Yine o berbet rüyalardan birini görüyordum. Hafif bir rüzgar saçlarımı uçuruyordu. Garip bir yerdeydim. Pek çok kulübe vardı. Kulübeler bir bütünlük oluşturmasına rağmen hepsi birbirinden farklıydı. Aniden sakinleştirici ancak bir o kadar da korkutucu bir ses duyuldu. Sanırım bana sesleniyordu;çünkü bulunduğum yerde benden başka kimse yoktu.Rüzgara rağmen terlemeye başlamıştım ve elim korkudan titriyordu. Ses bana "Az kaldı melez" dedi.Ondan sonra ise üstümde korkunç bir baskı hissettim. Gözlerim karardı ve bayıldım.
Rüyadan çığlık atarak uyandım ve bu çığlık bana pahalıya patlayacaktı. Neden olduğunu sorarsnız şöyle izah edeyim, şu an 15 yaşındayım ve yatılı bir Öğrenci Yetiştirme Yurdu'nda kalıyorum. Buraya ne zaman geldiğimi ve kimin getirdiğini hiç söylemediler. Bunu bir çok kere hatırlamaya çalıştım. Ama olmadı. Sanki hatıralarımın bir parçası benden alınmıştı. Bu soruyu her sorduğumda ailemin beni istemediğini ve buraya zorla getirildiğimi söylüyorlardı. Bu yanıtlara hiçbir zaman inanmak istemedim. Gerçi ailemin bana bırakmış olduğu tek eşya olan bilekliğimle buna inanmak zor oluyordu. Ama size bunları anlatmadan önce size kendimi tanıtayım, ben Melanie Arianna Bates ve hayatımda hiç bir talih izine rastlanamaz. Yurt müdiremiz Bayan Brown ve Kestane gibi garip kişilerle yaşıyorum. Önce Kestane'den bahsedeyim. Kestane benim en yakın arkadaşım. Onunla yemekhanede yemek yerken tanıştım. Bana çarparak tepsimin havaya fırlamasına ve makarnaların başımdan aşağıya dökülmesine neden oldu.Hatta bir tanesi başımdan aşağıya sarkıyordu ve nefes alınca az daha burnuma girecekti. Bu acı tecrübeden sosun burnu yaktığını öğrendim. Tabi Kestane'nin bu hareketi karşılıksız kalamazdı. Bende suratına bir yumruk yapıştırıp burnunu kırdım. O zamandan beri Kestane benim en yakın arkadaşım. Onu sevmeme rağmen pek çok gizli yönü var. Örneğin tuhaf yürüyor ve turuncu şapkasını başından çıkardığını hiç görmedim. Ayrıca sanki her an biri onu izliyormuş gibi etrafına bakıyor. Pek çok kez de "Geç kaldık" diye mızmızlanıyor. Nereye geç kaldığımızı bilmiyorum ama Kestane gibi birinin geç kalması muhtemel.Ayrıca poğaçaya karşı bir zaafı olduğu kesin. Bir keresinde Yurdun önüne bir pastane açılmıştı. Kestane pastaneden on tane poğaça alıp hepsini kağıtlarıyla birlikte yemişti. Benim ona garip garip baktığımı görünce "Çok acıkmışım" deyip kızarmıştı. Bunca poğaça yemesine rağmen nasıl iskelet gibi kaldığını hala anlamış değilim. Neyse konuya dönersek sabah çığlık attığım için Bayan Brown kahvaltı yapmama izin vermedi. Acaba Bayan Brown'a dava açsam kazanma ihtimalim ne kadar olurdu? O akbaba burunlu kadına cezasını çektirebilir miydim? Hiç sanmıyorum. Kahvaltıdan sonra Kestane bana yarısı yenmiş iki haftalık bir poğaça uzattı. Tabi poğaçayı nazikçe geri çevirdim çünkü Kestane onu zor günler için saklıyordu. Öyle olmasa bile o poğaçayı yiyeceğimi sanmıyorum. Poğaçayı görünce inleyen midemle birlikte derse girmek zorunda kaldım.
Ders Bayan Brown'un dersiydi. Bendeki Disleksi sayesinde " Matematik" kelimesini "etaMatikma"olarak okudum. Disleksi haricinde hiperaktivite ve dikkat dağınıklığı var. Kısaca DEHB. Yani pek de parlak bir öğrenci sayılmam. O gün Bayan Brown'un kazık matematik sınavları tekrarlanacaktı. Genelde sınavdan en iyi notları alan Kevın (ki bunu sınav sorularını çalarak yapıyordu) arka sırada oturmuş yine kendini övmekle meşguldü. Kevın garip biridir. Sürekli Kestane'ye bulaşır. Hatta bir keresinde çantasını çöp kutusuna attığımda gözlerinin kırmızılaştığına yemin edebilirim. Bayan Brown sınavı açıklayınca birden şiddetli bir patlama yaşandı ve dersliğin duvarı parçalanıp etrafa dağıldı.Parçalanan duvardan bahçenin güzel manzarası görünüyordu. Neredeyse her zaman böyle oluyordu. Bayan Brown sınavı açıklar, yurtta bir yerler patlar, sınav ertelenir ama en önemlisi Kevın sınav kağıtlarını çalar. Herkes endişeyle sınaftan fırlayıp aşağıya inerken Kevın'ın sınav kağıtlarını çalmakla meşgul olduğunu biliyordum. Ama bu sefer buna sessiz kalmayacaktım. Ayağa kalkarken bu hareketimin başıma büyük bir bela açacağını nereden bilebilirdim ki? Masaya doğru hızla ilerledim. Bu sefer ben kazanacaktım.Masanın çekmecelerini karıştırırken arkadan ayak sesleri duydum. Hızla arkamı dönerken "Kevın bu sefer ...?!" dedim ancak sözümün devamını getiremedim çünkü karşımda Kevın'dan on kat büyük biri duruyordu. Yüzünü göremeyeceğim kadar uzundu ve görmek istemeyeceğim kadar pis kokuyordu. Oysa herkes Kevın'ın çok güzel parfümler kullandığını söylüyordu. Belli ki yanılmışlardı. Kısık bir sesle " Hey Kev, ne kadar da uzamışsın. Son günlerde vitamin falan mı aldın?" diye sordum.Karşımdaki yaratık garip sesler çıkarmaya başladı. "Eminim dil bilgisinden sınıfta kalmışsındır." dedim. Birinin beni kurtarmasını beklemek gibi bir salaklık yapamazdım. Kendimi savunmalıydım. O yüzden elime gelen ilk şeyi yani Bayan Brown'un tahta cetvelini alarak Kevın'a (veya her neyse) vurmaya başladım. Ve tabi başlar başlamaz cetvel parçalara ayrılarak yere saçıldı. Bu tecrübeden sonra ele vurulan cetvelin fena şekilde acıttığını öğrendim. Kevın'ın da canının yandığını umarak geri çekildim. O anda ne olsa iyiydi ama Kestane'nin bir süpürgeyi kemirerek Kevın'ın başına vurmasını beklemiyordum açıkçası. Kestane "Me-Mel-Melanie!!!Bilekliğini havaya fırlat!" diye haykırdı. Ne yapacağımı bilmediğim için "Bu delilik,öleceğiz!" diye haykırdım."Dediğimi yap" diye ciyakladı Kestane. Kestane'nin dediğini yapmaktansa Kevın'ı çağırıp "Hey Kev, bilekliğimi havaya fırlatmak istemiyorum, Açık büfe kahvaltı istersen ben hazır ve nazırım" demeyi tercih ederdim.Ama bedenim beni dinlemiyordu ve bilekliği bileğimden çıkarıp havaya fırlattım. Tam bir kükreme duyduğum sırada ise elime beyaz bir kılıç düştü.Parmaklarım kılıcı (sanki her zaman yaptığım bir şeymiş gibi) hızla kavradı. O kadar sıkı tutmuştum ki parmaklarımın boğunları bembeyaz olmuştu. En son bu kadar beyazladığını Kestane'yi uçurumdan düşmemesi için tuttuğumda görmüştüm. Neyse uzun hikaye, biz konuya dönelim.Kılıcı kavrayıp haykırarak Kevın'ın üzerine atladım. Kılıç fazla aşağıda kalmış ve diz kapağını sıyırmıştı. Ama bu bile onun acıyla kükremesi için yeterli olmuştu. Beni hızlı bir hareketle geriye savurdu ve kapıya çarptım. Hatta onunla da kalmayıp kapıyı parçalayıp geçtim ve koridorun duvarına yapıştım. Canavarın pis kokusunu alınca birden kendime geldim. "Tamam dostum, ölmek mi istiyorsun. Bunu halledebiliriz" diye bağırdım. Ve bir an bile tereddüt etmeden kılıcı Kev-canavar'ın göğsüne sapladım. Aynı anda da bir toz bulutu çevremi sardı.Bazıları kafamın üstüne konunca "Daha yeni banyo yapmıştım" diye sızlandım. Kırdığım (size bunu kasten yapmadığımı hatırlatırım) kapıdan dışarı çıkan Kestane "Başardın,BAŞARDIN!!!" diye sevinçle meledi.Ardından rengi soldu ve "Buradan gitmeliyiz Mel.Acele et." dedi. "Hey sen kim oluyorsun da bana emir veriyorsun?Ben burada kalıyorum!" diye cevap verdim isterik bir şekilde. Ama içimden bir ses onunla gitmem gerektiğini söylüyordu. Aniden kararımı verdim "Tamam, seninle geliyorum. Ama bana neler olduğunu anlatacaksın." dedim.Onun ağzını açtığını görünce "Sakın itiraz etme.Her şeyi öğrenmek istiyorum.Ve asıl heyecan verici olan şey şu;içimden bir ses bunun ailemle ilgili olduğunu söylüyor." diye ekledim. Kestane kızardı ve öyle dercesine başını salladı. Üç saat sonra öğrendiğim şey ise neredeyse dilimi yutmama neden olacaktı. Ama bu zaten her melezin bir gün öğreneceği şey;ben bir tanrı/tanrıça'nın kızıydım.Ve Kestane'den öğrendiğim üzere;bundan sonra her günüm sınıftaki gibi geçecekti, tabi eğer Kestane'nin beni götürmek için gönderildiği yere gitmezsem...MELEZ KAMPI'NA.