Tek bir kıvılcım, tüm hayatınızı mahvedebilir…
Alevler havaya yükseliyor, ev yanmaya devam ediyordu. Natalie evin tam önünde durmuş, havaya yükselen alevleri korku ve endişe içinde seyrediyordu. Yangının sıcaklığını yüzünde hisseden genç kızın bedeni bir korku dalgası ile sarsıldı. Yere çöktü ve bacaklarını kendine doğru çekerek kollarını bacaklarına doladı. Ne yapacağını bilmiyordu. Çaresizdi. Tüm vücudu uyuşmuştu. İtfaiyenin alarm sesini hayal meyal duyuyordu. Bir an için yanaklarından süzülen gözyaşlarını hissetti. Ağlıyordu. Annesi, küçük erkek kardeşi, çok fazla sevmediği ama her zaman yakınlık duyduğu üvey babası… Onlara ne olacaktı? Natalie bir an için korktu. Hayatında yalnız kalmaktan ve kimsesizlikten korktu. Ölüm ona hiçbir zaman bu kadar korkunç görünmemişti. Yutkundu ve boğazındaki yumruyu geri göndermeye çalıştı. Başaramadı. Elektrik devrelerinden çıkan bir kıvılcım sebep olmuştu bu yangına. Tek bir kıvılcım… Bu kadar güçlü olabilir miydi? Omzunda onu çekiştiren bir el hissetti. Kendisini bileklerinden ve omzundan tutup götürmelerine karşı koymadı. Tepki veremiyordu. Sadece yanan eve bakmakla yetiniyordu. Tek düşündüğü ailesiydi. Burnuna duman kokusu geldi. Nefes almasını zorlaştıracak kadar yoğun ve midesini bulandıracak kadar kötü kokuyordu. Birden zaten uyuşmuş olan zihnindeki tüm düşünceler silindi ve gözleri karardı.
Natalie çevresindeki sesleri sanki konuşanlar kilometrelerce uzaktaymış gibi bir fısıltı halinde duyuyordu. Nerede olduğundan emin değildi. Gözlerini açmaya çalıştı. Büyük uğraşlar sonucu sağ gözünü hafifçe aralayabildi. Etrafı puslu görünüyordu. Sanki şeffaf bir perdenin arkasındaymış gibi… Bir adam kızın koluna bir şırıngayı sapladı. Natalie şırınganın içindeki sıvının damarlarında dolaşımını hissediyordu. Şırıngadaki şey her ne ise vücudunun uyanmasına yardımcı oluyordu. Yavaş yavaş tüm sinirlerinin uyandığını hissetti. Elbette bununla birlikte acı da geldi. Sol ayak bileği çok acıyordu. Ne olmuştu ki ayağına? Birden hatırladı, yanan evden çıkmaya çalışırken merdivenin 5. Katından yuvarlanmıştı. Bileği burkulmuş veya kırılmış olmalıydı. Peki ya ailesi? Onlar… Bu düşünce beynine bir yıldırım gibi düştü. Uzandığı yumuşak yataktan kalkmak için doğrulduğunda bir el yumuşak hareketler ile onu geri yatırdı. “Hareket etme. Herhangi bir yerin incinebilir.” Dedi onu yatıran kişi. Natalie görüntüsünü netleştirmek için birkaç kez kirpiklerini kırpıştırdı. Karşısındaki kişi otuzlu yaşlarında bir kadındı. Annesine o kadar benziyordu ki… Natalie’nin gözleri yaşardı. Kadın bunu fark etti ve “Şşşş… Sakin ol çocuğum. Sakın ağlama. Ben Christina Deeply. Burada doktorum. Seninle ben ilgileneceğim.” dedi. Natalie sakinleşmek için derin bir nefes aldı ve “Neden bu kadar üşüyorum?” diye sordu. Gerçekten de çok üşüyordu. Öyle ki bulunduğu odadaki ısıtıcının açık olması bile işe yaramıyordu. Bedeni titriyordu. Christina adındaki kadın “Şoktasın. Bu yüzden kendine zarar verebileceğini düşünüyorum.” diye cevap verdi. Natalie başını anladım dercesine salladı ve derin derin solumaya başladı. Bir süre ikisi de konuşmadılar. Daha sonra nedense Doktor “Ellerini oynatır mısın tatlım?” diye sordu. Natalie ellerini yavaşça açıp kapamaya başladı. Daha sonra Christina bacaklarını oynatmasını istedi. Natalie bunu da yaptı. Bundan sonra ise başını Christina’nın isteği ile yavaşça sağa ve sola doğru döndürdü. “Bunu neden yaptırıyorsunuz?” diye sordu en sonunda kız. Christina “Vücut koordinasyonlarının bozulmuş olmasından korkuyoruz. Neyse ki böyle bir şey olmamış gibi görünüyor.” diye cevap verdi. Natalie hiçbir şey demedi. Ailesini merak ediyordu. Üstelik yangında gözlerine kaçan dumanlar sebebiyle gözleri batıyordu. Bu da can acıtıyordu elbette. Christina bazı belgeleri doldururken (büyük ihtimalle Natalie ile ilgili belgelerdi bunlar) Natalie içinde büyüyen sıkıntı ile yerinden kıpırdamadan yatıyordu. Birkaç dakika sonra Doktor “Ben gidip bunları teslim edeyim. Sen de burada kal. Sakın hareket etme. Bu arada, ziyaretçi kabul edecek duruma geldin mi?” diye sordu ve elindeki belgeleri işaret etti. Natalie “Tabi. Neden sordunuz?” diye cevap verdi. Doktor “İyi. Çok iyi. Seni ziyaret etmek isteyen bir genç var dışarıda.” dedi. Daha sonra ise odadan çıktı. Aradan biraz zaman geçince bronz tenli, ufak tefek olan ve tuhaf yürüyen bir çocuk odaya girdi. Natalie meraklı bakışlar ile çocuğu süzdü. Çocuk da bu süre boyunca Natalie'yi inceliyordu. Natalie’nin yattığı yatağın hemen yanında duran bir koltuğa oturdu. “Merhaba. Adım Fred. Sen de Natalie’sin her halde. İyi misin?” diye sordu çocuk. Natalie “Öncekinden daha iyi. Doktora sormaya cesaret edemedim ama sen soruma cevap verebilirsin belki. Annem, babam ve kardeşim…” diye fısıldadı. Çocuk sakin bir ses ile “Yaşıyorlar.” dedi. Ardından da ekledi “Yaşıyorlar, ama küçüğün –kardeşinin- akciğerleri kötü durumda. Sonuçta daha çocuk. Ne olduğunun bilincinde değildi ve soluk almaya devam etti. Duman hasar vermiş. Ama eski durumuna dönecek. Hatta doktorların söylediğine göre daha da iyi olabilirmiş. Üvey baban kardeşin ile aynı odada ve onunla ilgileniyor. Annene ise uyku ilacı vermek zorunda kaldılar. Seni görmeyi o kadar istiyordu ki… Fakat buna izin veremediler çünkü şoktasın ve anneni görmenin seni komaya sokabileceğini söylediler.” Natalie'nin vücudu duyduğu bu iyi haber ile gevşedi. Sevincinden dolayı kaslarının acısını hissetmiyordu artık. Ama birden kafasında bir soru daha beliriverdi “Çocuk tüm bunları nasıl biliyor ve neden beni ziyaret etmek istedi?” Bu düşünce ile çocuğa döndü fakat çocuk onun konuşmasına fırsat vermeden “Doktorlar ile konuştum. Ailenin iyi durumda olduğunu söylediler. Burada olmamın sebebi ise… Baban. Gerçek baban.” Natalie’nin vücudu tekrar kasıldı ve titremesi geri döndü. Bu konu ile babasının ne ilgisi vardı? Annesi ona yıllar boyunca babasının onları terk ettiğini söyler dururdu. Peki, niye şimdi Natalie’ye yardım etmesi için birini yolluyordu? Hatta biri demek bile manasız olurdu. Gönderdiği kişi daha onun yaşlarında biriydi! Bunu çocuğa sormadı çünkü bir süre sonra cevap alacağını biliyordu. Tahmini doğru çıktı. Çocuk Natalie’ye yıllar gibi gelen 3,5 dakika sonra konuştu. “Natalie, konuya nasıl gireceğimi bilmiyorum. Bak, ben böyle işlerde yeniyim ve nasıl birisine pat diye bunu söylersin ki?” Ardından ise dudaklarını yalayarak ıslattı ve “Baban sizi bırakmak zorunda kaldı. Çünkü o… Nasıl desem? Biraz, hatta çok özel biriydi. Yani sen de öylesin. Baban bir tanrı idi ve sen de bir… Melezsin! Ben de pek normal sayılmam. Mitolojik efsanelerdeki satirlerden biriyim!” dedi. Natalie bir süre sessiz kaldı. Daha sonra ise kahkahayı patlattı ve “Buna inanmamı mı bekliyorsun? Bu hayatımda duyduğum en saçma ve rahatsız edici hikâye!” diye haykırdı. Fred kızararak “Bana inanmayacağını biliyorum. Ama seninle konuşmak için buraya gelmeden önce annenle konuştum. En başta inkâr edip gitmem için tehditler savursa da en sonunda sana gerçeği açıklamayı kabul etti. Umarım çabuk iyileşirsin. Çünkü ne kadar erken iyileşirsen gerçeği de o kadar çabuk öğrenirsin. Şimdi uyu.” diye fısıldadı. Natalie şaşırmıştı. Çocuğun anlattığı şeyler gerçek olabilir miydi? Bunu öğrenmenin tek bir yolu vardı: İyileşmek. Bunlar aklından geçen son düşüncelerdi. Daha sonra ise gözlerini kapatıp derin bir uykuya daldı. Hem de farkında bile olmadan...