 23/02/11
| Konu: Geri: Sonsuza Dek.~ C.tesi Tem. 02, 2011 11:19 am | |
| Sinirli bir şekilde saatine bakıp ayağı ile ritim tutarken '' Efendim zamanında oraya ulaşmaya çalışacağız lütfen sakin olun '' dedi Sebastian Zack'in dikkatini kendisine çekerek. Sebastian'ın bu konuda bu kadar rahat davranması Zack'in sinirli bakışlarını saatinden çekip hizmetkarı Sebastian'a dikmesine neden oldu. Zack sinirli bir şekilde Sebastian'a bakmaya devam edip konuşmaya başladı '' En yakın arkadaşlarımdan birisinin düğününü kaçırıyorum Sebastian. Nasıl sakin olabilirim? ''. Sebastian Zack'in söylediklerini dikkatli bir şekilde dinledikten sonra '' Efendim bu iş görüşmesi şirket için hayati bir önem taşıyordu. Eminim arkadaşınız bunu anlayacaktır. Ayrıca beraber bir çok tehlike yaşadınız. Bir çokda acı çektiniz. Aynen canavarlar denizinde olduğu gibi. Böyle bir şey aranıza giremez bence. '' dedi her zamanki kendinden emin ve sakin bakışları ile. Sebastian'ın söylediklerini duyduktan sonra Zack bakışlarını Sebastian'dan çekip özel uçağının penceresinden dışarıyı izlemeye başladı. O acı dolu günü dünmüş gibi hatırlıyordu. Marcus ile çıktığı ilk görevdi o acı dolu gün. Bir gemi dolusu melez canavarlar denizinde mahsur kalmıştı. Kehanet hala aklındaydı;
Gölgenin ve şimşeğin çocuğu karşı gelecek sirenlere Biri dönüşecek gölgeye ve diğeri hükmedecek şimşeklere Dostluklarıyla birbirlerine sımsıkı bağlanacaklar Nihayetinde hazin bir son yaşayacaklar.
Kehanetin son dizesine rağmen görevi kabul etmişti her ikiside. Hazin sonun ne anlama geldiğini bilselerde devam etmişlerdi. Ancak hazin son bekledikleri gibi değildi. Kurtarmaya çalıştıkları çoçuk yaştaki melezler sirenlerin elinde can vermişti. Bu olay ikisininde hayatında yer edinmişti. Hüzünlü bakışları ile üstünden geçtikleri denize bakarken gemideki o kafası karışmış melezlerin yüzleri bir bir gözlerinin önüne geldi. Sessizce oturduğu yeren kalkıp uçağın soyunma kabinine doğru yürüdü. Kabinin kapısını açarken Sebastian'a bir bakış atarak '' Düğün için hazırlanmalıyım. '' dedi ve kapıyı kapattı. Odanın kapısını kapattıktan sonra üstündekileri çıkarıp bir yana fırlattı. Yarı çıplak bir şekilde boy aynasına baktı ve vücudundaki dövüşlerden kalma yaralara baktı. Belki... Belki daha güçlü olsaydı o çoçukları kurtarabilirdi. Evet bunu yapabilirdi. Pişmanlıkla gözlerini kapatıp en belirgin olan yaralarından birine dokundu. Ancak gözlerini kapatması ile birlikte ölen çocuklar yeniden gözlerinin önüne geldi. Aniden sinirle birlikte gözlerini açtı ve karşısındaki boy aynasına çin dövüş sanatlarından öğrendiği bir yumruk stili ile yumruk attı. Ahşap çerçeveli boy aynası ilk başta hafif bir kırılma sesi çıkartsada fazla zaman geçmeden hafif hafif parçalara ayrılmaya başladı. Attığı yumruğun özelliği dıştan değilde içten tahribat vermesiydi ki bunu attığı yumrukla kanıtlamıştı. Sebastian aniden kapıyı açarak içeri girdi ve manzaraya göz gezdirip neler olduğunu anlamaya çalıştı. Çok kısa bir süre sonra Sebastian konuşmaya başladı '' Öncelikle Parçalarına ayırdığınız boy aynasının 15. yüzyıldan kalma paha biçilemez bir antika olduğunu söylemek isterim efendim. ''. Zack parçalanmış aynaya bakmadan '' Yeni bir tane aldır o zaman. '' diye cevap verdikten sonra düğün için seçtiği takım elbiseyi çıkardı giysi dolabından. Zack yavaş yavaş üstünü giyerken Sebastian hafifçe içini çektikten sonra '' Efendim bugün en mutlu günlerinizden birisi olmalı. Neden somurtuyorsunuz? En yakın arkadaşlarınızdan birisi evleniyor. Gülümsemeniz gerekli. Belliki arkadaşınız yaşadığınız trajediyi üstünden atmış. Bu bile sevinmeniz için bir neden. '' dedi dik duruşunu bozmadan. Zack Sebastian'a arkası dönük bir şekilde '' Sanırım haklısın '' dedi ve ceketini giyip döndü ve içten bir şekilde gülümsedi.
Yaklaşık İki Saat Sonra;
Kır bahçesinin kapısında herkezin sevinçle dans ettiğini görünce biraz bekledi ve bu manzarayı izledi. Melezlerin bu kadar içten bir şekilde sorun çıkmadan mutlu olduğu zamanlar gerçekten nadirdi onun için. Birkaç dakika girişin kapısına omuzunu dayayıp mutlu bir şekilde arkadaşları ile konuşan sevgilisine baktı. Daha sonra belkide şuan dünyanın en mutlu insa- melezi olan arkadaşı Marcus'a baktı. Belliki gelinin damata evet dediği bölümü kaçırmıştı ama arkadaşının bu mutlu yüz ifadesini görmek Zack'in tüm yorgunluğunu üstünden atmasına neden oldu. Şu anda kadar gülümsediği en içten gülümseme ile herkezi izlemeye devam etti. Fakat bakışları çoğunlukla Helen'in üstündeydi. Şu şirket olayı çıktığı günden beri adam akıllı görüşemiyorlardı. Özlemle o gülümseyen dünyalar güzeli yüzüne bakarken kendide gülümsemeden edemiyordu. Helen'i izlemeyi sürdürürken omuzunda bir el hissetti. Refleks olarak eli hemen tuttu ve küçük bir ayak oyunu ile elin sahibinin arkasına geçti.Bu hareketinden sonra '' Hey düğün günümde kolumu sakatlamıyacaksın değil mi? Cidden hiç de güzel bir düğün hediyesi değil dostum. '' dedi elin sahibi gülerek. Zack şaşkınlıkla eli bırakıp Marcus'un yüzüne baktı ve gülümsedi '' Bana arkamdan sinsice yaklaşma diye kaç kere uyarmam lazım seni? '' dedi eğlenircesine. Marcus elini bir kez daha Zack'in omuzuna koyarak '' Bir kaç defa daha sanırım. '' dedi ve gülümseyerek Zack'e baktı. Zack'de bir elini Marcus'un omuzuna koyarak '' Tebrikler dostum. Böylesine mutlu olmayı en başından beri hakediyordun. Daha erken gelmek isterdim lütfen beni affet '' dedi ve mahcup olmuş bir şekilde Marcus'a baktı. Marcus şaşırmışcasına gülümsedi ve '' Saçmalama işlerinin yoğun olduğunu biliyorum. Telefon etseydin bile benim için yeterdi ama bu daha bi güzel oldu. '' dedi gülümsemesini kahkaha'ya çevirerek. Bir süre Marcus ile muhabbet ettikden sonra Luna'yıda tebrik etti ve en başından beri gitmek istediği masaya yöneldi.Dans müziği yerini hafif romantik bir şarkıya bırakırken sessizce Helen'in oturduğu sandalyenin arkasına yöneldi ve kafasını hafifçe eğerek Helen'in kulağına fısıldadı '' Bu dansı bana lütfenderseniz beni çok mutlu edersiniz hanımefendi. ''Kıyafetim; - Spoiler:
| |
| | | Ange Morgan Lamartine Apollon'un Çocuğu/Kulübe Denetleyicisi
Mesaj Sayısı : 1353 Kayıt tarihi : 18/08/10
| Konu: Geri: Sonsuza Dek.~ Ptsi Tem. 04, 2011 3:05 am | |
| Yatağımdan kalkıp bir süre tembel tembel etrafa bakındım. Bugün birşerler olduğunu hatırlar gibiydim ama aklım rüyam da kalmıştı. Üstümü giyinip dışarı çıktım ve 2 dakika geçmişti ve kulübemden biraz uzaklaşınca aklıma şimşek gibi Marcus ve Luna'nın düğünü olduğu gelince arkama dönüp koşarak kulübeme girdim. Sırtımda taşıdığım okları bir kenera fırlattım. Bu durumu hatırlamak kulübedeki hiç bir zaman olmayan sessizliği açıklıyordu. Bunu neden daha önce farkedememiştim ki? Dolabıma gidip siyah elbisemi aldım. Ama biran düşününce düğün için siyah giymek garip geldi. Onu dolabıma geri koyup bir süre sınırlı sayıda olan elbiselerimi inceledim. durum böyle olunca dolabımın arkasından yıllar önce heldiye aldığım sarı elbisemi görünce yüzüm de bir gülümseme oluştu. Elbsemi askından çıkartıp üstüme tuttum. Hesabıma göre fazla külo almamıştım. Yani elbsenin hala olma olasığı çok yüksekti. Üstümdekileri çıkartıp elbisemi giyindim. Ve bir süre aynaya baktım. Fena sayılmazdı. Ayakkabı dolabımdan zaten iki tane olan ayakkabılardan sarı olanı aldım. Aslında sarı ayakkabım olduğunu bile bilmiyordum bunun orda olması bir şanstı. Onu da hemen ayaklarıma geçirdim ve saçlarımı topladım. Afrodit Kulübesinden ödünç aldığım makyaj malzemelerini iki dakikada sürerek kendime tekrar aynada baktım. Fena sayılmazdı. Geldiğim gibi aynı hızda kulübemden çıktım ve hiç düşünmeden Lissa'nın durduğu ahıra doğru koşturmaya başladım. Ahırda neredeyse hiç pegasus yoktu buda çoğu melezin Marcus ve Luna'nın dğüğününe gittiği anlamına geliyordu. Ve büyük ihtmalle geçte kalmıştım. Kendime yunanca bir küfür edip Lissa'nın srıtna atladım. Bunu bekliyormuş gibi kanatlarını açtı ve çırparak ileriye doğru uzanmaya başladı. Lisaa'nın kulsğına eğilerek fısıldadım. " Tatlım, Kır Bahçesine gidiyoruz. " kafasını çevirmeden bana yandan bir bakış fırlattı. Ona en sevdiği portakallı şekerlerden vermeyi unuttuğumu o zamna anladım. Tanrım!Neler oluyordu bugün bana? İlk Luna ve Marcus'un düğünü ve şimdi de Lissa'nın portakallı şekerleri...Çantamdan bir poşet şeker çıkartıp Lissa'nın azğzına tuttum. Diline uzattım. İtitraz etmeden ağzına aldı ve kanatlarını daha hızlı çırpmaya başladı. Yolda giderken ara sıra onun ağzına tekrar şeker atıyordum. Kısa bir süre sonra Kır Bahçesine ulaşmıştım. Ama elbette tahmin ettiğim gibi çok geç kalmıştım. Düğün Zeus tarafından kıyılmıştı bile. İç çekip Kır Bahçesinden içeri girdim ve kalabalığın arasından Luna'yı beyaz elbsesiyle görebiliyordum. Gerçekten çok güzel görünüyordu. Onu görünce yüzüm de bir gülümseme oluştu ve topuklu ayakkabılarla ne kadar hızlı gidebilirsem o kadar hızlı gittim. ve onun karşına dikildim. "Çok güzel görünüyorsun.!" dedim. Luna bana gülümsedi "Teşekkürler. " diye mırıldandı. Tam seyircilerin durduğu yere gidecektim ki ileri de kardeşim Marcus'u gördüm. Kendi kendime gülümsedim çok mutlu görünüyordu. Kapmıştı tabiki güzel kızı mutlu görünmesi normalde. Boş bulduğum bir sandalyeye oturdum. - Kıyafetim:
| |
| | | Allen Jacques Harth Nyks'in Çocuğu/Doğa Bilimleri Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 432 Kayıt tarihi : 21/02/11
| Konu: Geri: Sonsuza Dek.~ Salı Tem. 05, 2011 12:35 pm | |
| Gözlerini kısarak, bu kadar zamandan sonra bile silahlardan baska çok az şey taşıyan dolabına baktı. Bugün, uzun bir zamandır güvendiği bir arkadaşı - ve son zamanlarda yoldaşı - olan Marcus evleniyordu. Evlenmek... ne kadar tuhaf, ona uzak bir düşünceydi. Tabii bunu Myra yakınlardayken söylemese herhalde daha iyi olacaktı. 'Ne giyeceğime karar veremiyorum.' dedi en sonunda hayıflanarak. Arkasına dönüp, zihnine giren, rüyalarına nüfuz eden deniz mavisi gözlere baktı. Genç tanrıça gülümseyerek ona doğru yaklaştı. 'Siyah takımını giy. O sana yakışıyor.' dedi. Sonra da tek kaşını biraz kaldırarak, 'Aslında sanırım tek takımın o. Biliyor musun, yakın zamanda bir alışverişe çıksak iyi olacak.' Genç adam gözlerini devirdi ve homurdanarak, sanki kötü ruh halinin tek sorumlusu onlarmış gibi, tekrar dolabındaki kıyafetlere baktı. Myra kıkırdayarak tam arkasına geldi ve kollarını beline sardı. 'Yapma Al, gerçekten de o kadar kötü değil. Sadece bir düğüne katılacaksın.' Düğünleri sevmezdi ki. Ya da insanlara nazik ve onların arkadaşıymış gibi davranmasını gerektiren herhangi bir sosyal aktiviteyi. 'Keşke en azından sen de gelseydin.' dediğinde sesinin mızmızlanan bir çocuk gibi çıktığını biliyordu, ama buna engel olamamıştı. Kendini insanlardan soyutlamayı seven biri olarak yanında tanıdık birilerinin olması hiç değilse onda güven hissi yaratacaktı. 'Üzgünüm, bugün önemli bir işim olduğunu biliyorsun. Erken bitirebilirsem gelirim.' Bezgin bezgin başını salladı ve çabucak üstünü değiştirerek Myra'nın önerdiği takımı giydi. Zaten geç kalmıştı. Hava alanına giden yolda, kafasındaki olumsuz düşünceleri uzaklaştırmaya çalıştı.
Ayarlanan özel bir arabayla kır bahçesine geldiğinde bir süre kapıda durdu ve kollarını kavuşturarak içerdeki kalabalığı izledi. Kendisini oraya aitmiş gibi hissetmiyordu. Belki de yol yakınken dönmesi daha iyi olurdu. Buraya hiç gelmemiş gibi. Bunun Marcus'u gücendirebileceğini biliyordu, ama elinde değildi. Canavarların karşısında gardını alabilen ve sakin ve etkili bir şekilde savaşabilen bir melezin, böyle bir durumla karşı karşıya kaldığında korkması gerçekten de çok mantıksızdı. Bir süre daha orada öylece durduktan sonra tam geri dönmeyi düşünüyordu ki birinin ona seslendiğini duydu. 'Allen, senin de geleceğini bilmiyordum dostum.' Göz ucuyla Mantalon'un yanına geldiğini görünce iç geçirdi. Anlaşılan bir kaçış yolu olmayacaktı. 'Ben de seni beklemiyordum, Lon. Uzun zamandır ortada görünmüyordun.' 'Ortada görünmüyordun derken...' Özellikle de kapıya yarı yarıya sırtımı dönmüşken, Lon'un kaşları havaya kalkınca ne yapmak istediğini anladığını fark etti. Nitekim genç büyücü, 'Gitmiyorsun, değil mi? En azından Marcus'u tebrik etmen gerekir.' Evet, kesinlikle bundan kaçış olmayacaktı. Belki arkadaşını tebrik eder, bir iki içecek alır, sonra da yine giderdi. Lon'a bakarak başını salladı ve ilerde, diğer konuklarla ilgilenen Marcus'a doğru yürüdü. Resmi bir tavırla, 'Dostum, tebrik ederim. Umarım bundan sonra her şey sen ve...' Gelinin adını bir an için hatırlamaya çalıştı, çok sık konuştuğu bir kız değildi. 'Luna için iyi olur.' Marcus gülümsedi ve 'Teşekkür ederim, Allen. Gelebilmene sevindim. Partide eğlenmene bak, olur mu?' dedi. Evet, biraz yalnız bırakılmak onun için de en iyisi olurdu. Diğer konuklara bir şey demeden içki masasına doğru yürüdü ve kendi küçük partisini başlatmak için bir kadeh aldı. | |
| | | Drake Tyrell Stanislaus Zeus'un Çocuğu
Mesaj Sayısı : 1178 Kayıt tarihi : 15/04/11
| Konu: Geri: Sonsuza Dek.~ C.tesi Tem. 09, 2011 10:42 pm | |
| Kardeşinin evleniyor olmasına hala inanabilmiş değildi. Marcus kampa geldiği günden itibaren, onun için hep diğerlerinden farklı olmuştu. Koruma ihtiyacı hissettiği ve Drake'in korumasına ihtiyaç duymadığını çok iyi bildiği kardeşi, ona göre daha çok gençti. Aşka inanırdı, zaten tüm dünyasındaki güzellikleri Kate'e yorarken bunun aksini iddia dahi edemezdi fakat Marcus... Onun gözünde hiçbir zaman aşk adamı olacak biri değildi. Bir kıza kendini bu kadar fazla kaptırmış olması, yoksa Drake'i kıskandırıyor muydu? Bu duygunun adını koyamıyordu. Elbette bencil biri değildi ama Luna ile evlenmelerinin ardından hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını bilmek, onu adeta dehşete düşürüyordu. Marcus artık kardeşlerinden ve kendisinden önce, eşini düşünecek ve önemseyecekti. Belki ilerleyen yıllarda, küçük aileleri büyüyecek ve eksenleri etrafında döneceği çocukların sahibi olacaktı. Ne olursa olsun, kampa eskisi kadar fazla uğrayamayacak, bazen bazı şeyleri sadece canı istediği için yapamayacaktı. Evlenmek, bir kişiyle hayatını sonsuza dek birleştirmek, beraberinde fazlasıyla sorumluluk da getiriyordu. Drake Marcus'un bunun altından rahatlıkla kalkabileceğine emindi fakat yine de... Aklındaki düşüncelerden kurtulmak için başını hızlıca iki yana doğru salladı. Kardeşi bugün evleniyordu ve onun yapması gereken, ağzını kapalı tutmak ve Marcus'a bu mutlu gününde destek olmaktı. Eh, sorunları olan ve her zaman sert görünmeye çalışan Romalı bir ağabey için, bunu yapmanın pek de kolay olduğu söylenemezdi. Üzerindeki takım elbiseyle fazlasıyla rahatsız hissediyordu. Kravat ise, onu boğmak için özellikle tasarlanmış ilmeklerden oluşmuş bir idam ağacı kolyesini andırıyordu. Pekala, durumun trajikliğini biraz fazla abarttığı su götürmez bir gerçekti. Herkes belli bir yaşa geldiğinde, evlenirdi. Bu bir bakıma kaçınılmaz son da sayılabilirdi. Son, çok kötü bir tabirdi. Aslında bugünün Marcus için yeni bir başlangıç olduğunu biliyordu. Sonuçta, hayatının sonuna kadar yaşamak istediği kız ile ilişkisini resmileştirecekti. Belki de onun için mutlu olması ve tüm endişelerini bir kenara bırakması, en mantıklısı olurdu. "Sonunda!" dedi coşkuyla, çünkü pegasusunun sırtında saatlerdir yapmakta olduğu yolculuğun sonuna gelmişti. Uzaktaki bir noktada, Kır Bahçesi'ni seçebiliyordu. Manevi kardeşi olarak gördüğü Lia'ya ait olan bu mekana, daha önce de gelmişti. O zaman evlenenler Poseidon kulübesinden Rose ile Hades kulübesinden Robert'tı. Belki de Lia bu Kır Bahçesi'ni alırken özellikle kardeşlerinin nikahlarına ev sahipliği yapabileceğini düşünmüştü. Poseidon kızlarının Kır Bahçesi'nde evlenmesi, hoş bir tesadüfün ötesinde, bir kulübe geleneği olma yolunda hızla ilerliyor gibiydi. Kır Bahçesi'nin önünde pegasusundan indi ve ona tekrar kampa dönmesini söyledi. Buralara kadar gelmişken, dönüşte biraz Paris sokaklarını keşfetmek ona çok iyi bir fikir gibi görünmüştü. Hem ne zamandır uçakla seyahat etmemişti ve Procella ile geçireceği stres dolu saatlerdense, Fransa'nın hava yollarına canını emanet etmesi daha mantıklı bir seçenekti. İçeri adımını attığı anda, çalan dans müziği ile ortamdaki atmosferin etkisine girdi. Başarılı süslemeler, şık kıyafetler giymiş melezler ve hatta tanrılar ile, mekan bir peri masalından fırlamış gibi görünüyordu. Gözleri bir tanıdığı bulma umuduyla hızla etrafı tararken arkasından gelen bir ses ile irkildi. ''Büyük olayı kaçırdın. Babamız nikahı kıydı ve gitti." Döndüğünde kız kardeşi Adyali ile göz göze geldi. Dudaklarını buruşturarak "Yapma ama. O yaşlı adamı yıllardır görmüyordum." diye mırıdandı. Sahi, babasını en son ne zaman görmüştü? Daha doğrusu, onu hayatı boyunca kaç kere görme imkanı bulmuştu? Böyle bir fırsatı kıl payı kaçırmış olmak tüm neşesini kaçırmıştı. Tabii bir de kardeşinin en mutlu anına tanık olamamanın getirdiği suçluluk duygusu vardı. Bunu bir şekilde telafi etmesi ve bunu en kısa zamanda yapması gerekiyordu. Biraz sohbet ettikten sonra Adya'nın yanından ayrıldı ve kendine içecek bir şeyler almaya gitti. Bugün tercihini viskiden yana kullanacaktı. Eh, evlenen kişi olmayabilirdi ama bu, evlenen kişi adına stres duymamasını gerektirmezdi. Kır Bahçesi'ndeki çoğu tanıdık çehreyi ve yüzlerindeki gülümsemeleri bir süre inceledi. Mekandaki herkes mutlu hatta coşkuluydu. Elbette bunun nedeni Marcus ve Luna'nın sonsuz birlikteliklerine başladıkları bu güne şahit olmuş olmalarıydı. Drake kendi suratına da bir gülümsemenin yerleşmiş olduğunu fark etti. Bakışları az ilerisinde birkaç konuk ile sohbet etmekte olan gelin ve damadı bulmuştu. Yanlarındaki davetlilerin uzaklaşmaya başladığını görünce onlara doğru ilerledi ve ikisini de içten bir şekilde tebrik etti. Marcus'un omzuna koyduğu elinin biraz titremekte olduğunu fark etti. Gözlerinin dolmuş olduğunu hissediyordu. Ne zaman böyle sulu bir budalaya dönüşmüştü?! Diğerlerinin onun bu halini fark etmesinden endişelenerek şaka maksatlı bir şekilde Luna'ya döndü ve "Ona iyi bak. Marcus minik ve sevgiye muhtaç bir çocuk!" dedi. Dramatikleştirmeye çalıştığı sözlerinin gerçek dışı tınısı, gelinin ve damadın da onun kahkahalarına eşlik etmesini sağlamıştı. Bu oyunu daha fazla yürütemeyeceğini fark ederek, tekrar tebrik ettikten sonra Marc ile Luna'nın yanından ayrıldı. Kendine gözlerden uzak bir köşe bulması ve birkaç kadehi fondip yapması gerekiyordu. Hayatında ilk kez bir kardeşi, gerçek anlamda kardeşi evleniyordu ve nedense Drake kendini bir günde yıllarca yaşlanmış hissediyordu. Genellikle yaşlı annelerin kullandıkları 'yuvadan uçan kuş' tabiri, bugün Marcus'un durumuna tam uymuş gibiydi.
| |
| | | Tristan Micah Addison Hermes'in Çocuğu
Mesaj Sayısı : 565 Kayıt tarihi : 14/03/11
| Konu: Geri: Sonsuza Dek.~ C.tesi Tem. 09, 2011 11:30 pm | |
| Kampta yine bir düğün vardı. Tristan yeni evlenen çiftleri çok seviyordu çünkü düğünler onun için güzel kızlar, bedava içkiler ve yemekler anlamına geliyordu. Olaya bakış açısını duygu ve hislerden uzak fakat son derece gerçekçi buluyordu. Aslında son zamanlarda düğünler ona biraz da hüsran getiriyordu çünkü 19 yaşına gelmiş olmasına rağmen hala tek başınaydı. Bu yaşına kadar hayatına pek çok kız girmişti, bir tanesiyle nişanlanma aşamasına bile gelmişti ama neticede artık yalnızdı ve bu durumun daha ne kadar bu şekilde seyredeceğine dair en ufak bir fikri dahi yoktu. Neyse ki pek de fena sayılmayacak dış görünüşü ve kimsenin olumsuz bir yorum yapamayacağı mizah anlayışı sayesinde, genellikle davetlere ve bu tarz etkinliklere onunla birlikte katılabilecek partnerler bulmayı başarıyordu. Aslında, dürüst bir şekilde olaya bakması gerekirse, yalnızlığının tek nedeninin kendisi olduğunun farkındaydı. Belki de ihtiyacı olan şey, biraz kafa dinlemekti. İlişkiler eğlenceliydi fakat ciddileştikleri zaman, baş ağrısına sebep oluyorlardı. Hestia kulübesinin önünde bugün düğünde ona eşlik edecek olan Ophelia'yı beklerken, bir gün kendisi için de aynı şeylerin yaşanıp yaşanmayacağını merak ediyordu. Yani, hayatının sonuna kadar yalnız mı kalacaktı yoksa günün birinde gerçekten hayatını adamaya değecek o kızı bulabilecek miydi? Aklında yalnızca koca bir soru işareti belirdi. Kaşlarını çatarak bu işin göründüğü kadar kolay olmadığını düşündü. Marcus ve Luna gerçekten de cesaret gerektiren bir işe kalkışmışlardı. Aslında, içinde bulundukları durum birinin Zeus oğlu, birinin Poseidon kızı olduğu da hesaba katılınca, iyice arapsaçına dönüyordu. Bu tarz güç birleşimleri, pek çok tanrının hoşuna gitmezdi. Belki yalnızca Afrodit durumu olumlu olarak değerlendirebilirdi. Tristan düğüne gittiklerinde çifte bol şans dilemeyi aklının bir kenarına not ettiği sırada, Hestia kulübesinin kapısı açıldı ve siyah bir elbise giymiş olan Ophelia dışarı çıktı. Tristan gülümseyerek "Çok güzel olmuşsun." dedikten sonra girmesi için kolunu Ophelia'ya doğru uzattı. Birlikte normalde yasak olduğu halde Tristan'ın kampın Long Island Kıyısı yakınlarında ikamet etmekte olan spor arabasına doğru ilerlemeye başladılar. Tristan'ın planına göre arabayla havaalanına kadar gidecek, sonra da bir uçak yolculuğu yaparak Paris'e varacaklardı. Kır Bahçesi'nin yerini bulmakta zorlanacaklarını düşünmüyordu çünkü daha önce de oraya gitmişliği vardı. Aslında, Tristan genellikle düğünlerin vazgeçilmez ismi olurdu çünkü ona göre bu kutlamalar fazlasıyla eğlenceli ve kârlıydı. Beyninde dönen çarklar onun %100 katıksız bir Hermes oğlu olduğunu birkaç dakikada ele verebilecek cinstendi. O kesinlikle babasının oğluydu ve diğer kulübelere mensup melezler buna bir anlam veremese de, bu haliyle gurur duyuyordu. Eh, babasının tıbbi işlerde ona kolaylık sağlayacak yeteneklerini değil, serüven hevesini ve yolculuk tutkusunu almıştı. Buna seviniyordu doğrusu; Yaralıları iyileştirme işini Apollon çocukları da yapabilirdi.
Yolculuklarının uçak faslında bir süre uyuyakalmış olduğu için Paris'e iniş yaptıklarında kendini fazlasıyla dinç hissediyordu. Saatine hızlıca bir bakış attı ve büyük olayı kaçırmış olabileceklerini görerek sıkıntıyla nefes aldı. Uçağın rötar yapabileceğini hesaba katmamışlardı. Aslında, Tanrı Zeus'un kendi oğlunun düğününe katılacak davetlileri taşıyan uçağa biraz koruma sağlayacağını düşünmüş ve bu nedenle hava yollarını tercih etmişlerdi. Belki de Zeus'un o sırada başka işleri vardı. Tristan nedense Tanrıların Tanrısı'na hiç ama hiç sempati duymuyordu. Çoğu tanrı onun babası kadar sorumluluk sahibi değildi; Zeus ise tam bir kötü örnekti. Bugün evleniyor olan Marcus'un babasıyla kaç kere doğru düzgün konuşmuş olduğunu merak ediyordu. Büyük ihtimalle bu görüşmelerin sayısı bir elin parmaklarını bile geçemezdi. Kır Bahçesi'nin önünde taksiden indiklerinde Ophelia ''Sonunda geldik." dedi. Tristan buna sevinmekte haklı olduğunu düşünüyordu çünkü yolları gerçekten de fazlasıyla uzun sürmüştü. Sırıtarak "Katılıyorum." cevabını verdi. Duruşunu dikleştirdi ve seslice boğazını temizledi. Sonra, son derece yakışıklı görünüyor olduğuna kanaat getirerek Ophelia'ya işaret etti ve birlikte Kır Bahçesi'ne giriş yaptılar. Evet, görünüşe bakılırsa birileri burayı bu hale getirmek için ciddi emek harcamıştı. Yalnız Tristan'ın şu anda mekanın süslemelerini değerlendirmekten daha önemli bir işi vardı. Gözleri hızla açık büfenin yerini tespit etmek için bahçeyi taramaya başladı.
| |
| | | Ophelia Martinez Hestia Rahibesi
Mesaj Sayısı : 310 Kayıt tarihi : 09/03/11
| Konu: Geri: Sonsuza Dek.~ Paz Tem. 10, 2011 1:06 am | |
| Ophelia'ya yıllarca sürmüş gibi gelen bir yolculuğun ardından, sonunda Kır Bahçesi'ne varmayı başardıklarında sevinçle ''Sonunda geldik." demiş ve kavalyesi Tristan'dan "Katılıyorum." cevabını almıştı. Bugün evlenen çift, yani Marcus ve Luna ile pek bir yakınlığı olduğu söylenemezdi ama kendisi bir Hestia rahibesi olsa da, düğünleri sever ve elinden geldiğince katılmaya çalışırdı. Genel görüş avcıların ve rahibelerin bu tarz etkinliklerden hazzetmediği fikrindeydi fakat Ophelia buna inanmıyordu. Kendisi tanrıçasıyla tek başına bir hayat sürdürme kararı almış olsa da, mutlu çiftler görmek hoşuna gidiyordu. Tıpkı ikizi Marcela gibi Ophelia da babaları Thanatos'un kızı olmak için fazla sevgi doluydu. Eh, yine de durumu kritik sayılmazdı, pek de duygu pıtırcığı olduğu söylenemezdi. Etrafa hızlıca bir göz attıktan sonra Tristan'la birlikte açık büfeye yöneldiler. Düğünlerin hoşuna giden bir yanı da bu yemek ve içecek olayıydı. Kır Bahçesi'nde ilerlerken, buraya en son geldiği günü tekrar yaşıyormuş gibi hissetti. O zamanlar kampta Hestia kulübesinde kalan tek rahibeydi. Şimdiyse bir sürü kulübe arkadaşı olmuştu. İçlerinden birinin öz kardeşi Marcela olması da, adeta Ophelia'nın kaderinin bir jestiydi. Kendine bir kadeh kırmızı şarap aldıktan sonra Tristan ile bahçede bulunanlar hakkında konuşmaya başladılar. Ophelia tanıdık simalara sık sık rastlıyordu fakat zaten kampta yakın olduğu pek fazla kişi olmadığından, hiçbirinin yanına gidip konuşma başlatma girişiminde bulunmaya niyeti yoktu. Bir süre büfenin oralarda takılmalarının ardından Tristan ile birlikte gelin ve damada mutluluklar dilemeye gittiler. Tristan'ın çifte bol şans dilemesini ilk başta yadırgayan Ophelia, sonrasında bunun gerçekten gerekli olduğunu düşündü; Zeus ve Poseidon çocuklarının birliktelikleri, tanrılar açısından biraz sinir bozucu olabilirdi. Kır Bahçesi'nde dolaşırken Marcela'ya denk gelmesi üzerine koyu bir sohbete daldılar ve Ophelia saatine baktığında, zamanın su gibi akıp gitmiş olduğunu fark etti. Bahçede yankılanan müziğe kendini kaptırmıştı ve belki de içtiği şarabın etkisi olarak, başı ağırmaya başlamıştı. Tanıdıklarıyla dolu bir masa görüp onların arasına katıldı ve sohbetlerine dahil oldu. Kampta uzun süredir görmediği arkadaşlarıyla karşılaşmış olmak, onu fazlasıyla mutlu etmişti. Ophelia'nın oturduğu yerin biraz uzağında dans etmekte olan Luna ve Marcus'a bakınca, aklına güzel bir şiirin birkaç dizesi geldi. Mutlu olmayı birlikte olarak başaracak bu iki insanın, birbirlerine sahip oldukları için şanslı olduklarını hiçbir zaman unutmamalarını diledi.
Kelebeğin kanadında, Bir şarkının notasında, Ay ışında, Mehtabın gözlerindedir mutluluk.
Görebildiğin, Uzanıp tutabildiğin, Yüreğini ortaya koyabildiğin kadar, Senindir.
| |
| | | | Sonsuza Dek.~ | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|