Sabah kulübe'de temizlik ile ilgili işlerimi yeni bitirmiştim. Sonra, Arena'da 3 saatlik kılıç çalışmamdan sonra, kulübeme geri dönmüştüm. Kendime özel olarak yaptığım kılıcımı bilerken, aklıma orman'a gitme fikri gelmişti. Duyduklarıma göre, orman, tek kişi için gidilebilecek bir yer değildi. Ama, şansımı denemeye kararlıydı. Sırt çantamı aldım, içine yiyecek ve içecek koydum ve kılıcımı kınına soktum, üzerimi değiştirdim. Artık, bu maceraya hazırdım. Sırt çantamı, sırtıma geçirdikten sonra, kamptan sessiz bir şekilde ayrıldım. 2 günlük zorlu bir yolculuktan sonra Myrmeke Tepesi'ne varmıştım. Söylentilere göre, içinde bol bol canavar bulunan bir yerdi. Bu şansı kaçıramazdım. 2. günün sonunda hava iyicene kararmıştı. Çadırımı kurdum, içine girdim ve yatağıma uzandım. O sırada, evden getirdiğim, mp3'ümü açıp, müzik dinlemeye başladım. Mp3'ümü bacaklarıma yasladıktan sonra, cebimden bir fotoğraf çıkarttım, bu fotoğraf Nyl ve benim çıkmaya başladıktan 1 hafta sonra çektirdiğimiz ilk fotoğraftı. Ona bakarken, içimi büyük bir sevgi ve sıcaklık kaplamış; yüzüme bir gülümseme yayılmıştı. Fotoğrafı öptükten sonra çıkardığım yere koydum. Gözlerimi kapatmış ve tam uykuya dalacak iken, dışarıdan tuhaf sesler gelmeye başlamıştı. Korkmaya başlamıştım. Çünkü, Apollon'un oğluydum ve kendimi güçlü hissetiğim tek durum, güneş ışığının olduğu yerlerdi. Ama, orada öylece oturup, ölümü bekleyemezdim. Ve, Nyl'e döneceğime dair söz vermiştim. Bu sözü tutmalıydım. Kılıcımı yavaşça kınından çektiğim gibi, yavaşça çadırımın dışına çıktım. Yaklaşık 100 metre mesafede duran 2 yaratık vardı. Kırmızı gözlü ve aşırı kıllıydılar, iki büyük de boynuzları vardı. Bunlar Minatorlardı. Bir tanesi, bir ayağını yerde sürttü ve bana doğru büyük bir hızla gelmeye başladı. Bende, kılıç ustasıydım, ve Japonya'da aldığım eğitimi kullanıp, sakinliğimi koruyup poziyonumu aldım. Minator iyicene yaklaşmış kafasını öne eğmişti, boynuzları bana dönüktü, tam bana 10 metre kaldığı anda, arkadaki ayağımı geriye atıp, kendimi döndürdüm ve kılıcımı güçlüce savurdum, Minator'un başı kopmuş, vücüdu yere düşmüştü, kanlar içinde yatıyordu. Kendimi toparlamaya zaman kalmadan, ikinci minator'un üzerime doğru koştuğunugördüm, yine aynı poziyonda üstüme doğru geliyordu, zıpladım havada yan takla atarken kılıcımı minator'un kafasına sapladım, ayaklarımın üzerine indiğimde, minator yerde acı içinde bağırıyor ve kıvranıyordu. Arkamı dönüp, ona gittim ve kılıcımı tuttuğum gibi, sağa ve sola çevirdim, bu sırada minator'da can vermişti. Kılıcımı oradan çıkarıp, kınına soktum. Tekrar çadırıma geri döndüm ve o yorgunlukla çabucak uykuya dalmıştım. Kalktığımda, şafak söküyordu. Kendi kendime, bu süre kısa olsa da yine büyük bir macera yaşadığımı düşünüp, geri dönmem gerektiğini söyledim. Eşyalarımı toplayıp, Kulübe'me geri döndüm. Yorgun düşmüştüm, terliydim, kıyafetlerim kan içerisindeydi. En azından şunu öğrenmiştim; ne olursa olsun, tehlikeli bir yere asla tek başına gitme. Umarım bu sözü bir daha unutmam.