Küçük üvey kardeşimin çığlıklarıyla üvey annem ve babam odaya daldı. "Aman tanrım Jill! Bu sefer ne yapıyorsun?" diye bağırdı üvey annem beni bebeğin beşiğinin yanında görünce. Pis pis sırıtmakla yetindim. Üvey babam "Jill hemen dışarı çık. Seninle son kez konuşacağım!" diye bağırdı, üvey annem kardeşimi elimden alırken. "Sadece eğleniyorduk" diye söylendim ve salona ilerlemeye başladım. 6 aylık kardeşimin elini yüzünü boyadım, ne olmuş yani? Beni evden mi atacaklar? Ne olur atsınlar! Üvey babam arkamdan geldi ve kapıyı kapattı. Sakin bir ses tonuyla "Jill, seni seviyoruz kızım. Biliyoruz, 16 yaşındaki bir genci evlat edinmek zor. Ama bu hayata alışmanı istiyoruz. Çok mu? Seni evimize aldık, yedirdik. Seni çok sevdik. Neden bize bunu yapıyorsun?" diye sordu. Göründüğüm kadar umursamaz değildim. Bu iyi insanlara bu kadar kötü, bencilce davranmamalıydım, bunu hak etmiyorlardı. Beni gerçekten seviyorlardı. Ama benim amacım bu aşırı güzel ev ortamından uzaklaşmaktı. Hayattaki tek amacım da bu olmuştu zaten. Benim gerçek evim London Yetimhanesi'ydi. Annem ve babamın ben çok küçükken ölmüş. Daha doğrusu, öyle söylüyorlardı. 4 yaşından beri beni evlatlık alan ailelere karşı içimde ister istemez bir nefret oluşuyordu. Ben onları değil, gerçek anne babamı istiyordum. Ama bunu kendime asla itiraf edemedim. Böylece, beni evlatlık alan ailelere (yaklaşık 20-25 tane) türlü işkenceler yaparak, beni yetimhaneme geri göndermelerini sağladım. Aslında herhangi birisiyle yaşam çok güzel olabilirdi. Ama bunu hiçbir zaman istemedim.
Üvey babam bana soran gözlerle bakmaya devam ediyordu. Kendimi çok kötü hissettim, 4 aydır onlarla yaşıyordum, her türlü yaramazlığıma katlanmışlardı. Ayağa kalktım, yumruğumu sıktım ve "Ben yetimhaneme gidiyorum!" diye bağırdım. Pembe, büyük odama girdim ve kapıyı çarparak kapattım. Gözyaşlarımı tutmaya çalışarak bir iki eşyamı toparladım ve odadan çıktım. Kafam karışıktı, hem üzgündüm, hem de seviniyordum. Üvey babam, annem, kardeşim salonun ortasında duruyordu. Gitmemi kabullenmişlerdi çoktan, sadece izliyorlardı. Annemin derin mavi gözleri dolmuştu. "Yarın gelir işlemleri halledersiniz artık!" dedim sinirle, ve güzel evden dışarı çıktım.
Derin bir nefes verdikten sonra telefonla bir taksi çağırdım ve beklemeye koyuldum. "Yine özgürüm!" diye mırıldandım. Taksiyi görünce mutluluğum daha da arttı. Beni yetimhaneme götürecek olan arabanın kapısını açtım, çantamı içeri attım. Şoför bana dik dik bakarken arka koltuğa yerleştim, son derece ciddi bir sesle "London Yetimhanesi" dedim. Sonra mp3'ümü çıkarmak için çantama uzandım. "Üzgünüm" dedi şoför. Bu sefer dik dik bakma sırası bendeydi. "Bir sonraki durağınız, midem olacak" dedi. Birden gözlerimin önünde yaşlı şoför değişmeye başladı. Artık ten rengi koyu yeşildi, siyah siyah benekleri vardı. Kafasında boynuzlara benzer şeyler çıkmaya başlayınca çığlığı bastım ve taksinin içinde üstüme çullanan yaratığa sıkı bir tekme attım. Yaptığıma şaşırdım, çünkü yaratık cüssesine rağmen taksinin ön camına yapıştı. Ben de fırsattan istifade hemen dışarı çıkıp deli gibi koşmaya başladım. Henüz evin önünden ayrılmamıştık. Eğer eve girseydim, peşimden gelirdi ve onlara bir zarar verebilirdi, gelmezse de anlattıklarımdan dolayı beni deli sanacaklardı ya da en kötüsü acındırmaya çalıştığımı. Derin bir nefes çekip arkama baktım. Yaratık taksinin içinde debeleniyordu. Arkama bakarak koşarken birine çarptım. Hemen önüme döndüm ve özür dilemeden koşmaya devam ettim. Çarptığım çocuk benim yaşlarımdaydı ve arkamdan bağırıyordu. "Hey, bekle! Sen Jill misin?" Biraz önce yaşadığım olaydan sonra durmamın imkanı yoktu, koşmaya devam ettim. Ama çocuk da arkamdan gelmeye ve bağırmaya devam ediyordu. "Merak etme, seni o yaratıktan kurtarabilirim. Beni buraya müdiren yolladı, Mrs. Lola!" Müdiremin adını duyduğum anda durdum ve arkama baktım. Çocuk yanıma kadar koştu ve soluklanmaya çalıştı. "Sen, sen neden bahsediyorsun? Müdirem seni niye yolladı? O yaratık da neydi öyle?!" diye bağırdım. "Gel, müdiren sana her şeyi açıklar. Ondan duyman daha iyi olur" dedi ve havaya, altından yapılmış, paraya benzer bir şey attı. Kaldırıma çıktı ve önümüzde bir taksi belirdi. O canavardan sonra buna şaşırmamıştım. "Hadi bin, canavar yaklaşıyor!" diye bağırdı. "Şoför yaratık değil, değil mi?" diye sordum. Sesim titriyordu. "Bin hadi!" dedi ve beni içeri itti. Şoföre "London Yetimhanesine" dedi ve bir anda araba hızlandı. 1 saniye içinde ne ev kalmıştı, ne de canavar. "Sence de çok hızlı gitmiyor muyuz?" diye sordum çocuğa. Gülmekle yetindi. "Tehlikeyi atlattın!" "Yaa, ne demezsin" diye söylendim.
5 dakika içinde yetimhanenin kapısındaydık. Müdirem beni bekliyordu. "Merhaba canım" dedi güzel gülümsemesiyle. Ona gülümseyerek karşılık vermeyi isterdim ama sarsılmıştım. Koştum ve boynuna sarıldım. Bana sıkı sıkı sarıldı ve gözyaşlarımı sildi. "Merak etme canım, her şeyi açıklayacağım. Ted, sen gidebilirsin. Teşekkür ederim" dedi. Ted başını usulca salladı ve taksiye bindi. "Gel" dedi müdirem "Sana sıcak bir kahve yapayım. Vanilyalı çok seversin" dedi. İşte buna hayır diyemezdim.
Kahvemi yudumlamaya başladım. Sıcaklığı dilimi yaksa da, ağzımda bıraktığı tat kadar hiçbir şey beni rahatlatmıyordu. "Artık anlatır mısınız Müdirem?" diye sordum. İç çekti ve gerçekleri anlatmaya başladı. "Yunan mitolojisini çok iyi biliyorsun Jill. Sana küçükken bütün efsaneleri, tanrıları, tanrıçaları, canavarları anlatırdım" Uyku öncesi masalları yerine Yunan efsaneleri ile büyümüştüm, bayılırdım dinlemeye. Ama sözün gittiği yeri anlamıştım, olması imkansız bir şeydi. Şaşkın ifademi görünce gülümsedi. "Zeki bir kızsın Jill. Çok güçlüsün. Sana şimdi söyleyeceklerimi kaldırabileceğini biliyorum" "Bana onların gerçek olduğunu söylemeyeceksiniz, değil mi?" diye sordum. Cevaptan korkuyordum aslında. "Onların hepsi gerçek canım" dedi. Donup kaldım ve düşünmeye başladım. Eğer bunu başka biri söyleseydi, onun kesinlikle deli olduğunu düşünürdüm ama karşımdaki insan, müdiremdi. Taptığım, örnek aldığım, deli gibi sevdiğim insan. Üstelik, taksideki canavarı da görmüştüm. İnanmamak elde değildi. "Sen de, o tarnılardan bir tanesinin kızısın. Yani bir.." sözünü ben tamamladım. "Yani bir melez." Hala şoktaydım ama şaşırtıcı derecede çabuk algılıyordum. "Hayatında her zaman karşına canavarlar çıkacak. Kendini korumayı öğrenmelisin. Senin gibi bir çok melezin gittiği bir kamp var. Eğitim gördükleri, güvende oldukları yer. Şimdi seni oraya götüreceğim. Orada sana her şeyi detaylıca anlatacaklardır" dedi. Sesi o kadar güven vericiydi ki, hiç düşünmeden ayağa kalktım. "Gidelim"