İkinci oyunu da geçmeyi başarmıştı ama onu en çok korkutan şimdi katılacağı olmuştu şüphesiz. Yer altını sevmezdi. Yine de Tartarus’u görmek istediğini kabul etmeliydi. Ama bir halata tutunarak sarkıtılmış bir şekilde değil. Halata tutunarak, ne kadar kalacağını bilmeden sarkıtılacağı o derin çukuru düşündükçe tüm duyguları karışıyor, hem heyecanlanıyor, hem ürperiyor, hem de sabırsızlanıyordu. Charon, onları kayığı ile styks nehrinden geçirirken, heyecanından dolayı titremeye başladı. Onun titremesini fark eden Lia’nın güvenilir ve destek verici bakışları, az da olsa rahatlatıyordu Katherine’ni. Yine de titremesine engel olamıyordu. Heyecanlıydı. O halatta ne kadar asılı kalacağı hakkında bir fikri yok iken, nasıl heyecanlı olmazdı?
***
Tartarus’un başında halat ile sarkıtılmayı beklerken, başını uzatıp dibini göremediği karanlık çukura baktı. Halatı tutmayı bırakırsa ne olurdu acaba? Onu kurtarırlar mıydı? Yoksa önemsemeyip uzaklaşırlar mıydı? Kurtaracaklarını umuyordu Katherine. Eline tutuşturulmuş halata bakarken aynı düşüncelere sahipti. Bir kez daha Tartarus’un derinliklerine çevirirken bakışlarını, içindeki ürperme isteğine engel olamadı. Bir zamanlar Satürn’ün hapis olduğu bu yerde, en az onun kadar kötü ruhlar dolanıyordu. O kadar dikkatli bakıyordu ki o dipsiz gibi görünen çukura, ruhların onu çağıran fısıltılarını duyacaktı sanki. Etkilenmiş gibi attığı bir adım, Tanrı Plüton’un sesi ile engellendi. “Evet melezler! Göreviniz belli. Buradaki halatlara tutunarak Tartarus’a doğru sarkıtılacaksınız! Başarılar!” Şans dilemek yoktu. Sadece başarılar. Sonuçta konuşan Plüton’du. Ne bekliyordu ki?
Etrafına son bir kez baktıktan sonra, halatı tutan elini sıktı yavaşça. Diğer yarışmacılar gibi yavaş yavaş inmeye niyeti yoktu. Katherine zaten normal bir melez değildi. Her an ne yapacağı belli olmazdı. Yine öyle yapacaktı. Az sonra yapacağı şeyi düşündükçe başı dönmeye başlamıştı. Bir terslik olursa da eli kayarsa, Tartarus’un derinliklerine düşecek, en kötülerin toplandığı o çukurda kalacaktı. Bu düşünceleri kafasından atmak istercesine başını salladı. En az beş adım geri gitti ve gözlerini kapattı. Derin nefesler alarak, az sonra yapacağı şeyi düşünmemeye çalıştı. Aslında onun yaptığı kadar büyütülecek bir şey değildi bu. Sadece… Bilmiyordu. Bir anda onu zor görünür hale getiren siyah eşofmanlarını düzeltirken, çevresine hangi durumda olursa olsun görünümüne önem verdiği imajını gösteriyordu. Aslında bir kandırmacaydı bu. Endişesini ve heyecanını içine gömmeye, kendini sakinleştirmek için başka konulara yoğunlaşmaya çalışıyordu. “Hadi bakalım Katherine. Başlıyoruz.” Dedi kendi kendine. Halatı iki eli ile sıkıca tuttu ve kimsenin onu durdurmasına izin vermeden koşmaya başladı. Zıplarken gözünü kapattı ve tüm Tartarus’ta yankılandığını düşündüğü çığlığını attı. Halatı sımsıkı tuttuğundan emin değildi ama bunu yaptığı için deli olduğu kesindi. Boşluğa düşüyormuş gibi hissedip çığlık atmaya devam ettiği dakikalardan sonra, duvara çarptığını hissetti. Çığlığının susması gerekiyordu ama o devam etti. Bir yandan da rezil olduğu düşüncesi onu rahatsız ediyordu. Sonunda kendisini susturabildiğinde kolundan akan sıcak sıvıya bakabildi. Duvara çarptığında, kolunu çizdiğini biliyordu. Bu yüzden çığlık atmıştı. Tek sorun, bu kadar derin olabileceğini düşünmemişti. Tam da kol kuvvetine bu kadar ihtiyacı olduğu zaman bunların olması, az da olsa moralini bozmuştu. “Pes etmek yok.” Diye hatırlattı kendine. Şu ana kadar idare etmeyi başarmıştı. Yine başaracaktı.
Artık duvardan birkaç santim uzaklaşmış olan halata sıkı bir şekilde tutunması gerekiyordu. Anlaşılan Tanrı Plüton ile Tanrıça Prosepina bu işi iyi düşünmüş, halatı Tartarus’un tam ortasına sarkıtmaktan ise duvara biraz yakın bir şekilde durmasına karar vermişlerdi. Onlara bu konuda hak veriyordu Katherine. Eğer duvara çok yakın olurlarsa, halat yerine oraya tutunabilir, diğer yarışmacılara haksızlık yapabilirlerdi. Eğer çok uzak olurlarsa da düştüklerinde… Pek iyi olmazdı. Düşmesi durumunda olabilecek şeyler gözünde canlanınca daha bir sıkı tutundu halata. Kolunda kan akmaya devam ediyordu ve bu durum onu zorluyordu. Ama düşmeyecekti. O halatı bırakıp da, pes etmeyecekti. Lupa’yı ve Roma Kampı’nı hayal kırıklığına uğratmayacaktı. Yeniden aptallık edip yanına almadığı silahlar için kendisine saatler boyunca lanet okumayacaktı. Öylece duracak ve halatı bırakması için onu zorlayacak kollarını dinlemeyecekti. Acısını görmezden gelecekti.
Bir anda aklına Roma Kampı geldi. Bir keresinde, Lupa’ın isteği ile buna benzer bir çalışma yapmıştı. O günün gerçekten komik olduğunu kabul etmeliydi Katherine. Üstelik az daha Lupa’nın akşam yemeği olacağını da unutmamıştı. Lupa, onu besleyip, büyütendi. Fakat istediği zaman çok cani bir anne olabiliyordu. Kolunun yorgunluğu giderek artarken, başka şeyler düşünmeye karar verdi. Roma Kampı hakkında hatırladığı şeylere yoğunlaştırdı kendini. Eski anılarını düşünmek, belki sakinleştirirdi onu.
“Neden bunu yapıyorum?” Dedi tepeden bağıran isyan dolu sesi ile. Lupa’nın sabırlarını zorladığını biliyordu.Yine de istemiyordu. O yükseklikten sadece bir ipe tutunarak atlamak, on dört yaşındaki bu kızı korkutuyordu belki de. ’Çünkü yapmak zorundasın Katherine Mermaid von Dorff.’ Anlamıştı Lupa’yı sinirlendirdiğini. Kurt ne zaman sinirlense, kıza tam adı ile seslenirdi. Ama bu bile onun inatçılığını kırmamıştı. Tüm Romalı melezlerin önünde Lupa’ya karşı gelmeye devam ediyordu. Kuzeni Cindy ile Aaron bile o yüksek tepeden atlaması ve daha fazla inatlaşmaması için ona bakışları ile seslenmeye çalışıyor gibiydi. Omuz silkiyordu kız yapmam dercesine. Bu da Lupa’nın sabırsızlanmasına yol açıyordu. Zihninde yeniden kurdun sesini duyduğunda, eğer itiraz etmeye devam ederse yem olacağı uyarılarını seziyordu. ‘Bir gün böyle bir durum ile baş başa kalacaksın Mermaid von Dorff. Buna hazır olman gerekiyor.’ Anlamıyordu Katherine. Anlamak istemiyordu belki de. Sonuçta, bir halat ile uçurumdan sarkmak, nasıl başına gelebilirdi ki? O çıkıntıları bulup tutunabilir, tırmanabilirdi dağlara ya da tepelere. Saçma bir halata asla ihtiyacı olmazdı. Üstelik, savaşlar ve ara sıra yaptığı kaçamaklar dışında, Roma Kampı’nı bıraktığı yoktu ki. Bunları düşünürken tepede inatçı sesi yankılandı bir süre. “Yapmayacağım!”
Kolunun ağrısını yeniden hissedince bir an için anılarını hatırlamayı bıraktı. Bir şey yapmazsa daha fazla dayanamayacaktı. “Lupa’yı dinlemem gerekirdi.” Diye mırıldandı kendi kendine. Ama böyle bir durum ile karşı karşıya kalacağını bilemezdi ki o zamanlar. Roma Kampı döneminde, sadece savaşlar vardı onun için. Savaş, aile ve kamp. Hayatı bu üç şeyin arasında geçip gidiyordu. Morta onu ikizi ile buluşturmaya karar verdiği için ilk kez sevindi. En azından bu üçlüye başka şeyler de eklenmişti. Savaş, aile, kamp, aşk ve yine kamp. Peki, kendine itiraf etmek istemiyordu ama az da olsa sevmeye başlamıştı Yunan Melez Kampı’nı. Melezleri arasından iyi anlaşabildikleri olmuştu. Çoğunu sevmiyordu hala. Ama melezleri sevmemesi, kampı sevmeyeceği anlamına gelmiyordu. Bu kampta disiplin pek olmasa da, eğlence de vardı. Melezler daha rahat yaşıyordu. Oysa Romalılar, çok daha disiplinlilerdi. Disiplin, Katherine’nin asla uygulayamadığı şeylerden olmuştu. Sırf bu yüzden Lupa ile ne kadar çok tartıştıklarını hatırlıyordu.
Tepeden halat ile sarkmayı kabul etmemesinin akşamıydı. Lupa onu yanına çağırmış, azarlıyordu. ‘Tüm melezlerin önünde kendini rezil ettin Mermaid! Cesur bir melezsin ama bir halattan sarkamıyorsun!’ Sabah kendinde bulduğu cesaretten iz kalmamıştı kızda. Yüzü utançtan kızarmış bir şekilde başını önüne eğmiş. Yeniden saygı duymaya başladığı bu kurdun, hiçbir savunma girişiminde bulunmadan, onu azarlamasını dinliyordu. “Çok üzgünüm Lupa.” Ama kurdu yumuşatamamıştı. ‘Sen böyle yaparsan, diğer melezleri nasıl kontrol edeceğim? Çoğu kişinin örnek aldığı birisin Mermaid von Dorff. Aeneas’ın soyundan geliyor olabilirsin. Peki bunların hakkını veriyor musun?’ Eğer kendini kontrol etmese ağlayacaktı kız. Hiç bu kadar azarlanıp, eleştirildiğini hatırlamıyordu çünkü. Olumsuz anlamda başını salladı. “Bugün veremedim.” Dedi ikinci kez konuşarak. Lupa ise konuşmadan oturdu ve onu izledi bir süre. Sürgün mü edecekti acaba Katherine’i? “Lupa, orada bunu yapmayı gerçekten istemediğimi biliyorsun! Gerçekten nedenini öğrenmek istedim. Neden ilk ben yaptım? Benden çok daha büyük ve tecrübeli olanlar vardı. Jüpiter aşkına ben daha on dört yaşındayım!” Kurt bu sözlerine oldukça sinirli bir şekilde hırlayarak karşılık verince, kızın içinde yeniden doğmuş olan cesaret kayboldu ve birkaç adım geri gitti. Lupa ona doğru yaklaşırken, cesareti yeniden sönmüş gibiydi.
Bir anda elinin kaydığını hissetti halattan. Korktuğunu belli edercesine açılan mavi gözleri, hatırladığı anılar yüzünden göz yaşları ile dolmuştu biraz da. Belki de düşecek olmanın korkusu ile bir anda belirmişlerdi. Bilmiyordu ki Katherine. Halata yeniden tutunması gerekiyordu. Yoksa tüm emekleri boşa gidecek, daha kötü şeyler olacaktı. Sol elinden akan kanları düşünerek sağ elini uzattı tutunmak için. Gözleri kapandı yavaşça. Eli halatın pürüzlü yüzeyine sıkıca tutunurken, hızlı bir şekilde düşmenin ardından birden tutunmanın getirdiği mide bulantısını yaşadı. Ama kusamazdı! O Amphitrite’in kızı olabilirdi fakat aynı zamanda Afrodit oğlu Aeneas’ın soyundan geliyordu. Görünüş onun için önemliydi. Her zaman işine yarayan siyah eşofmanlarının kusmuk lekesi olmasını istemezdi. Bunu düşünmek bile midesinin daha fazla bulanmasına sebep oluyordu. Tek eli ile tuttuğu halatta kendini yukarı çekerken, sol elini de kullanmak için zorladı kendini. Eğer böyle devam ederse kıracak kadar sıkıyordu dişlerini. İçinden kendisine dayanmasını söylüyordu sürekli. Kanaması artmıştı ve bu iş bittiğinde acilen revire kaldırılması gerektiğinin farkındaydı. Fazla kan kaybetmişti. Sol koluna baksa, bembeyaz olacağını görmekten korktuğu için başka taraflara bakıyordu sürekli. Roma Kampı’nı hatırlamak bir şekilde ona iyi geldiğinden, yeniden anılarına gömüldü.
Öylesine antreman yapıyordu en iyi arkadaşı ile. Roma Kampı, içerisinde asla çaylak barındırmazdı. Çocukluklarından eğitilen kahramanlar, doğuştan kavgacı ve disiplinli olduklarını belli ederlerdi. “Hadi ama Aaron. Mars çocuğu olabilirsin ama beni bir türlü yenemiyorsun.” Dövüş, Mars çocuğunun tek zayıf noktasıydı. Yenilmeye dayanamazdı. Karşısındaki Katherine de olsa. Kılıcını sallayarak kıza saldırdı yeniden. Ne olacağını o andan itibaren anlamıştı Katherine. Aynı şeyler yaşanacaktı. O dövüşte Aaron’u her zamanki gibi kışkırtacak, buna sinirlenen çocuk onu yaralayacak, sonra özür dileyerek hemen Lupa’ya götürecekti. İyileştikten sonra yine dövüşecek, aynı şeyler yaşanacaktı. Ne Katherine, ne de Aaron ders alıyordu bu işten.İkisi de sürekli aynı şeyi yaşamayı seviyormuş gibiydi. İşin tuhafı, yaralandığında Katherine’nin söylediği ilk söz, bir daha onu kışkırtmaya çalışmayacağı oluyordu. Aaron gülüyor ve Katherine kışkırtsa bile, o kendisini kontrol edeceğini söylüyordu. Kendisine gelen hamleyi son anda engelleyen kızın düşüncelerine ev sahipliği yapan bu konu, duyduğu sesleniş ile bozuldu. Bugün her zaman yaşanan döngü yaşanmayacaktı anlaşılan.
Bir kez daha kendine gelirken, gerçekten biri ona sesleniyormuş gibiydi. Ayaklarının da desteği ile sıkı bir şekilde tuttuğu halattan aşağı baktı yavaşça. Karanlıkta hareketlenme olmuş gibiydi. Sanki oradaki kötü ruhların fısıltılarını duyuyordu yeniden. Kendini zorlayarak biraz daha sıkı tutundu halata. Ne olurdu sanki buraya da benliklerinin özleri ile inmiş olsalar? O zaman daha az korkardı emindi bu konuda. Ama o zaman da, ruhunun sürekli burada kalması gibi bir durum vardı. Rahatsız olmaya başlıyordu Katherine. Kötü ruhların fısıltılarını dinlerken, onu ne zaman yukarı çekeceklerini düşünüyordu. Saatler geçmiş gibi geliyordu artık ona. Her geçen saniye işkence gibiydi. Sol kolunu zorlamamaya çalıştıkça, daha çok zorluyordu onu, daha çok kanını akıtıyordu sanki. Akan kanın da durmaya niyeti yok gibiydi. Derin bir nefes aldı. Şu ana kadar katıldığı oyunlar arasında en kötüsü bu olmuştu şüphesiz. “Sakin ol Katherine…” Diye mırıldandı şarkı söyler gibi. Fısıldamıştı aslında. Ama o bunun farkında değildi. Ruhları daha fazla kendine çekmek istemiyordu. Zaten gittikçe kaybettiği kan yüzünden, siyah eşofmanın içinde beyazlaşmış vücudu ile, yeterince dikkati üzerine çekiyordu. Şu ana kadar dayanmasını sağlayan tek şey, eşofmanının yırtılmamış kısımları sayesinde kanın akışının yavaşlamasıydı.
Kendinden oldukça emin görünen kız, Romalı kardeşleri ile oturmuş, Diana’nın ışığı altında sohbet ediyordu. Roma Kampı sınırları içerisinde sakin geçen gecelerden biri denebilirdi o an için. On beş yaşına basmıştı. Yunan Kampı’na gönderilmeden iki gece önce. O andan beri bir şeyler olacağını biliyormuş gibi bazen çevresine bakınıyor, kendinden emin görünen duruşu değişiyor, bir şeyin saldırmasını bekliyormuş gibi duruyordu. Bunu fark eden kardeşlerinin sorularını geçiştiriyor, sohbete devam ediyordu. “Belki de yürüyüşe çıkmalısın ya da kuzeninin yanına gitmelisin. Gerçekten tuhaf davranıyorsun Mermaid.” Mermaid. Romalı melezlerin kullanmayı sevdiği ismi. Fısıldar gibi konuşan bir ses duydu. Kendi sesi. “Belki de yürüyüş iyi gelebilir. Siz sohbetinize devam edin.” Oradan uzaklaşırken, gözüne bir sene önce atlamayı istemediği tepe takıldı. Kimse yoktu değil mi? Bunu onaylamak istercesine çevresine bakındı. Hayır, kimse yoktu. Tek sorun kıyafetleriydi. Kot pantolon ve Roma Kampı’nın mor tişörtü, atlaması için pek uygun gelmiyordu ama. Yine de değiştirmeye niyeti de yoktu. Fikrini değiştirmeden bu işi yapması gerekiyordu. Tepeye çıkana kadar çevresine bakındı. Nedenini bilmiyordu ama kimsenin onu görmesini istemiyordu. Bazı isteyen melezler atlasın diye oraya bırakılmış halatı aldı eline. Bir süre ona baktıktan sonra, sıkı bir şekilde tuttu ve derin bir nefes almanın ardından, koşarak atladı tepeden. Çığlığı, neredeyse herkes tarafından fark edilecek bir korku ile başladıktan sonra, sevinç çığlığına dönüştü. Yapmıştı, üstelik bu iş sandığından da eğlenceliydi.Tek sorun, eğer biri onu tutmamış olsa duvara çarpıp, bir yerini sakatlayacak olmasıydı.
Tam o anda bu anısını düşünmeyi bırakıp, kanayan koluna çevirdi bakışlarını. Hatalarından ders alması gerekiyordu. Aksi halde kendini sakatlamaya devam edecekti. Kendini halata biraz daha yaklaştırdı ve yanağını pürüzlü yüzeye yaslayıp gözlerini kapattı. Yukarı çekilene kadar böyle kalacak, anılarında kaybolmaya devam edecekti. Oyalanmanın ve sakin kalmasının en iyi yolu buydu.
Başını onu kurtaran kişiyi görmek için kaldırırken, öfkesini ve şaşkınlığını gizlemedi. Aaron halatı, onun duvara çarpmasını önleyecek şekilde tutmuş. Yüzünde kendini beğenmiş bir ifade ile ona bakıyordu. Kızın çığlığını duyup, ona bakmaya gelmiş olmalıydı. Açıkçası onun tarafından kurtarılmaktansa, yaralanmayı tercih ederdi. Aaron’u kardeşi gibi görüyor olabilirdi ama onun karşısında zayıf görünmemeye çalışmak gibi bir alışkanlık da edinmişti. Çocuk onu yukarı çekerken söylenmeye başlamıştı bile. “Neden benim çarpmamı önledin? Gördüğün gibi eğleniyordum ben! Hem ne olacaktı ki? En fazla bir çizik oluşurdu ya da morarırdı…”
İç çekti yanağını yasladığı halatta. İki sene önce bu kadar saf ve aptal bir melez olduğunu unutmuştu. Aaron o gün onun çarpmasını engellemeseydi. Tıpkı şu anda olduğu gibi acı çekiyor olurdu. Bir an için başını kaldırıp yukarıya doğru baktı. İzlendiklerini biliyordu. Yüzündeki beklenti ve acı ifadesi ile bekleyen bu kızı gördüklerinde ne yapacaklardı acaba? Yukarı mı çekeceklerdi onu? Bu düşünce ile bekledi bir süre. Sonra kansızlıktan uyuşmuş ve artık acıyı hissetmeyen kolunu çekti halattan. Tüm ağırlığını sağ eline vermeye çalışırken, aklına okuduğu kitaplar gelmişti. Çoğu kişi bu sayede kurtuluyordu tehlikelerden. Bir süre daha bekleyip, hiçbir işe yaramadığını anlayınca söylendi. “Bir daha kitap okumayacağım. Ağırlığını yüklemekmiş! Bir de bu işi nasıl becerdiklerini yazsalar ya!” Yeniden yanağını halata doğru yaslarken, gözlerini yukarı çekilene kadar ne olursa olsun açmamak üzere kapattı. Uyumayacaktı tabii. Yaşadığı bu işkence bitene kadar anılarından çıkmak istemiyordu sadece.
Halatı elinde çeviriyor, tepeden sarkıttığı bacaklarını öylesine sallıyordu. Aaron ile kimsenin onları duyamayacağı bir şekilde konuşmaya başlamışlardı. “Yunanlılarla ilgili gelişmeleri takip ediyor musun?” Diye sormuştu ona. Aslında cevabı biliyordu. Sadece konuyu açmak istemişti. “Tabi ki de Katherine. Sen bunu zaten bilmiyor muydun?” Suskun kalmıştı bu cevap karşısında. Romalılar arasında ona Katherine diye seslenen tek kişiyi meraklandırmak ve endişelendirmek istemediği için cümlelerini zihninde belirledi. Bir süre sonra düşünceli sesi duyuldu. “Sence onların kampı nasıl bir yerdir?” Biliyorlardı artık. Lupa yargıçları toplayıp durumu açıklamış, bazı casuslarını oraya yollayacağını söylemişti onlara. O günden beri kızın aklına takılmıştı Yunanlılar. Son birkaç gündür, daha çok düşünüyordu sadece. Gözlerini açtığında kendini orada bulacakmış gibi hissediyordu. “Bence burası oldukça güzel. Hem, Romalı olmak ve bu kamptaki hayatımdan kopmak varken, neden oraya gideyim ki? Orayı düşünmeyi bırakmalısın Katherine.” Haklıydı aslında. Burada büyümüştü, Roma Kampı onun evi olmuştu. Yunanlıları düşünmesi bile saçmaydı.
İç çekti yavaşça. O anları hatırlamayı bıraktı ve yeniden yukarıya baktı. Sıkılmıştı. Artık anıları bile etki etmiyordu eğlenmesinde. Sol kolunu hissetmiyordu ve bu korkmasına sebep oluyordu. Sağ eli ise terlemeye başlamış, halattan yavaş yavaş kayıyordu. Bu sefer ayaklarına yüklendi Katherine. Onlar da bu kadar kasılmanın ardından ağrımaya başlamıştı. Tam pes etmek üzereyken, bir anda yukarı doğru çekildiğini hissetti. Başarmış olmalıydı! Dayanabilmişti! Her ne kadar zor olsa da başarmıştı bunu. Neredeyse tükenmiş enerjisini, halata daha sıkı tutunarak harcarken, gözlerini kapattı. Yüzünde hafif bir tebessüm oluşmuştu.
Ayakları yere bastığında, mutluluktan zıplamak istedi ama bunu yapacak enerji kalmamıştı. Kan kaybından bembeyaz olmuş vücudunu görenlerin şaşırdığını, seslerinden anlayabiliyordu. Tanrıça Proserpina ona doğru gelirken bir anda yere çöktü. Etrafı kararmadan önce söylediği tek şey “Kan kaybından ölmediğim sürece bir daha buraya gelmeyeceğim.” Oldu.