Her zaman ki gibi yatmaktan başka bir şey yapmıyordum. Tembellikten değil. Yapacak bir şey yoktu. Yazın gelmesini her melez gibi heyecanla beklerdim ancak bazen de gerçekten sıkıcı geçiyordu. Belki de Paris’e Rose’un yanına gidebilirdim ya da annemin yanına falan… Yani burada böyle tembellik yapmaktansa uğraşacak bir şeyler olurdu en azından. Üstelik fazla melezde tanımıyordum. Kim bilir kamptakiler Selene isimli bir melezden haberdar mıdır ki? Tam bunları düşünürken kapının çalınması birazda olsun sinirimi bozmuştu. Yavaşça yatağımdan kalktım ve kapıya doğru ilerledim. Kapıyı açar açmaz sarı saçlı ve mavi gözlü bir çocuğun bana baktığını gördüm. ‘‘Selam kime bakmıştın?’’ Çocuğa biraz sinirli bakmış olabilirdim ancak yine de bozuntuya vermedim. Çok gecikmeden soruma yanıt vermişti. ‘‘Adım Ben Afrodit çocuğuyum. Robert'a bakmaya gelmiştim. Ve sen kimsin?’’ Sinirle yüzüne baktım. Aslında Afrodit çocukları ile fazla tanışmıyordum neyse ki biri ile daha tanışacaktım. ‘‘Ben de Robert’ın kardeşi Selene. Memnun oldum Ben. İstersen içeri de bekle, birazdan gelir. Birkaç dakikalığına Paris’e gitmişti de…’’ Birkaç dakikalığına diyince çocuk garip garip yüzüme baktı. Gülümsemeye çalışarak cevap verdim. ‘‘Ah bilirsin, gölge yolculuğu falan işte…’’ O içeri geçerken bende kapıyı kapattım. Acaba kulübe de ikram edecek bir şeyler var mıydı ki?