Olimpos Rpg Percy Jackson ve Olimposlular ile Olimpos Kahramanları serilerinden esinlenilerek oluşturulmuş, zirvedeki rpg forum sitesi. |
|
| İyi ki Doğdun Selene | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Tristan Micah Addison Hermes'in Çocuğu
Mesaj Sayısı : 565 Kayıt tarihi : 14/03/11
| Konu: İyi ki Doğdun Selene Salı Nis. 19, 2011 10:33 am | |
| Heyecandan ne yapacağını şaşırmış durumdaydı. Bugün, sevdiği kızın, yani Selene'nin doğum günüydü ve Tristan kendini tutamayarak bir deliliğe kalkışmıştı. Elbette onu göreceği ana yaklaştığı her bir saniyede, heyecanın getirdiği stres duygusu daha da katlanılamaz oluyordu. Nasıl olmuştu da bu kız hayatında bu kadar büyük bir yere sahip olmayı başarmıştı, bilmiyordu. Tek bildiği artık dünyasının Selene olduğuydu. Derin bir nefes aldıktan sonra etraftaki düzenlemelere son bir kez göz attı. Paris'teki bu kır bahçesini bulana kadar akla karayı seçmişti. En sonunda, aradığı gibi, Selene'ye layık bir yer bulmayı başarabilmişti. Hazırlıklara birkaç gün önceden başlamıştı. Hatta, yazdığı minik notlarla işi iyice abartmıştı. Onun kutlamaları sevmediğini biliyordu. Zaten doğum gününü de tamamen şans eseri öğrenme imkanı bulmuştu. Belki Selene buraya hiç gelmeyecekti, Tristan yaptığı hazırlıklarla bir başına kalacaktı. Yine de, günler önce şansını denemeye karar vermişti. Sevgilisinin Hades kızı olması, kesinlikle ilişkilerini zaman zaman çıkmaza sokuyordu. Tristan kuru kafayı tişörtlerde bir süs olarak severdi. Selene ise kuru kafalardan hoşlanırdı... Yine de, o dünya güzeli kız Tristan'ın kalbini bir kere çalmıştı. Bugün, 20 Nisan'dı. Selene, 17. yaşını doldurup, 18. yaşından gün alacaktı. Tristan, o zamanları görüp geçirmiş olmanın bilgeliğiyle gülümsedi. Kendisi yakında 'ergen grubu' yaşları bitirecek, 20 olacaktı. Tabii aradaki iki yıl fark, onun Selene'den daha olgun olduğu anlamına gelmiyordu. Hades kızı kesinlikle çok şey görmüş ve yaşamıştı. Üç Büyükler'den birinin çocuğu olduğu için, melez olarak serüvenine, Tristan daha bahçede top oynarken başlamıştı. Büyük ihtimalle Selene bugün hayatının en değişik doğum günü kutlamasıyla karşılacaktı. Melez Kampı'nda, kampın müdiresi Athena ve Selene'nin ağabeyi Robert yüzünden pek fazla vakit geçirme imkanı bulamıyorlardı ve Tristan onun doğum gününü kampa duyurmak, orada bir parti organize etmek istememişti. Onun yerine, bunun sadece ikisine özel bir kutlama olmasını planlamıştı. Selene sabah uyandığında başucunda kırmızı, minik bir kağıdın üzerine yazılmış bir not bulacaktı. Notun oraya nasıl geldiği, onun için hep muamma olarak kalacaktı, bir Hermes oğlu olan Tristan'ın da kendine ait birkaç numarası vardı. Notta yazan metin, hala aklındaydı.
Aşk tohumu, düşünce gelişir var gücüyle Zaman ve dış görünüş, olgun gösterse bile... Saat 12'de Rose'u ziyaret etmelisin.
Rose, kampın pegasus eğitmenlerinden biriydi ve o saatte, her zamanki gibi pegasus ahırlarında olacaktı. Tristan önceden onunla konuşup, henüz bir pegasus sahibi olmayan Selene için bir pegasus ayarlamasını rica etmişti. Büyük ihtimalle Selene notu şaşkınlıkla karşılamıştı. Tabii bir de notun ondan önce kulübesindeki bir başka kardeşinin eline geçme ihtimali vardı ama bunu aklına getirmemeye çalışıyordu. Şu anda orada kalan Selene'den başka üç erkek vardı ama erkeklerin üçü de birbirinden miskin olduğundan, asla erken kalkmazdı. Selene notun anlamını çözmek ve Rose'dan bir şeyler öğrenmek çabasıyla, tam da vaktinde ahırlara varmış olacaktı. Onu, orada da bir başka gizemli not bekliyordu. Rose tarafından eline teslim edilecek kırmızı minik kağıdın üzerinde de, Tristan'ın ona karşı duyguları hakkında bilgi veren sözler ve bir sonraki adımı hakkında ipucu bulunuyordu.
Sessiz aşk ne yazmışsa onu oku ve öğren, Aşkın ince aklıdır gözlerle duyup bilen... Sevimli bir pegasus, senden onu Claire'e götürmeni istiyormuş.
Bu nottan sonra istese de istemese de, Rose tarafından bir pegasusa bindirilecek ve Claire'i ziyaret amaçlı kamptan ayrılacaktı. Claire, o sırada Paris'teki mağazasında, onu beklemekte olacaktı. Tristan önceden gidip, Afrodit kızını da durum hakkında bilgilendirmişti. Bir pegasusla Paris'e kadar uçarken, Selene'nin düşünecek çok fazla zamanı olacaktı ve büyük ihtimalle sürprizin büyük bölümünü çözmeyi başaracaktı. Yine de bir sonraki adım hakkında bilgi verecek olan nota ulaşmak için, önce mağazaya uğraması gerekecekti. Paris'e varıp mağazanın kapısından içeri girdiğinde, onu beklemekte olan Claire ile karşılaşacak ve onun yönlendirmesiyle, önceden kendisi için hazırlatmış olduğum elbiseyi bulacaktı. Elbisenin takımı olan çantanın içerisinde, üçüncü ve son not vardı. Selene'nin notu okuduktan sonra aceleyle hazırlanmaya başlayacağından emindi.
Seni bir yaz gününe benzetmek mi, ne gezer? Çok daha güzelsin sen, çok daha cana yakın: Taze tomurcukları sert rüzgârlar örseler, Kısacıktır süresi yeryüzünde bir yazın: Işıldar göğün gözü, yakacak kadar sıcak, Ve sık sık kararı da yaldız düşer yüzünden; Her güzel, güzellikten er geç yoksun kalacak Kader ya da varlığın bozulması yüzünden; Ama hiç solmayacak sendeki ölümsüz yaz, Güzelliğin yitmez ki asla olmaz ki hurda; Gölgesindesin diye ecel caka satamaz Sen çağları aşarken bu ölmez satırlarda: İnsanlar nefes alsın, gözler görsün elverir, Yaşadıkça şiirim, sana da hayat verir... Hazırlanmanı bitirdiğinde, kapının önünde seni beklemekte olan taksiyle karşılaşacaksın.
Bundan sonrası, düşündükçe Tristan'ın yerinde durmasını engelleyecek kadar heyecan vericiydi. Selene önceden ayarlanmış olan taksiye binecek ve onun için özel dekore edilmiş Kır Bahçesi'ne gelecek, orada Tristan ile karşılaşacaktı. Neler olacağını bilmiyordu, planının kusursuz işleyip işlemeyeceğinden de emin değildi. Artık tek yapabileceği, beklemek ve olacakları görmekti.
| |
| | | Selene Darcy Harris Hades'in Çocuğu
Mesaj Sayısı : 808 Kayıt tarihi : 28/09/10
| Konu: Geri: İyi ki Doğdun Selene Perş. Nis. 21, 2011 4:49 am | |
| Uykumun en derin en güzel noktalarından biri… Tam kendimi rahatlatmışken üstelik... Uyanmak? Evet, maalesef ki her rüya gibi buda bitmişti. Ne var yani bir rock yıldızı olmak istiyordum ve rüyamda bunu yapıyordum. Üstelik tamda şarkımın can alıcı noktasını söylerken… Galiba bunu unutmam gerekecekti. Uyanmama üzüldüğüm kadar havanın sıcak olduğuna da üzülmüştüm. O kadar bunaltıcıydı ki, yatağımın çarşaflarından bile uzaklaşmak istiyordum. Her yanım ter içindeydi. Biraz banyo beni kendime getirebilirdi. Bu düşünce ile yavaşça yatağımdan kalktım. Saçlarımın karışmış olduğunu ve bedenimin hala derin bir uykuya ihtiyacı olduğunu bildiğim halde banyoya ilerlemeye karar verdim. Ayık değildim işte… Yine dün akşam içmiş miydim? Tabi ya… Robyn yani benim belli etmediğim halde her şeyden çok sevdiğim ağabeyciğim evleniyordu. Bu yüzden iki kardeş takıldık. Evli olacaktı artık ve ben onu daha az görecektim. Tamam, onlara kalmaya giderdim ama Robyn… Özleyecektim işte. Birde duygulandığımı fark ettim. Ah Robyn! Canım ağabeyciğim… Düşüncelerimi bir yana atarak küvetin suyunu doldurdum. Küçük bir keyif yapacaktım. Üstelik herkes uyuyorken… Var mıydı benden mutlusu?
…
Banyodan çıkar çıkmaz asılı duran havluyu hemen üzerime sardım. Aynaya bakmak geldi aklıma… Belki yüzümü birkaç krem ile düzeltebilirdim. Aynayı görünce hemen elimle sildim buharı… Görüntümü görünce çöktüğümü hissettim. Bir sivilce ya da kırışıklık? Zeus Aşkına! Daha kaç yaşındaydım ki? Bir düşünelim… 17’mi dolduruyordum. Bir dakika… Yoksa? Üzerimdeki havluya aldırmadan hemen takvimin yanına koştum. Bugün Nisan’ın 10’ydu. Yani doğum günüm… İnanmıyorum! 17’mi tamamen doldurmuştum. Bugün harika bir gün olmalıydı. Tabi hatırlayan olacak mı onu bile bilmiyordum. Banyoya geri dönerek üstümü değiştirdim. Siyah askılı bir bluz ve altıma da dar kot pantolonumu giyince hazır olduğumu hissettim. Banyodan çıkınca saçlarımın da kurumuş olduğunu fark ettim. Bu yaz sıcağında kuramayacaktı da ıslak mı kalacaktı? Zaten bir saatimi banyoda harcamıştım. Ağzımda Maroon 5’in tanınmış şarkısı olan ‘This Love’ takılmıştı. Bir ara bağırarak söylediğimi fark etmemiştim bile. ‘‘Whispered goodbye and she got on a plane. Never to return again… But always in my heart...*’’ Bir yandan da yatağımı topluyordum. Arkamdan gelen mırıltıları aldırmadan bşrde dans ediyordum. Mutluydum, doğum günü kızıydım. Kimse engel olamazdı buna… Sonunda sırtıma yastık darbesini yemem ile kendime geldim. Arkamı döndüğümde canım ağabeyciğim Hector bana şaşkınlıkla bakıyordu. Birazdan sinirden gözleri kıpkırmızı olacaktı. ‘‘Sel… Uyumama izin versen kardeşim?’’ Kızgın tipi yoktu ama kafamla onaylayıp kısık gözlerimi üstüne diktim. Tabi aldırmamıştı bile. Etrafı topladığımdan emin olunca kendimi kırmızı çarşaflı yatağa atmıştım. Eh benim yatağım diğer yataklardan farklıydı tabi… Kırmızı renge aşık olduğumu herkes biliyordu. Her taraf kırmızıydı. Lambam bile… Güzel lambama bakmak için kafamı çevirmiştim ancak gözüme takılan kırmızı notu ancak fark edebilmiştim. Hemen elime aldım ve güzel el yazısını okumaya başladım.
Aşk tohumu, düşünce gelişir var gücüyle Zaman ve dış görünüş, olgun gösterse bile... Saat 12'de Rose'u ziyaret etmelisin.
12 mi? Hemen saate baktım. Beş dakikam kalmıştı neredeyse… Üstelik bu not kimden gelmişti ki? Tanrım, neler oluyordu böyle? Zaman kaybetmeden hemen dersliklere koştum. Çünkü Rose’un bu saatlerde orada bulunduğunu biliyordum. Hızlı adımlarla kulübeden çıkıp kendimi hiç uğramadığım derslik bölümüne ilerlemeye zorladım. Tamam, dersliklerden nefret ediyordum ancak bu notu çözmem gerekiyordu. Birkaç dakika sonra oraya vardığımda beni güler yüzle karşılayan Rose’u gördüm. Her zaman ki gibi saçlarını dağınık bırakmıştı ve tam bir Poseidon kızı olduğunu ifade edecek midyelerle kaplı bol bluzu ve mavi eteği ile oldukça havalıydı. Onu kıskanıyordum kesinlikle, keşke bu kadar güzel olabilsem diye de düşünmeden duramıyordum. Düşüncelerimi bir kenara atıp yüzüme minikte olsa bir gülümseme yerleştirdim. ‘‘Hey selam yenge...’’ Yenge dememe şaşırmış olacak ki bir durakladı sonrada kahkaha atmaya başladı. Daha sonra bana döndü ve en sevecen ifadesi ile konuşma başladı. ‘‘Seni görmek harika Sel… Şimdi ahırlara gitmemiz gerek seninle hemen!’’ Ahırlar mı? Ne yapacaktık ki? Sözünü ikiletmedim ve merakımı gidermek için peşine düştüm. Gerçekten ihtimalleri düşünmeye başlayınca mantıklı geliyordu. Bu Rose’un hediyesiydi belki de ancak aşk diyordu notta… Rose neden aşk kelimesini notta kullanırdı ki? Robyn ile ilgili bir şey miydi yoksa? Ahırlara varınca birkaç pegasusu sevdim. Ardından Rose’la konuşmaya başladım. ‘‘Neden buraya geldik?’’ Sorumun cevabını fazla beklemeden açıkladı. ‘‘Sana bir pegasus bulacağız. Ancak o şekilde bu notu alabilirsin. Bu notu aldıktan sonra seni tarif edilen yere yollayacağım.’’ Neler dönüyordu burada? Sinirlenmeye başlamıştım. Rose anlamış olacak ki hemen sakinleştirmeye çalıştı beni. ‘‘Hey, sakın sinirlenme ve asla aceleci olma! Emin ol sonunda çok mutlu olacaksın.’’ Rose’a güvenim sonsuzdu. Bu yüzden kafamı salladım ve etrafımdaki pegasusları incelemeye başladım. Bir tanesi çok dikkatimi çekmişti. Hades kızına yakışacak bir pegasustu… Tamam, Robyn ve Stell’in pegasuslarını görmüştüm. Onların ki gibi siyah değildi ancak rengi o kadar değişti ki… Krem rengi diyeceğim ama o kadar parıldıyordu ki… Ayrıca koyu krem rengi olan yelesinde ve kuyruğunda kırmızı gibi koyu ve canlı tonlarda renkler boyanmıştı. Gözleri ise griydi. Beni tamamen etkilemişti. Yanına yaklaşınca hemen başını bana doğru uzattı. ‘‘Rose, yelesi ve kuyruğu neden böyle?’’ Rose merakla pegasusa baktı ve gülümsedi. ‘‘Bu normal bir şey değil. Galiba buda babanın yani Hades’in numaralarından biri.’’ Babamın ismini duyunca pegasus büyük bir keyifle kişnedi. Ben ise onu sevmekle yetindim. Rose’un gözünden kaçmamış olacak ki gülümsedi. ‘‘İstersen onu gelip görebilirsin. Şimdilik sana usta atlardan birini vereceğim. Serenity… Tamam, sakin ol. Sere bir şey demez üstelik daha sonra geri gelecek. Yani onunla geri dönmeyeceksin.’’ Sinirime hâkim olmalıydım. Sakince başımı salladım. Pegasusu gerçekten tatlıydı ancak yinede korkuyordum. Serenity’nin üstüne bindim ve Rose’dan birkaç talimat aldım. Az kalsın unutuyordu ki ikinci kırmızı notu bana verdi. Büyük bir merakla açık okudum.
Sessiz aşk ne yazmışsa onu oku ve öğren, Aşkın ince aklıdır gözlerle duyup bilen... Sevimli bir pegasus, senden onu Claire'e götürmeni istiyormuş.
Claire mı? O neredeydi ki? Rose benimle birlikte notu okuduktan sonra gülümseyerek pegasusun kulağına bir şeyler fısıldadı. Daha sonra ben bir şey diyemeden havalandık. Oldukça sakin bir yolculuk olacak gibiydi.
…
Aslında düşünmek için uzun zamanım vardı ama ben yinede düşünmek yerine havanın tadını çıkarmayı düşünmüştüm. Havada uçmak… O kadar güzeldi ki. Üstelikte bir pegasusla. Acaba benimde pegasusum olacak mıydı? Kesinlikle kampa dönünce pegasus ahırlarına gidecektim ve o güzel pegasus’u sahiplenecektim. Hala uçmaya devam ediyorduk. Ne kadar olmuştu ki? Bir saat, iki saat… Dayanamıyordum. Sonunda Serenity’nin yavaş yavaş aşağıya doğru ilerlediğini fark ettim. Sıkı sıkı tutundum ona. Yavaş bir iniş yaptığımızda gülümseyerek üstünden indim. Bir binanın üstündeydik ama sorun değildi. Yelesini okşayarak konuştum. ‘‘Sahibini sevmesem de seni sevdim Serenity. Sonra görüşürüz.’’ Hiçbir tepki vermeden giden pegasusun durumuna üzülmüştüm. Sere gibi gıcık bir sahipten kim mutlu olurdu ki? Her neyse… Hemen binadan aşağıya indim ve Claire’in mağazasına adımımı attım. Hoş bir yerdi gerçekten. Etrafta sarı ve pembe renkler ağırlıktaydı. Bu Claire ve Tiffany’nin mağazası olduğunu resmen belli ediyordu. Birkaç saniye sonra Claire büyük bir gülücükle önüme çıktı. ‘‘Selene… Hoş geldin tatlım!’’ Oldukça samimi bir konuşmaydı bu. Üstelik diğer Afrodit kızları gibi yapmacıkta değildi. İster istemeden gülümsedim ve sarıldım. Hala bilmediğim bir şeyler vardı. Kolumdan tutup hemen tezgahın oraya götürdü ve kırmızı kutuyu önüme bıraktı. Bu oldukça büyük bir kutuydu. Hemen kutuya baktım. Anlamamışçasına bakışlarımı Claire’a çevirdim. Oda gülümseyerek cevap verdi. ‘‘Haydi, aç kutuyu… Senin için küçük bir hediye. Şu kabinde giyinebilirsin.’’ Şaşkın bakışlarımı bir kenara bırakarak kutuyu açtım. Açar açmaz gülümsedim kendi kendime. Beyaz elbise göğüs altına kadar büzük büzüktü. Daha sonrası ise tüldü. Fazla kısa olduğunu söylemem gerekti. Her zaman siyah giymeme rağmen bu sefer beyaz olması beni şaşırtmıştı. Üşürsem üstüme alabileceğim beyaz şal, beyaz ayakkabı ve şık çantası ile oldukça uyumluydu. Bunları kimin seçtiğini bilmiyordum ama gülümseyerek kabine doğru ilerledim.
…
Elbise’nin yakışması beni oldukça şaşırtmıştı. Düzgün ve uzun bacaklarım ortaya çıkmıştı üstelik… Hatta sırtımdaki dövme bile görünüyordu. Daha önce sırtının açık olduğunu fark etmemiştim. Ayakkabıları da giydikten sonra aynada bir kez kendime baktım. Tabi Claire’ın yaptığı hafif makyajı da unutmuyordum. Bukle bukle olan kahverengi saçlarım sırtımı geçiyordu bile. Ne kadar güzel olmuştum öyle… Claire bir iç çekip konuşmaya başladı. ‘‘Melek gibi oldun Sel. Sana Hades kızı demeye bin şahit lazım. Kız kardeşim olmadığına emin misin?’’ Claire’a şaşkınlıkla baktım. O ise gülmeye başlamıştı bile. Elime de çantamı aldım tabi. Şalı unutmakta yok. Claire ise makyaj malzemelerini düşünüyordu. Hatta rujumun bozulmayıcını bildiği halde elime bir parlatıcı tutuşturdu. Rimeli de unutmadı tabi! Çantamı açınca ikinci bir yazı ile karşılaştım. Kırmızı küçük bir not… Üçüncü kere üstelik… Claire ise benden daha meraklıydı. ‘‘Ay haydi aç şunu aç!’’ dediğini yaptım ve katlanmış küçük kırmızı kağıdı hızla açıp seslice okumaya başladım.
Seni bir yaz gününe benzetmek mi, ne gezer? Çok daha güzelsin sen, çok daha cana yakın: Taze tomurcukları sert rüzgârlar örseler, Kısacıktır süresi yeryüzünde bir yazın: Işıldar göğün gözü, yakacak kadar sıcak, Ve sık sık kararı da yaldız düşer yüzünden; Her güzel, güzellikten er geç yoksun kalacak Kader ya da varlığın bozulması yüzünden; Ama hiç solmayacak sendeki ölümsüz yaz, Güzelliğin yitmez ki asla olmaz ki hurda; Gölgesindesin diye ecel caka satamaz Sen çağları aşarken bu ölmez satırlarda: İnsanlar nefes alsın, gözler görsün elverir, Yaşadıkça şiirim, sana da hayat verir... Hazırlanmanı bitirdiğinde, kapının önünde seni beklemekte olan taksiyle karşılaşacaksın.
Şaşkınlığımı gizlemek istedim fakat buna engel olamadım. Claire ise çığlıkla atıyordu. ‘‘Tanrı Zeus aşkına! Ne kadarda romantik…’’ Doğruydu. Bunu yapan gizli bir hayranım mıydı yoksa Tris miydi? Ah hadi ama o Hermes oğlu bu kadar romantik olamazdı. Claire ile vedalaştıktan sonra kapı önündeki taksiye bindim. Nereye gideceğimi bile bilmiyordum üstelik. Sonunda taksi durmuştu. Heyecanla kapıdan indim ve etrafa bakındım. Kimsecikler yoktu. Arkamı döndüğümde taksi çoktan gitmişti. Üzüntüyle dudak büktüm ve ilerlemeye başladım. ‘‘Kimse var mı?’’ Sonunda arkamdan gelen sesi duyunca zıpladım. Korkmuştum yani. Arkamı dönünce bana bakmakta olan bir çift mavi göz gördüm. Tris’ten başkası değildi bu. Ne diyeceğimi bilemediğim halde her şeyi yere atıp ona doğru koştum. Boynuna atlayınca o havalı gülümsemesi ile yine güldü. Görmesem bile hissediyordum. Bana hazırladığı bu doğum gününü asla unutmayacaktım. Asla…
*Whispered goodbye and she got on a plane. Never to return again… But always in my heart...-Görüşürüz diye fısıldadı ve uçağa bindi. Asla dönmemek üzere... Ama hep kalbimde...
| |
| | | Tristan Micah Addison Hermes'in Çocuğu
Mesaj Sayısı : 565 Kayıt tarihi : 14/03/11
| Konu: Geri: İyi ki Doğdun Selene Perş. Nis. 28, 2011 2:46 am | |
| Ona yıllar sürmüş gibi gelen bir bekleyişin ardından Selene işte burada, kollarındaydı. Tristan'ı gördüğünde sevinçle ellerindeki her şeyi yere atmış ve ona sarılmak için koşmuştu. Bu, Tristan'ın beklediğinden çok daha sıcak bir karşılaşmaydı ve mutluluktan içi içine sığmıyordu. Onun için seçtiği elbisenin içinde Selene'yi hayal etmişti ama hayalleri, şimdi karşısında durmakta olan güzelliğin kıyısından bile geçememişti. Beyaz mini elbise onu gerçekten bambaşka biri haline getirmişti, bir melekten tek farkı, kanatlara sahip olmayışıydı. Suratındaki gülümsemeye engel olamıyordu çünkü çok mutluydu. O da Selene'nin sarılmasına karşılık verdi ve bir süre öylece kaldılar, güzel kızın saçlarını kokladı. En sonunda ayrıldıklarında Selene'nin de kendisi gibi mutlu olduğunu fark etti. Şu anda söylemek istediği o kadar çok şey vardı ki, ilk önce hangisini demesi gerektiğini bilemiyordu. En sonunda, diyecekleri için kendince bir önem sırası oluşturdu ve konuşmaya başladı. Konuşurken Selene'nin ellerini tutmaya devam ediyordu. İlk olarak onun yeşil gözlerinin tam içine bakarak "Doğum günün kutlu olsun, aşkım." dedi. Ona ilk kez 'aşkım' demişti ve bu, istem dışı olarak yanaklarının kızarmaya başlamasına yol açmıştı. Kısa sürede kendini toparlayarak "Elbisen çok yakışmış, tıpkı bir melek gibi olmuşsun." dedi. Suratındaki ifadeden Selene'nin ne düşündüğünü anlayamıyordu ama şu anda mutlu olduğundan emindi. Etraflarında hafif bir esinti esince, Selene'nin ellerini bırakarak yere attığı eşyaları almaya gitti. Beyaz şalı güzelce çırptıktan sonra Selene'nin omuzlarına titizlikle koydu ve "Benim elbise seçimim yüzünden hasta olmanı istemeyiz." diyerek artistçe gülümsedi. Birlikte güzel bir akşam yemeği yemeleri için hazırlatılmış olan masaya doğru ilerlerledikleri sırada "Umarım tüm o gizemli şeyler seni fazla sinir etmemiştir. İnsanlarla bir arada olmaktansa, daha sakin bir kutlamayı tercih edeceğini düşündüm, umarım yanılmamışımdır." dedi. Sürekli konuşup durduğu için Selene'nin tüm sorularına cevap vermesini engellediğinin farkındaydı ama çok heyecanlanmıştı ve heyecanlandığı zaman biraz... Geveze olurdu. Bu Tristan'ı Tristan yapan en önemli ve en sinir bozucu özelliklerinden biriydi. Masaya vardıklarında oturabilmesi için Selene'nin sandalyesini çekti, ardından kendisi de geçip yerine oturdu. Bu gece onlara hizmet etmek için ayarlanmış olan garson, masalarına doğru yaklaşıp verecekleri içki siparişini beklemeye başladı. Tristan, bu yapacağı şeyin Selene'yi güldüreceğini veya onun sinirlerini bozacağını düşünüyor olsa da, garsona önceden ayarladıkları işareti verdi. Bir dakika kadar sonra, etraflarında keman sesleri duyulmaya başladı. Bu çok klasikti belki ama, keman sesleri arasında romantik bir yemek yemek, dünyadaki insanların yarısından fazlasının hoşuna giderdi. Selene tercihler söz konusu olduğunda genellikle azınlık tarafta kalan, değişik biriydi ama Tristan onun da keman sesini sevdiğini düşünüyordu. Gülümseyerek -ve yine biraz kırmızı bir suratla- sevdiği kıza döndü ve "Ne içeriz?" diye sordu. Aslında Hades kızının kırmızı şarap sevdiğini tahmin ediyordu ama tahmininin doğruluğundan emin olmak istiyordu. Tristan için fark etmezdi, her türlü içkiyi içerdi ve elbette alkolle arasında fazla bir ilişki de bulunmuyordu. Artık biraz susması ve Selene'nin diyeceklerini dinlemesinin gerektiğine karar vererek arkasına yaslandı. Ellerini masanın üzerinde birleştirmiş, başını hafifçe yana eğerek Selene'ye bakmaya başlamıştı.
| |
| | | Selene Darcy Harris Hades'in Çocuğu
Mesaj Sayısı : 808 Kayıt tarihi : 28/09/10
| Konu: Geri: İyi ki Doğdun Selene Cuma Mayıs 13, 2011 8:37 am | |
| Bir süre sarıldı bana. Kaldık öylece… Hiç ayrılmak istemiyordum. Onun kollarında, yanında huzurluydum ben. Hem de hiç olmadığım kadar… Sonunda ellerimi tutup konuşmaya başlamıştı. ‘‘Doğum günün kutlu olsun, aşkım.’’ İlk defa aşkım demişti bana. Aşkım… O kadar çok yakışıyordu ki sesine. Yanaklarımın kızardığını hissetmiştim bir anlığına. Neler oluyordu bana böyle? ‘‘Elbisen çok yakışmış, tıpkı bir melek gibi olmuşsun.’’ Bir melek… Peki meleklerin beyaz atlı prensleri olur muydu? İstem dışı olarak da olsa gülümsemiştim. Neden güldüğümü anlamamış olsa da yanlış anlayacağını sanmıyordum. Hafifçe bir rüzgar esmesine rağmen birkaç metre öteye atılmış eşyalardan eşarbı alıp yanıma gelmişti. Hafifçe omuzlarıma sararken konuşuyordu. ‘‘Benim elbise seçimim yüzünden hasta olmanı istemeyiz.’’ Her zaman ki havalı gülümsemesi yüzündeydi. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Onun karşısında resmen dilim tutulmuştu. Ne yürüyebiliyordum ne de konuşabiliyordum. Sadece gözlerine bakıp sarılmak istiyordum. Elimden tutup yürümeye başlamamı sağlamıştı. ‘‘Umarım tüm o gizemli şeyler seni fazla sinir etmemiştir. İnsanlarla bir arada olmaktansa, daha sakin bir kutlamayı tercih edeceğini düşündüm, umarım yanılmamışımdır.’’ Gizemli şeyleri hep sevmiştim zaten. Özellikle de böyle bir sürprizi hayatım boyunca unutmayacaktım. Bizim için hazırlanan masayı görünce gülümsemiştim. Yerlerimize oturduğumuzda hala gözlerine bakmaya devam ediyordum. Ben fark etmeden Tristan garsona küçük bir işaret yapmıştı. İşte tam o sırada etrafı keman sesleri doldurmuştu. Keman… En sevdiğim müzik aletiydi. Sesi beni rahatlatırdı her zaman. Gülümseyerek gözlerimi kapadım ve kendimi rüzgarın uğultusu içinde keman seslerine bıraktım. Ruhumun huzurla ve büyük bir mutlulukla dolmasına izin verdim. İşte buydu… Beni gerçekten sevdiğini hissediyordum. Gözlerimi açtığım sırada Tristan’ın sorusu ile karşılaştım. ‘‘Ne içeriz?’’ tabi ki de kırmızı şarap içecektim. Bana kötü anıları hatırlatmasına rağmen hiç birini aklıma getirmeyecektim. Muntazam bir ses ile cevap verdim. ‘‘Kırmızı şarap, lütfen…’’ Fazla kibar gibiydim. Ancak bu gece böyle olacaktım. Tristan’ın bu yaptıkları akla sığmazdı. Nasıl biriydi bu çocuk böyle? Çapkındı ama bana sadıktı. Üstüne üstlük romantikti.
Zaman çabucak mı geçiyordu acaba ya da bana öyle geliyordu. Fazla bir şey yemek istemiyordum. Bu gecenin bitip, büyünün bozulmasını istemiyordum. Canım sıkılmıştı bir anlığına… ‘Lütfen Tanrım, lütfen… Büyü bozulmasın.’ İçimden geçirdiklerimi o kadar büyük bir sıkkınlıkla söylüyordum ki yüzümdeki ifadeden belliydi galiba. Tristan’ın ayağa kalktığını bile fark etmemiştim. Keman sesleri hala etrafımızdaydı. Tristan’ın sesini duyunca yerimde zıpladım ancak bozuntuya vermedim. ‘‘Dans edelim mi?’’ Gülümseyerek ayağa kalktım. ‘‘Elbette.’’ Elini belime koyması etkilemişti beni. İçimde yepyeni duygular filizleniyordu. İtiraf etmem gerekirse Tristan’dan sadece hoşlanıyordum. Ancak aşık oluyordum galiba… Ellerimi boynuna doladım ve sakin olmaya çalıştım. Gözlerine yakından bakmak beni boğuyordu. Masmavi gözlerinde boğuluyordum. Yüzünün bu kadar yakın durmasına alışık değildim. ‘‘Tristan…’’ istemsizce ismini tekrarlamıştım. Farkında bile değildim. Yaşadığım o kadar sarsıntıdan sonra beni mutlu eden tek insandı. ‘‘Seni çok seviyorum.’’ Cümlem bitir bitmez gözlerim dudaklarına doğru kaydı. Biçimli, kusursuz dudakları… Hiç tereddüt etmeden yüzümü yüzüne yaklaştırdım ve dudağına masum bir öpücük kondurdum. İlk öpücük… Evet, ilk öpücüktü. Bacaklarımı hissetmiyordum sanki. Çilek tadı gelmişti dudaklarıma… Kızarıyor muydum? Üzüm yanıyordu. Ciddi anlamda hem de… Yüzüne baktığımda şaşkınlıkla bana bakıyordu. Şaşırmış gibiydi. Onu şaşırtmayı gerçekten çok seviyordum.
| |
| | | Tristan Micah Addison Hermes'in Çocuğu
Mesaj Sayısı : 565 Kayıt tarihi : 14/03/11
| Konu: Geri: İyi ki Doğdun Selene Ptsi Mayıs 23, 2011 11:49 am | |
| Suratına Selene'nin içki tercihini doğru tahmin etmiş olmasından kaynaklanan bir gülümseme yayılmıştı, mutluluk ve hayranlık karışımı bakışlarını karşısında oturan meleğe odaklamıştı. Masanın üzerindeki hiçbir şeyi, bulundukları yeri veya yaşadıkları dünyayı umursamıyordu, gecenin sonuna kadar onu izleyecekti. Kemanın sesi Selene'nin hoşuna gitmişe benziyordu, bu da Tristan'ın şansını biraz daha zorlamak istemesine sebep oldu. Yavaş bir şekilde sandalyesinden kalkıp derin düşüncelere dalmış gibi görünen Selene'nin yanına gitti ve ona dans teklifi etti. Bir anlığına şaşırmış görünse de, teklifini kabul etti Selene ve birlikte masadan biraz uzaklaşıp, dans edebilecekleri uygun bir alana geçtiler. Yaşadığı kısa tereddüdün ardından elini onun beline yerleştirdi ve Selene'ye yaklaştı. Ona yakın olmak, su içmek kadar doğaldı. Sanki Selene'nin kokusunu içine çekmek için dünyaya gelmişti. Suratına yerleşen gülümseme saf bir mutluluğun timsaliydi. Ona çok fazla şey söylemek, içinden geçen her şeyi anlatmak istiyordu. İlk başlarda Selene bir Hades kızı olduğu için, ilişkileri hakkında birtakım soru işaretlerine sahip olmuştu ama onunla geçirdiği her an, bu soru işaretlerinin bir yenisi zihninden uçup gidiyordu. Bu gece, son kırıntıların da zihnini terk edeceğini biliyordu. Kör kütük aşık olmuştu ona, ayrı kaldıkları her saniye Selene'yi düşünmeyi başarıyordu. Selene'nin ona karşı tam olarak ne hissettiğini bilemiyordu ama bir gün duygularının tam anlamıyla karşılıklı olacağına dair umut taşıyordu.
Kemanın ahengine güzel bir ses daha katılarak "Tristan..." dedi. İsmi onun dudaklarının arasından dökülünce kulağına bir melodi gibi gelmişti. Gözlerinin içine baktığında, Selene'nin de ona bakmakta olduğunu fark etti. Birbirlerine çok yakın duruyorlardı ve ikisi de hallerinden şikayetçi değildi, tam bir uyum içinde yavaş bir tempoda dans ediyorlardı. Selene'nin sonraki sözleri, Tristan'ın olduğu yere çivilenmesine neden oldu. "Seni çok seviyorum." dedi Selene. Onu seviyordu, çok seviyordu! Heyecana kapılmış, adeta ne yapacağını şaşırmıştı. Aklından milyon tane söz geçiyordu ama düşüncelerini kelimelere dökemeyecek kadar mutluydu. Resmen mutluluktan dili tutulmuştu! Selene'nin bakışları onun dudaklarına kaydığında, heyecandan suratının kızardığını tahmin edebiliyordu. Yüzleri birbirine yaklaştı ve Selene'nin dudakları onunkilerle buluştu. Öpüşmeleri, ona tatlı bir selamlaşmayı andırmıştı. Kısa ve oldukça anlamlıydı, Selene'nın sıcak dudakları onu fazlasıyla etkilemişti. Ayrıldıkları zaman gülümsemekte olduğunun farkına vardı ama surat ifadesini toparlamakla uğraşamayacak kadar da şaşkındı. Selene'den böyle bir şey beklemiyordu... Elbette zerre kadar şikayetçi değildi, aksine her an mutluluktan havalara uçabilecekmiş gibi hissediyordu ama Selene'nin de onunkilere benzer hislere sahip olduğunu öğrenmiş olmak, onu allak bullak etmişti. Gülümsüyordu o da, gülümsemesi onun iyice meleğe benzemesini sağlıyordu. Selene'ye doğru iyice yaklaştı ve dudakları onun kulağının hizasına geldiğinde "Ben de seni çok ama çok seviyorum." diye fısıldadı. Bu cesaretin ona nereden geldiğini bilmiyordu ama yüzünü biraz uzaklaştırıp Selene'nin gözlerinin içine bir süre baktıktan sonra, tekrar dudaklarını onunkilere yaklaştırdı. Her zaman kayıp olan bir parçasını bulmuş gibi hissediyordu, ondan ayrılmak da daha ilk öpüşmelerinde fazla ileri gitmek de istemiyordu. En sonunda, her şeyi akışına bırakmaya ve fazla düşünmeden anın tadını çıkarmaya karar verdi. Bu seferki öpüşmeleri daha uzun sürmüştü ama Tristan'ın en son istediği şey olsa da, sona ermişti. Bu sefer de o Selene'yi biraz şaşırtmış görünüyordu, kızın gözlerindeki parıltı oldukça hoşuna gitmişti. Yavaş yavaş tüm duyularını tekrar hissedebilmeye başladığında, etraflarında yankılanan keman melodisinin başka bir ritme geçmiş olduğunu fark etti. Büyük ihtimalle uzun süredir ayakta durmakta olduklarını düşündü. Kısık sesle gülmesinin ardından, Selene'ye masayı işaret etti ve o oturacakken yine nazikçe sandalyesini çekti. Kendisi de geçip masadaki yerini aldıktan sonra şarap kadehini Selene'ye doğrultup "Sana." dedi. Şaraptan aldığı yudum ile biraz rahatladığını hissetmişti. Planları kusursuz bir şekilde gerçekleşmişti, Selene ona beklediğinden daha sıcak bir karşılık vermişti ve Tristan ona daha da fazla aşık olmuş gibi hissediyordu. Bu aşkın bir sınırı yoksa, hep artmaya devam edecekse, bir gün gerçekten de havaya uçabilirdi. Genellikle bakışlarını Selene'den ayırmadığı keyifli bir yemek yediler, Tristan karşısındaki kızın fazlasıyla yorgun göründüğünü fark ettiğinde, eve dönme zamanlarının geldiğini anladı. Her güzel şeyin bir sonu vardı, ona masal gibi gelmiş olan doğum günü kutlaması da sona ermişti. İstemeyerek de olsa onları beklemekte olan pegasusa binip kampın yolunu tuttular. Tristan bu geceyi hayatı boyunca unutamayacağından kesinlikle emindi, Selene için de öyle olmasını umuyordu.
Rp Bitmiştir. | |
| | | | İyi ki Doğdun Selene | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|