Yine yatağımda huzursuzca dönüp dururken yaşadıklarımı düşünüyordum. Bunların benim başıma gelmesi bir tesadüf müydü? Hayatımı herkesten ikinci sınıf insan muamelesi görerek yaşamak zorunda mıydım? "Babam olsaydı beni koruyabilirdi." diye mırıldandım. Evet, babamı hiç görmemiştim ve annemin söylediğine göre ben doğduktan sonra bir trafik kazasında ölmüştü. "O bu dünyadaki kimseye benzemezdi. Mükemmel bir adamdı. Romantik, esprili, duyarlı ve her zaman ilgili bir insandı. Onun ölmesi büyük bir şanssızlıktı; ama onu özlüyorum ve asla unutmadım." Her babamı sorduğumda annem bunları söylerdi. Ben de her zaman "Onu unutamadığın için de kimseyle evlenmedin ve başımızda bir erkek yok. Herkes tarafından itilip kakılıyoruz ve doğru düzgün bir hayat bile yaşamıyoruz." derdim. Böyle zamanlarda annemin gözleri uzaklara dalardı. Annemin babama aşık olduğunu anlayabiliyordum çünkü her babamdan bahsettiğinde gözlerinin içi parlıyordu. Babam iyi birisi miydi? Eğer yaşasaydı onu sever miydim? "Umurumda değil çünkü onun öldüğüne inanmıyorum. Annem de onun ölmediğini biliyor." Annem babamdan bahsedince her zaman gözleri parıldar ve gözlerinden "acı" okunurdu. İlk önceleri pek umursamamıştım fakat artık hissedebiliyordum. Annemin gözlerindeki acı babamın ölümü yüzünden değildi, babamı "kaybetmesi" yüzündendi. Evet, muhtemelen annem ve babam hiç evlenmemişti bile. "Lanet herif, umarım bir gün karşıma çıkarsın." Yatağıma girip yorganı boğazıma kadar çektim. Babamı düşünmemden midir, yoksa kaderin bir cilvesi midir bilmiyordum; ama derslerime hiçbir zaman konsantre olamamıştım. Daha doğrusu derslere değil, hayata konsantre olamamıştım. Yaptığım her iş başarısızlıkla sonuçlanıyordu ve hiçbir yere adapte olamamam da cabasıydı. Hayat kimseye benim kadar zor gözükmemiştir belki de. Sınıfın en başarısız öğrencisiydim ve hocalar da, öğrenciler de benden nefret ederdi. Tek bir arkadaşım vardı. Alex adındaki arkadaşım genelde benimle takılırdı ve onun da benden başka arkadaşı yoktu. Sizin anlayacağınız okuldaki "itilip kakılan" çocuklardık. Bana kimse bunu söylemese de şahit olduğum üzere birkaç kere okuldaki "popüler" çocuklar Alex'e beraber takılmayı teklif etmişlerdi. Alex ise beni hayretten çatlatacak bir biçimde bu teklifi reddetmişti. "Bunu neden yapıyorsun?" dediğimde ise "Onların arkadaşlıkları benim hiçbir işime yaramaz. Benim asıl dostum sensin, bunu daha sonraki zamanlar da göreceksin zaten." cevabını vermişti. "Alex'in değerini bilmeliyim. Eğer o da olmazsa bu dünyada tek başıma kalacağım." diye düşündüm ve kafamı yastığa koyup derin bir uykuya daldım. Yarın beni bekleyen maceraların farkına bile varmadan...
Sabah kalktığımda anneme görünmeden giyinip okula gitmeyi planlıyordum. Çünkü annem ile ne zaman sabahları karşılaşsam uzun bir nutuk çekerdi ve beni okula öyle yollardı. Kalktığımda artık neredeyse otomatikleşmiş hareketlerle giyindim ve çantamı da takıp dışarı çıktım. Ilık bir hava vardı ve böyle havalarda genelde boğulacak gibi olmazdım. Genelde diyorum çünkü okula gitmek için her gün on yedi kilometre bisiklet sürüyordum. Tabii bu geliş için de geçerliydi. Otobüse veya okul servisine binmeyi tabii ki cazip buluyordum fakat bu pahalı bir şeydi ve annemin de bunu karşılayacak maddi gücü yoktu. "Sorun değil. İleride bir gün aç veya evsiz kalmayalım da..." Kendimi genelde bu şekilde avutuyordum. Bisiklete bindim ve her zamanki rutin hareketlerle pedalları çevirmeye başladım, o gün neler olacağını dahi bilmeden...
Okula vardığımda Alex beni kapıda bekliyordu. Ona bakıp gülümsedim ve yanına gittim. Koltuk değneklerinden bir tanesini kapıp "Hey, bugün düelloya var mısın ahbap?" Ah, evet Alex'in koltuk değnekleri vardı; ama o bunu hiçbir zaman dert etmezdi. Her zaman neşeli ve güler yüzlü tavrını korurdu. Beraber okul kapısından içeri girip ilerlemeye başladık. Okulun bahçesinde birkaç kız oturmuş gitar çalıp şarkı söylüyorlardı ve kalabalık bir grup da onlara eşlik ediyordu. "Biraz şurada takılsak bence iyi olur, ne dersin?" Alex itaatkar bir biçimde kafa salladı ve yürümeye başladık. Biz de kalabalığın içine karışınca şarkıya adapte olmakta pek zorlanmadık. Okulda dinlenen bir müzik grubunun parçası çalınıyordu. Yine de elektro gitar ve çeşitli enstrümanlarla çalınan parçanın sadece klasik gitar ile çalınması komik olsa da bunu kimse önemsemiyordu. Herkes ile şarkıya ben de eşlik etmeye başlamıştım.
"Conversion, software version 7.0,
Looking at life through the eyes of a tire hub,
Eating seeds is a pastime activity,
The toxicity of our city, of our city..."
Birden şarkıyı çalan kızın gözlerine baktım ve şok olmuş bir biçimde şarkıdan koptum. Alex dışında kimse bendeki bu değişimi fark edememişti. "Sorun ne dostum? Sen iyi misin?" Gözlerimi kızın gözlerinden ayıramıyordum. O kadar vahşi ve... bu dünyaya ait değil gibi görünüyorlardı ki bakıp kalmıştım. Birkaç saniyelik duraklamadan sonra Alex'e döndüm ve onu tutup birkaç metre sürükledim. "İyiyim fakat şu şarkıyı çalan ve yanında oturan iki kızın gözlerine baksana. Bir farklılık sence de yok mu? Yani gözleri iri ve kıpkırmızı. Daha önce hiç böyle bir şey görmemiştim." Telaşla Alex'e döndüm ve cevabını bekledim. Alex köşeye sıkışmış bir köpek yavrusu gibi birkaç saniye dehşetle bana baktı fakat kendini düzeltti ve hiç şaşırmamış gibi yüzüme baktı. "Hayır, ben bir şey göremiyorum. Normal bir insan gözü işte. Bence sınıfa gidip ders notlarımızı toplasak iyi olacak." Garip bir şeylerin döndüğünü anlamıştım ve Alex'in yakasını sıkıca kavradım. "Bana yalan söylemeye çalışma çünkü beceremiyorsun. Burada garip bir şeyler var ve bunu hemen bana söyle." Alex ile ilgilenirken müziğin durduğunu fark edememiştim. Öğrenciler yavaş yavaş yanımızdan geçip sınıflara gidiyorlardı. "Hey, sana bir şey yok dedim! Haydi, hemen sınıfa gitmezsek derse geç kalacağız. Bir de öğretmenlerden azar işitmek istemezsin değil mi?" Yavaşça kafamı salladım ve sınıfa doğru yol almaya başladık; ama bir anda iki kişi kollarım girmişti. Şaşkınlıkla etrafa bakarken koluma girenlerin şarkıyı çalıp söyleyen kızlar olduğunu fark ettim. Bir tanesi Alex'in sağ koluna girmişti, diğeri ben ve Alex'in ortasına geçip birer kolumuza girmişti. Son kız da benim koluma girmişti ve okulun tam ters yönüne ilerlemeye başladık. "Hayır, bir yanlışlık olma..." diye konuşmaya başlayacaktım ki kızlardan "lider" görünümlü olanı konuşmaya başladı. "Hayır canım, ne yanlışlığı olacak? Biz okulda yeniyiz de biraz bize çevreyi gezdirirsiniz diye umuyorduk." Diğer arkadaşlarına döndü ve adeta "vahşi" bir şekilde gülmeye başladılar. Attıkları her kahkahada dişleri biraz daha değişiyor ve daha sivri oluyordu sanki. Alex yüzüne eşsiz bir gülümseme taktı ve kıza dönüp konuştu. "Tabii ki kızlar, memnun oluruz; fakat ilk önce arkadaşımla sizi nerelere götüreceğimiz hakkında konuşmamız gerekiyor. Yalnızca birkaç saniye sürer. Daha çok insan fazlalığı olmayan yerleri tercih etmeliyiz değil mi?" Alex'in söylediklerine inanamıyordum. Bu kızlarla randevu mu ayarlamıştı yani? Kızlara bakıp tekrar gülümsedi ve kızlar da yine kahkaha attılar. Alex beni birkaç metre ileri götürdü ve konuşmaya başladı. Konuştuğu andan itibaren yüzündeki gülümseme gitmiş, yerine endişeli bir surat ifadesi gelmişti. "Dostum, başımız büyük belada. Sana bunu detaylı bir şekilde açıklayamam; fakat şu mitler var ya? Hani çoğu gün konuşup dalga geçtiğimiz... İşte, onlar aslında gerçek ve sen de bir tanrının çocuğusun. Senin kanın özel ve kokunu alabiliyorlar. Ben de bir satirim. Yani senin koruyucun." Her şey kafamda daha çabuk birleşmeye başladı. Her şeyi daha iyi anlıyordum. Bu babamı neden hiç göremediğimi açıklıyordu. Alex'in söyledikleri karşısında donup kalmam gerekirken yavaşça kafa salladım ve "Peki şu karşımızdakiler ne?" dedim. Alex bir kez daha arkasına baktı ve bize doğru gelip gelmediklerini kontrol etti. Hayır, henüz güvendeydik. "İşte onlar da harpya ve seni öldürmek için geldiler. Her zaman yarı tanrıları öldürmeye çalışırlar. İşte, seni de bu yüzden koruyorum. Şimdi sana verdiğim şu hançeri al. Üzgünüm, yanımda kılıç saklayamayacağım için anca hançer getirebildim." Ben şaşkın gözlerle Alex’e bakarken o ise kalın bir dal çıkarmıştı. Muhtemelen bu dal onun silahıydı; fakat bir dal ile üç canavara karşı ye yapabilirdi ki? "İlk saldırıyı sen yapacaksın. Gözünü bile kırpmadan anında birini öldürebilirsen bir şansımız olabilir. Bu arada saldırmadan önce gülümsemeyi unutma. Yoksa bir terslik olduğunu anlarlar." Yavaşça kafamı salladım ve ciddi halimin yerini hemen bir gülümseme aldı. "Vay be, demek ki benim kanım özel. Hiç kendimi böyle hissetmemiştim." Canavarlara yaklaşırken gülümsemeye devam ediyordum. İlk önce biraz laf dalaşı yapıp sonra da onları biçmeyi planlıyordum. "Kararımızı verdik kızlar. Sanırım bugün bar gibi bir yere gitsek iyi olacak." Kızlar sevinçle çığlık attılar. Aslında bu sevinç içinde tüm kötülükleri barındırıyordu. Bunu yavaş yavaş anlayabiliyordum. "Peki nereye gideceğiz?" Kızlar yavaş yavaş bize yaklaşmaya başlıyorlardı. Tüm kaslarım gerildi ve hançerimi sıkıca tuttum. Saldırıya hazırlanmalıydım. "Hemen söyleyeyim. Cehennem barı uygun mudur?!" Bağırarak ilk canavara saldırdım ve hançeri kafasına batırdım. Canavar tahmin ettiğim gibi kan dökmemişti. Onun yerine garip bir toz her tarafa dağılmıştı. Şaşkınlığımı üzerimden bile atamadan diğer iki canavar üzerime saldırdılar. Birincisinin pençesinden son anda kurtuldum. İkincisi tam arkamdan yaklaşıp bana saldırdığı sırada Alex sopasıyla ona sağlam bir vuruş yaptı. "Vay be! İyi vuruştu dostum!" Alex sözlerimi umursamadan dövüşmeye devam ediyordu. İkinci canavar bana saldırdığında nasıl becerdiğimi anlayamadığım bir parende attım ve Alex'in arkasındaki canavarın yanına koştum. Canavar Alex ile meşgul olduğu için beni görememişti. Tam ona doğru öldürücü bir hamle yapacaktı ki hançerimi canavarın sırtından içeri soktum. Canavar tıslayıp yok olduğunda gülümsedim. "İyi iş çıkardık dostum." Alex'e baktığımda gözleri kocaman açılmıştı ve bana bakıyordu. Hayır, bana değil arkama bakıyordu. Neler olduğunu bile anlamadan uzun ve keskin bir şeyin kaburgalarıma saplandığını hissettim. Acı bir bağırıştan sonra yere yığıldım. Hançerim Alex'in önüne düşmüştü. Etrafımdaki her şey kararıyordu. Son gördüğüm şey Alex'in bütün bedeni ve ruhu ile canavara saldırıp onu yok ettiğiydi.
Uyandığımda sıcak bir yerdeydim. Rahat bir yatakta yatıyordum ve etrafı seyretmeye koyuldum. Herkes acele bir şekilde işlerine koşuşturuyorlardı. Etrafta benim kadar olmasa da hafif yaralanmış olanlar tedavi görüyordu. Bir melez yanıma geldi ve aceleyle etrafa bağırmaya başladı. "Çabuk gelin! Yeni gelen çocuk uyandı!" Etrafta telaşlı bir koşuşturmaca yaşandı. İkinci ve üçüncü şoklar ise art arda gelmişti. Alex yanıma gelmişti; fakat gözlerime inanamayacağım bir şekilde belden aşağısı kıllıydı. Bu durum gerçekten iğrenç görünüyordu. Yine de Alex benim hayatımı kurtarmıştı ve onun da bunu pek önemsediği söylenemezdi. Üçüncü yaşadığım şokta ise ata bindiğini düşündüğüm bir adam gelmişti yanıma. Aslında adam ata binmemişti çünkü adam at ile birleşik gibiydi sanki. Lider görünümlü bir adamdı ve herkesin onun sözünü dinlediği kesindi. Sevgi dolu ama otoriter bir sesle hayatımı değiştirecek cümleleri söyledi. "Burası senin yeni evin evlat. Senin gibi melezlerin olduğu kampımıza hoş geldin."