Ahh. Yine geç kalmıştı Marquez. Evinde kafa dinlemek varken aptalca bir partiye gitmek Marq’a göre değildi. Etrafına bakındı. Televizyonda bir Nba maçı, yerlerde cips kırıntıları ve yerde televizyon kumandası. Zorlukla yerinden kalktı. Koltukta uyukladığı için her yeri ağrıyordu. Ev her zamanki gibi sessizdi. Koca bir malikanede tek yaşayan Marq annesinin ve kız kardeşinin yarınki ölüm yıldönümünü aklından çıkaramıyordu. Yukarıdaki odasına doğru çıkmaya başladı kendi kendine söylenerek. Üstüne bir T-shirt, altına ise bir kot pantolon giydi. Çok geç kalmamıştı ama önce gidip sevgilisi Cintia’yı alması gerekiyordu. Marq odasından çıktı. Kendine gelmişti. Koşarak alt kata indi ve arabasının anahtarını alıp kapıyı kapattı. İçeriden bir ses gelmişti ama Marq bunu önemsemeyerek arabasına doğru ilerledi. Arabasına binerken gözetlendiğini hissetti. Çok sürmeden arabasına bindi ve evinden uzaklaştı. Beatles’ın “Yesterday” şarkısının melodisini söyleyerek Cintia’nın evine doğru ilerledi. Yol puslu ve oldukça karanlıktı. Eh, tabi havanın açık olacağının söylenmesi gece vakti için pek uygun değildi. Yolda kaza yapmış olan arabaları görmek için başını çevirdiğinde kazanın hemen arkasında bir kurukafanın kendisine doğru baktığını fark etti Marq. Korkudan direksiyon hakimiyetini yitirdi ama zorlukla arabayı kontrol altına aldı. Tekrar olay yerine bakınca bir kurukafayla ilgili hiçbir şey olduğunu görmedi ve şaşkınlıkla yoluna devam etti. Cintia’nın evine gidince Marq kapının kapalı olduğunu ve üstünde bir not olduğunu fark etti. Disleksi yüzünden notu okuyamayacağını biliyordu Marq ama kağıdın ortasında yazan ve İngilizce olmayan yazıyı okumayı başardı.
Bu senin son kabusun
Marq bağırışla kapıyı tekmeledi. Korkmuş ve düşünceli bir durumda Cintia aklına geldi. Kapıyı açamayacağını anlayınca en iyi arkadaşı Peter’i telefonla aradı. Peter cevap vermiyordu. Belki de Peter’e haber verseydi kafasındaki soru işaretlerine bir çözüm bulabilirdi. Kafasını arabasına doğru çevirdiğinde kendini öldürmek için cebindeki bıçağı çıkardı. Arabanın üzerinde gördüğü manzara dehşet vericiydi. Cintia’nın kafası. Öylece arabanın üzerinde duruyordu. Bir çığlık attı ve korkuyla kaçmaya başladı. Haber vereceği bir market görevlisi, bir taksici aradı. Ama nafile. Bu ıssız tepede bir tek kendisinin olduğunu anladı, ve bir de başka birinin. Cintia’nın evinin bahçesinde bulduğu motora binip oradan uzaklaştı hızlıca. Tepenin aşağısına doğru ilerliyordu ama benzinin bittiğini gördü. Motor yokuş aşağı büyük bir hızla ilerliyordu. Kendisini kurtarmak için motordan atlayan Marquez arkasındaki iskeleti gördüğünde bağıramadan arkasına dönüp kaçmaya başladı ama az sonra orada da bir iskelet belirdi. Kapana kısıldığını anlayan Marq annesinin sözünü hatırladı bir an. “Zor durumda kaldığında dövmeni kullan.”
Ahh. Şu kahrolası dövme ne işime yarayabilir ki diye düşündükten az sonra içgüdüsel bir hareketle dövmesine bastı ve elini sıktı. Elinde altından bir kılıç gördüğünde ne yapacağını bilemeyen Marq kılıçla birlikte canavarlara doğru saldırıya geçti. Birine karşı zar zor dayanırken ikincisi arkadan saldırıya geçti. İkisi birlikte Marq’ı kayaya doğru fırlattı. Birisi dişlerini açmış Marqın üzerine doğru gelirken Arkadan gelen bir ok canavarı toza dönüştürdü. Diğer canavar şimdi arkasına bakıyordu. Marq da oraya bakınca keçi ayaklı elinde ok takımı bulunan Peter’i fark etti. Bugün yaşadığı olaylardan sonra kendisini ağlamamak için zor tutan Marq ayağa kalktı ve arkasını dönmüş olan canavara kılıcını geçirdi. Canavar toz bulutuna döndü. Peter hemen Marq’ı kolundan tutup “Hemen gitmeliyiz, birazdan daha fazlası gelir.” diye çekiştirdi. Marq korkudan ağzını açamıyordu ama kanatlı atların üzerine bindikten sonra uykuya daldı.
Marq yaşadığı şeylerin gerçek olup olmadığını tam olarak anlayamamıştı. Ama acı gerçekler vardı. Bugün yaşadıkları da acı gerçeklerindendi. Arkadaşları ölmüştü. Birden kendini yeni bir dünyada bulmuştu. İnanmıyordu…. Hiçbir şeye… Annesinin 2 yıl önce ölmeden söylediği bir sözü hatırladı. “Gerçekler, öğrenildiği zaman çok acımasız olabilir.” Marq yatağından çıktı ve odanın kapısını araladı. Orda onun yaşlarında 8-9 çocuk daha vardı. Sonra gözü Salon’un arka taraflarında bir yere ilişti. Bu o muydu? O acımasız kişi şu sakallı ihtiyar mıydı? Evet… Tabi ki de oydu. Marq kimseye hesap vermeden bir an önce kulübeden çıktı. Gece yarısında Kamp daha korkunç gözüküyordu. Marq etrafına baktı. Hayır, bu olamazdı. Marq yunan mit’inden fırlamış bir zavallı köleydi. Tanrıların kölesi…. “Caniler” dedi sessiz bir biçimde Marq. Sonra etrafına baktı. Evet bunlar gerçekti. İçinde her türlü şey olan bir kamptaydı Marquez. Tanrıların kölelerinin kampında. Bu saçmalığa son verecek kimse yok muydu? Marq kulübelerin yanından geçiyordu. Yaklaşık 15 kulübe gördü Marq. Hepsinde farklı tanrıların resimleri olan kulübeler. Marq kamptaki mimariye hayrandı. Her yer mükemmeldi. Buradaki yeni arkadaşları da çok iyiydi. Cennet gibi bir yere gelmişti Marq. Ama içinde Tanrılarla ilgili hemen hemen her şey olan bir cennetti. Mark da bundan dolayı sıkılgandı. Annesi, arkadaşları, kardeşi….. Kardeşi… Marq kardeşinin ölmediğinden emindi. Onu kurtaracaktı. Onu kesinlikle kurtaracaktı. Marq bunları düşünmemeye çalıştı. Güzel şeyler düşünüyordu şimdi. Mesela “Buranın yemekleri okul yemeklerine bin basar.” veya “Buradakilerin hepsi tam benim kafa dengim.” Marq gerçekten sevmişti burayı. Hele hele o at adamı. Kheiron’u kendine yakın hissediyordu. Ama o da Tanrıların yaptığı bir oyuncaktı. Off. Marq ormana daldı. Ormanda neyse ki kötü şeylere rastlamadı. Sonra gördüğü manzara karşısında şaşırmadan edemedi. Burası muhteşem bir yerdi. Long island koyu. Marq gidip denize baktı. Denize baktı. Çığlık atmak istedi. Annesinin ölümü o tanrıların oyunundan başka bir şey değildi meğer ki. Gözlerinden birkaç damla gözyaşı aktı. Ve gözlerini kapattı. Düşündü. Bir süre sonra kalkıp koşmaya başladı. Belki de biraz eğlence gerekiyordu Marq'a . Kulübesinin kapısına geldiğinde kapının üzerindeki yazıya baktı. “Hephaistos Kulübesi”. Marquez’in yeni evi burasıydı. İçeriye girdi. Çocuklar şaşkınlıkla ona baktı. Marq “Kim benle Ps3 te bir maç çevirecek?” diye sordu. Ps’ ye oturup yeni kardeşiyle bir yandan konuşuyor, bir yandan da maç yapıyordu. Marq burayı çok sevmişti. Ya Tanrıları…..
(Tanrıçam renklendirme yapamıyorum üzgünüm)