'Benim burada ne işim var?' Afrodit kulübesinin önünde durmuş, bir peri masalından fırlamış gibi görünen kulübeye bakarken kendine bunu sorup duruyordu. Aşık olmayı istemeyen (açıkçası düşüncesinden bile korkan) bir insanın, aşk ve güzelliği temsil eden tanrıçanın kulübesine gelmek ne kadar büyük bir ironi gibi görünüyordu şimdi. Kulübeden kimseyle kanlı bıçaklı değildi, ama çok gerekmedikçe yüz yüze gelmemeye de özen gösteriyordu, çünkü zaten bakirelik gibi bir kavrama asla saygı göstermeyen Afrodit çocukları, birini bulması 'gerektiği' yönündeki telkinlerini sürekli devam ettirip duruyorlardı. Belki de bu yüzden işin en kötü yanı, birinden hoşlandığını düşündüğü için onlardan yardım istemekti. İç geçirdi ve duygularının üzerinde fazla durmamaya çalışarak kapıyı tıklattı. Bir yandan da sadece kendi konuşmak istediği kişinin kapıyı açmasını ümit ediyordu. Neyse ki birkaç saniye sonra kapı açıldığında, karşısında hep kardeşi gibi gördüğü Hope'un sevimli ve güzel yüzünü bulmuştu. Şimdi sıcacık bir gülümseme, o yüzü olabildiğince aydınlatmıştı. 'Selam, Isis. N'aber, içeri geçsene!' Kenara çekilerek ona yol vermişti. Hafif bir gülümsemeyle ona karşılık veren Isis, 'Selam, Hope.' dedi. İçeri geçtikten sonra olduğu yerde huzursuzca biraz kıpırdandı, içinde bulunduğu durumu en iyi nasıl açıklayabileceğini bilemiyordu. En sonunda, sanki saatler süren bir süreden sonra, kızın sorgulayan bakışlarına tedirginlikle karşılık verebildi. 'Aslında müsaitsen seninle biraz dertleşmek istiyordum.' dedi pek fazla duyulmayan bir ses tonuyla, sanki kelimeler ağzından zorla çıkıyor gibiydi.