Mercedes'i yaşıtı diğer kızlardan ayıran tek özelliği, bir asil olarak yetiştirilmesi değildi. Diğer soylu kızlarla oturup, kıkırdayarak bahçede yakışıklı erkekleri ya da bahçıvanın yakışıklı oğlunu çekiştirmekten hiçbir zaman bir haz duymamıştı. Ona göre bunlar o kadar sığ şeylerdi ki, diğerlerine göre daha olgun olduğunu hissederdi. Çünkü küçüklüğünden beri durdurulamaz bir şekilde kitap okurdu. Her dilde, her konuda, bir oturuştan bir sürü kitabı bitirirdi. Bu özelliğini de Araminta'dan almıştı. Dışarıdan bakıldığında kimse Araminta gibi bir kadının ya da Mercedes gibi bir genç kızın kitap okuma sevdalısı olduğuna inanmaz, hatta bu iddiaya gülmeye başlarlardı. Ama Araminta kızına-yani üvey kızına-eğitimin önemini fazlasıyla aşılamıştı. Mercedes bugünde yanlız kalıp bir kitap okuyabileceği bir yer ararken, gözüne ahırlar takılmıştı. Soluğu burada almış ve bir ahıra yaslanarak kitabına dalmıştı. Ahır boş göründüğünden, kimse ona rahatsızlık veremezdi. Ve birden, soylu burnunu ona dayayan atı görünce, boş ahırın sahibiyle sonunda tanıştığını anladı. O kadar güzel bir pegasustu ki, Mercedes'in gözleri kamaştı. Elini yavaşça onun uzun boynuna ve yumuşacık parlak tüylerine uzattı. Artık at onun, o da atındı. İkisi birbirlerine baktılar. Çok uzun sürecek bir dostluğun başlangıcı hissine kapılıyordu Mercedes. Gülümsedi.