Parıldayan zırhıma odaklandım bir süre. Koyu mavi güneş ışınlarını yakaladıkça açıklaşıyor, ayrıca etrafa hafif bir ışık saçıyordu. Hephaistos'un elinden çıktığı çok belliydi. Başka kimse böyle bir zırh yapmazdı. Gerçekten de babam Zeus, düello yapacağımı öğrendiğinde Hephaistos'a bu zırhı ve şu an elimdeki kılıcı yapmasını emretmişti. Tabii ki işin içine asla hile girmemişti, bunlar normal bir kılıç ve normal bir zırhtı. Eğer aksi olsaydı asla bu düelloya katılmazdım. Hilelere katlanamazdım, hele de şimdiki rahibim Theodor'a karşı asla hile yapmazdım. O benim en sevdiğim kuzenimdi, oldukça iyi anlaşıyorduk. Zaten bu düelloyu da sadece kendimizi deneme amaçlı yapıyorduk. Birbirimize beslediğimiz bir düşmanlık olmadığı için mutluydum tabii ama, iyi anlaştığım biriyle nasıl düello yapabileceğimi bilemiyordum. Ben biraz farklıydım... Savaşırken bütün öfkemi rakibime salıyordum, ona ne olacağını düşünmüyordum bile. Ama Theodor'a öyle davranmamak için çok çaba harcamam gerektiği şimdi aklıma gelmişti. Gözlerimi kısarak yumruğumu sıktım. Savaşmaya değil, ona kalıcı bir zarar vermemeye odaklanmalıydım. İç çektim. Bu hiç de kolay olmayacaktı.
Gözlerimle arenayı taradım. Çoğunun adını bile bilmediğim bir sürü melez arenayı doldurmuştu. Ellerinde pankartlar, bayraklar ve bizi temsil eden birkaç şeyin maketi vardı. Bir çocuğu elinde maket bir şimşek sallarken görmüştüm. Onu tanımıyordum bile. Gülümsedim. Kardeşlerim buradakilerin yarısını beni tutmaları için tehdit etmiş olmalıydı. Her ne kadar onların bu kadar üzerime düşmesinden hoşlanmasam da, beni düşünmeleri çok hoş bir şeydi. Arenanın diğer tarafında ışıl ışıl parlayan Apollon çocuklarını görebiliyordum. Hepsi kardeşlerine destek olmaya gelmişti. Zaten oldukça fazlalardı, hepsinin yüzü gülüyor, kardeşlerine destek verici pankartlar taşıyorlardı. Benim kardeşlerim de böyle olamazlar mıydı ki, diye düşündüm. Düşüncelerimi dağıtmak için göğe baktım. Güneş bütün ihtişamıyla parlıyordu. İçimden bir ses Apollon'un mutlaka bu yarışta oğlunun kazanmasını istediğini söylüyordu. Kim bilir, belki Zeus'la bir bahse falan girmişlerdir. Onlar için sadece bir bahis piyonuyuzdur. Zeus ise bunu kabul etmiyordu. Beni ne kadar önemsediğini söyleyip duruyordu. Bana bir sürü silah vermiş de, ikizimle buluşturmuş da, Rafael'i öldürmemiş de... Bunların benim için önemi yoktu ki! Neden ailecek böyleydik, neden hep ailem bana yabancı geliyordu? Başımı iki yana salladım. Bu düşüncelerle düelloya başlayamazdım. Konsantre olmalıydım.
Arenaya geldiğimden beri ilk defa rakibime baktım. Theodor da zırhını ve silahını kuşanmış, sabırla beni bekliyordu. Zırhı ve kılıcı benimki kadar abartılı değildi ama yine de düelloda benden çok daha iyi bir performans sergileyeceği endişesi düşmüştü bana. Kendinden o kadar emin gözüküyordu ki... Ben ise elimdeki bu kadar tehşizata rağmen öz güvenimden tam emin değildim. Ona zarar vermemek ve yenilmemek arasındaki ince çizgide yürüyebileceğimden emin değildim. Ama yapabileceğim bir şey yoktu, sözümden geri dönemezdim, bu bana yakışmazdı. Karşımda elimden geleni yapmam beklenen bir düello vardı ve ben de öyle yapacaktım. Derin bir nefes alıp ilk adımımı attım. Tezahuratlar kulaklarımı çınlatırken, ilk adımımı hızlı birkaç adım izledi. Rakibime giderek yaklaşırken onu daha iyi görebiliyordum. Kılıcıyla birkaç manevra yapıyordu, bana bakmıyordu bile. Bunu yapabilirim, diye düşündüm. Yapabilirim. Adımlarımı hızlandırıp tam Theodor'un önünde durdum. Birkaç dakika gözlerimizi birbirimizinkinden ayırmadık. Aramızdaki sessizliği Theodor'un ''Hoşgeldin kuzenim. Seninle karşılaşmak benim için bir onurdur.'' demesi bozdu. Yüzünde benimle alay eden bir gülüş vardı. Yutkundum. Zayıf görünmeyecektim, asla. Yüzüme katı bir maske yerleştirip onun gülüşünü kopyaladım. ''Seninle de, Teddy. İyi olan kazansın.'' dedim gözlerimi ondan ayırmadan.