Odamdan çıkmak üzereydim. Heyecanlanmıştım ve kalbimin ritmini hem duyup, hem hissediyordum. Heyecanlanmamam mümkün değildi. Babama, yıllar boyu yanından bile ayrılmadığım babama ziyarete gidiyordum. Tabii, ilk başta bu kadar sevinmem şaşkınlık verici olabilir. Fakat, ne kadar süre oldu bilmiyorum. Kampa geldiğimden beri babamı görmeye gitmemiştim. Aylar olmuştu belkide. Benim için başlarda sorun yoktu. Kampa geldiğim ilk zamanlarda babama duyduğum nefretten başka bir şey hissetmiyordum. Gerçekleri benden bunca yıl saklaması ne kadar üzücü bile olsa o benim babamdı. Annemin yanımda olmadığı, zor anlarımda, küçüklüğümden bugünüme benim yanımda olan, bana destek olan tek kişiye karşı böyle davranmak pek hoş bir şey olmasa gerek. Şimdide babamı biraz mutlu etmek istiyordum. Beni ne kadar özlediğini biliyordum. Bir o kadar da ben onu özlemiştim.
Odama tekrar göz attıktan sonra merdivenlerden inmeye başladım. Aşağıda, oturma odasında Aredhel oturuyordu. Beni görür görmez soru soran bir bakışla konuşmaya başladı. ''Cheery, nereye gidiyorsun?'' Yüzüme büyük bir gülümseme yayılmıştı. ''Babamı ziyarete gidiyorum Aredhel. Çok uzun zaman oldu. Babamı çok özledim.'' Aredhel benim sevincimden dolayı sevinmiş olacak ki, gülümseyerek yanıt verdi. ''Senin adına sevindim Cheery. Ama dikkatli ol, canavarlar her zaman her yerde.'' Hemen karşılığını verdim. ''Alıştım artık, her zaman tetikteyim. Ayrıca teşekkür ederim kardeşim. Daha fazla dikkat edeceğim.'' Hemen sonra kulübeden çıkarak Pegasus Ahırları'na doğru ilerledim. İçeriyi, gözlerimle taramamın ardından hemen Tulpar'ı buldum. En köşede duruyordu. Hemen yanına gittim. Biraz Tulpar'ı sevip, tüylerini okşadıktan sonra cebimdeki küp şekerleri ona uzattım. Büyük bir zevkle yemişti. Sonra birlikte dışarı çıktık. Hemen Tulpar'ın üstüne binmemizin ardından havalandık. ''Hadi Tulpar, Paris'e gidiyoruz.'' dememle birlikte Tulpar iyice yükseldi. Baya uçmuştuk. Tulpar’ın yorulduğunu görüyordum.
Biraz sonra Tulpar, yavaşça yere doğru inmeye başladı. Paris'e gelmiştik. Cebimden birkaç kesme şeker daha çıkarıp Tulpar’a uzattım. Büyük bir zevkle bunları da yedikten sonra gerisin geri Tulpar havalandı. Bende hızla yürümeye başladım. Paris... Yıllarımı geçirdiğim, havasını özlediğim bu şehir... Tamam, belki burada doğmuş olmayabilirim. Nerede doğduğumu ben bile biliyorum. Yani, babam bana açıklama taraflısı değildi. Yinede Paris burada geçirdiğim yıllar, benim için çok özel.
Yüzümde büyük bir tebessümle yürümeye başlamıştım. Birkaç ay olmuştu, Paris'te alışveriş yapmayalı. Aslında şöyle birkaç mağaza dolaşsam hiç fena olmazdı. Ama babamın yanına gitmeliydim. Babamı aramıştım. Babama ulaşamasamda inşallah evdedir diye düşünüyordum. Evimizin olduğu sokağa girmek üzereydim. O anda birden karşıma bir canavar çıktı. Hemen boynumdaki kolyeme dokundum. Kısa süre içinde, kılıcım meydana gelmişti. Direk canavara saldırdım. Birkaç hamlemle birlikte canavar buharlaştı. Kılıcımı tekrar kolyeye dönüştürüp yoluma devam edecektim ki, karşıma aniden iki canavar daha çıktı. Ne oluyordu böyle. Kılıcımı tekrar kavradım ve canavarla saldırdım. Çok zordu. İki canavarla birden mücadele edemiyordum. Güçlükle ikisini birden de buharlaştırdım. Fakat birkaç yerimde küçük sıyrık ve çizikler oluşmuştu.
Yeni bir canavarın gelmesini istemiyordum, o yüzden hızla ilerledim. Birkaç sokak daha geçince şirin mi şirin evimize gelmiştim. Evimiz Paris'in en güzel yerinde, küçük bir villaydı. Kapıyı çalarak beklemeye başladım. Kısa süre sonra kapı açıldı. Karşımda babam duruyordu. ''Kı-kızım, Charleen. Sen burada ne arıyorsun? Hoş geldin bir tanem, hadi geç içeri.'' Babam çok sevinmişti. Her halinden belli oluyordu. İçeri geçerek konuşmaya başladım. ''Baba seni çok özledim ve ziyarete geldim.'' Bir yandan da babama sarılıyordum. Hemen sonra babam konuşmaya başladı. ''Charleen, en son konuştuğumuzda benden nefret ediyordun. Üzgünüm kızım, yıllarca tüm gerçekleri senden gizledim ama mecburdum. Şimdi herhalde beni anlıyorsundur.'' İçeriye doğru yürümeye başladık. Babamı ne kadar da mutlu etmiştim. Tekrar babama döndüm ve: ''Evet baba, senden bir ara nefret etmiştim. Yeni yaşamıma alışmak gerçekten çok zordu. Ama seni çok özledim. Geldiğimi haber verecektim fakat sana ulaşamadım.'' dedim ve ardından köşedeki en sevdiğim koltuğuma oturdum. Babam mutfağa doğru yürümeye başladı. ''İyiki geldin kızım. Dur sana biraz kek getireyim.'' Hemen beş dakika sonra babam koca bir tabak kekle yanıma geldi. Koca bir bardak meyve suyu da getirmişti. Hemen önümdeki sehpaya koydu. Ardından babamla konuşmaya başladık. Belki de saatlerce konuşmuştuk. Zaman hızla akıp gidiyordu ve benim artık kampa geri dönmem gerekiyordu. ''Şey... Baba ben kalksam iyi olacak. Çok geç kalmadan kampa geri dönsem iyi olacak.'' dememle birlikte ayaklandım. ''Peki kızım, ama arayı uzatma. Her zaman beklerim ve şey dikkatli ol. Çok dikkatli ol!'' Babamın yüzü kızarmıştı. Fark edebiliyordum. ''Tamam baba. Beni merak etmene gerek yok. Artık canavarlarla kolayca savaşıyorum. Gelirken de birkaç tanesi peşimdeydi zaten.'' dedim kıkırdayarak.
Daha sonra hemen kapıya doğru yöneldim. Kısa süre sonra dışarıdaydım. Paris sokaklarında biraz yürümemin ardından Tulpar'ı çağırdım. Daha Tulpar gelmeden karşıma aniden bir sürü canavar çıktı. Tamam, her an karşımıza canavar çıkabilir. Bu normal bir durum fakat bu gün evime gelirken çıkan canavarlara göre bunlar epey fazlaydı. Düşünmeye başladım ve o anda aklıma gelen fikirle irkildim. Tabii ya, telefonumu açık unutmuştum. En son babamı aradığım zamandan beri telefonum açık duruyordu ve bu yüzden canavarları kendime daha çok çekiyordum. Hemen kolyeme dokundum. Kılıcım elimde muhteşem bir şekilde parıldıyordu. Acaba bu canavarları nasıl yok edecektim!? Sakin bir şekilde bana en yakında duran canavara saldırdım. Birkaç hamlemle birlikte canavar buharlaşmıştı. Tam o sırada bir canavar üstüme doğru atılıyordu. Aniden kenara çekildim ve bu canavarla da savaştım. O sırada Tulpar gelmiş, bir kenarda duruyordu. Tulpar masum masum bana bakarken ben hala canavarlarla cebelleşiyordum. Bir tane, bir tane daha... En sonuda karşımda sadece iki canavar kalmıştı. Biri kolayca halledilebilecek türdendi. Fakat diğeri epey güçlüydü. Hemencecik saldırdım ve güçsüz gibi görünen canavarı kısa sürede buharlaştırdım. Sona sadece bir tane canavar kalmıştı. Ani bir hızla ve sakince bu canavara da saldırdım. Uzun süre bu canavarla mücadele ettim, sonunda canavar yok olmuştu. Çevremde canavar kalmayınca hemen telefonumu çıkararak kapattım. Sonra pegasusum Tulpar'ın üzerine binerek Melez Kampı'na doğru yol almaya başladım.
Bugün benim için ne kadar yorucu bile olsa, çok güzel bir gündü. Aylardır görmediğim, yani görüşmek istemediğim babamı ziyaret etmek hem beni hem de babamı mutlu etmişti. Şu canavarlar ortaya çıkamasaydı daha doğrusu telefonumu açık unutup o kadar fazla canavarı peşime takmasaydım belki daha iyi olabilirdi. Fakat babamı görmek bunların hepsine değerdi ve şu an gittiğim yer benim için dünyanın en güvenli yeriydi. Evet, doğru direk 'Melez Kampı'na gidiyordum. En kısa sürede babamı tekrar ziyaret etmek için Paris'e gideceğimden de son derece emindim.