Sıcak bir gündü.Ayaklarımın altında ezilen çimlerin ferahlığını,yüzümü yalayan rüzgarın yumuşaklığını ve bedenimi aydınlatan güneşin ışınlarını benliğimde hissediyordum.Çevremizdeki ağaçlar rüzgarla ritim tutarcasına öne arkaya savruluyordu.Sol tarafımızda ıhlamur ağaçları,arkamızda laleler,sağımızda sarı güller vardı.Rüzgarın her yön değiştirişinde burnuma farklı kokular geliyordu.Önümüz ise bambaşka bir güzellikti.Boylu boyunca uzanan bir vadi vardı.Sanki bugün bize özeldi.Boylu boyunca yatıyorduk çimlerde.Hiç kimse yoktu etrafımızda.Sadece ağaçtan ağaca uçuşan kuşların melodik sesleri kulağımızdaydı.Huzurluydum.Başımı sola çevirdim,Finnick’in az önce topladığı sarı güller yanı başımda duruyordu.Finnick masmavi gözlerini gökyüzüne dikmişti.Ben de baktım oraya.Bulutlar peş peşe sıralanmıştı bizi selamlarcasına.Tebessüm ettim.’’Seni seviyorum’’ dedi Finnick.Başımı çevirdim.Gözlerime bakıyordu.’’Ben de seni seviyorum’’ dedim.Elimi yana kaydırdım.Sıcacık eliyle avucuna aldı elimin içine.Mutluydum.Tek kelimeyle mutlu.Başımı son kez sola çevirdim sarı güllere baktım,sonra gökyüzüne.Nereden bilebilirdim,sarı güllerin ayrılığın habercisi olduğunu?...
Finnick’le el ele yürüyorduk.Ihlamur ağaçlarının altındaydık.Birinin gövdesine yaslandım.Finnick önümde durdu.Yüzümü inceliyor gibiydi.Sağ tarafımızdaki koruluktan bir ses geldi.Bir yaprak hışırtısı;ama biraz fazla sesliydi sanki.Başımı ,Finnick’le eş zamanlı olarak,o tarafa çevirdim.Elim hala Finnick’in elindeydi.Burnuma kötü bir koku gelmeye başladı aynı yerden.Ardından bir inilti sesi.Bir daha….Bir daha…Finnick ‘’Ah’’ dedi.Elimi biraz fazla sıktığını fark ettim ve gevşettim.Biz hala koruluktan gelecek ‘’şeyi’’ korkuyla beklerken iniltiler gittikçe yakınlaşıyordu.Yaklaşık 10 saniye sonra önde biz,arkada Minotor koşuyorduk.Finnick’in eli hala elimdeydi.Ama bir anda…Kayıp gitti.
Finnick’i yanımda hissedememenin verdiği korkuyla durdum ve arkamı döndüm.Minotor yetişmişti.Midem ağzımdaydı.Finnick’in bacağında yara vardı.’’Finnick!!!Bacağın!!!’’ diye bağırdım.Ben bağırınca Minotor bana baktı.Finnick ‘’Hayır!!!’’ diye bağırdı.Başımı tekrar Minotor’dan yana çevirdiğimde,bana doğru koşuyordu.Ardından da Finnick…Ben arkamı dönüp koşuyordum ki başımı bir dala çarptım.Yere düştüm.Arkama baktığımda Finnick son güç kırıntılarıyla Minotor’un sırtına kılıcını sapladı.Yanına koştum.Yaklaşık 10 dakika önce topladığı sarı güllerin yanında yerde yatıyordu.Rengi beyazlaşmıştı.Bense…Açıklanamaz haldeydim.Alnım feci halde kanıyordu.Gözlerimden yaşlar boşanıyordu.Alnımdan birkaç damla kan sarı güllerin üzerine düştü.Finnick’in yüzüne baktım.O masmavi gözler bir daha hiç açılmamacasına kapanmıştı sanki.Yüzümü son kez göğsüne gömdüm ve ağlamaya devam ettim.Yaklaşık 5 dakika sonra kendimi kaybetmiş haldeydim.Başım dönüyordu.Gözlerim kararmıştı.Son hissettiğim şey sarı güllerin kokusuydu…Ayrılığın kokusu…
Gözümün önüne kare kare sahneler geliyordu.Öyle ani geçip gidiyorlardı ki hiç birinin ne olduğunu anlamıyordum.Arka planda konuşmalar gidip geliyordu.Gözlerimi açmaya çalışıyordum ama kapalı kalmakta direniyorlardı.Başım dönüyordu.En sonunda gözlerimi kırpıştırdım ve etrafa baktım.Bir hastane odasındaydım ama buraya nasıl geldiğim hakkında hiçbir fikrim yoktu.Elimi başıma götürdüm.Soğuk,pütürlü bir şeye temas ettim.Başım acımıştı.Nasıl olmuştu bu?Ve en önemlisi ben bunu niye hatırlamıyordum?Etrafımda bipleyen makineler ve oldukça ürkütücü serumlar vardı.Koluma baktım.Birinde serum diğerindeyse kan torbası vardı.Çığlık atmamak için kendimi zor tuttum.Başım dönüyor,midem bulanıyordu.'’İyi misin?’’.Sağıma baktım.Kıvırcık saçlı,yeşil gözlü bir çocuk gördüm.İrkilmiştim.’’Seni tanıyor muyum?’’ dedim gözlerimi kısarak.’’Sanırım hayır’’ dedi gülerek.Dişleri bembeyazdı.Gülümsedim ‘’Pekiii…Bir soru daha.Burada ne arıyorum ve başıma ne oldu?Ha bi deeee…Sen kimsin?’’ .Güldü ve elleriyle saçlarını karıştırdı.’’Hastanedesin.Minotor’dan kaçarken dala çarptın.Ben bir satirim.''Tek cevabım ‘’Ha?’’ oldu.Ve sonra hatırladım…
‘’Bir dakika,bir dakika, bir dakika!Ben…Ben Finnick’leydim.Şeyde…Vadiye bakan uçurumda.En baştan soruyorum.Ne oldu?Finnick nerde?’’.Satir’in tekrar gülmesini ve saçlarını karıştırmasını bekledim.Ama gülmedi…Saçlarını da karıştırmadı…
Gözlerimi kapadım…Sıktım,sıktım,sıktım…Karanlıkta kaybolmak istiyordum sonsuza dek.Satirin anlattıkları çok mantıksızdı.Ve bütün bu anlattıkları yaşadığıma inanamıyordum.Ya da…İnanmak istemiyordum diyelim.Ne yani?Yok muydu?Satir beni avutmaya çalıştı.’’Bak Leon…Melezlerin kampa gelebilmesi için bir canavarla savaşmaları gerekir.Ve tabi bazen,bunu yapamazlar.Ya yanlarında koruyucuları yoktur,ya da onları korumamışlardır.Bu normaldir…Lütfen üzülme…’’ dedi.Normal mi?Normal mi demişti yoksa bana mı öyle geliyordu?!Uykum gelmişti.Satir saçlarımı okşuyordu.Çok geçmeden uykuya daldım.Rüyamda Finnick ölüyordu.Bir daha…Bir daha…
Büyük bir gürültü koptu.İnsanlar koridorda çığlık atıyordu.Bir an deprem oluyor sandım.Yerler de sallanıyordu çünkü.Yattığım yerden doğruldum.Satir odaya girdi.’’Kalk Leon!!Çabuk ol,çabuk!!!’’ diye bağırdı.Başım hala acıyordu.Aldırmadım ve serumları kolumdan söktüm.Bir çığlık attım.Kolum acımıştı.Birden kapı açıldı.Aslında kırıldı desem daha doğru olurdu.Satir Mantikor’a hançer sallıyordu.Ne yapıyordum ben?Neydi bu?Ölümle dans falan mı?...
Bugün ikinciydi bu!Ne biçim bir şeydi!?Hayır,hayır!Robot değildim ki ben bu kadar ruhsuz olabileyim.15 yaşında bir çocuktum ben!Bir günde 2 kişiyi kaybetmek acı veriyordu insana.Hem de gerektiğinden daha fazla.Kalbim acıyordu artık.Bütün bunları patikanın içinde düşe kalka koşarken düşünüyordum.Mintakor’un elinin tersiyle satiri camdan aşağıya itmesi,canım tuzla buz olması,yerlere sıçrayan kanlar,parçalanan camlardan bir parçanın karnıma isabet etmesi ve hastaneden kaçışım…
Patikada koşarken cam parçasını karnımdan çıkarmıştım.Dayanacak gücüm kalmamıştı artık.Zaten Mantikor’dan kaçabilsem bile bu ormandan çıkamayacaktım ve kan kaybından ölecektim.Her şey mantıksız görünmeye başlamıştı birden gözüme.Melez kampına gideceğim diye bir günde iki kez ölümle burun buruna gelmek ve hatta bunun yüzünden 2 kişinin gözlerimin önünde ölmesini görmek…Tanrım!15 yaşındaydım ben!Sadece 15!Şu anda karnım deşik ve başım patlak bir durumda bilmediğim bir yerde bilmediğim bir yere koşmamalıydım ben!!Elimi karnıma götürdüm.Kan vardı…Çok fazla kan…Mantikor’un geldiğini görebiliyordum.Yere düştüm.Havaya bir çığlık savurdum.Bedenimde bir sıcaklık hissettim.Ve arkadan havayı yırtan okların sesini duydum.Hepsi hiç şaşmadan Mantikor’un göğsüne geldi.Gördüğüm son şey Mantikor’un yere devrilişi oldu.Bu bugün 2. Kez kan kaybından bayılışımdı.İminden sessizce elveda dedim.Ve umuyordum ki…Finnick bunu duymuştu…
Bir kanepede uyandım ‘’Ah güzel.Demek kendine geldin.Haydi şimdi kalk da şuraları toplayabilelim’’.Kan yoktu…Acı da…Hepsi bir rüya mıydı yani?!Hayır hayır.Acılar çok gerçekti ama.Kanepeden fırladım.’’Hey hey!Tamam.Yavaş ol.Sadece kanepemden kalk dedim.’’.Bir kaşım yukarda ‘’Seni tanıyor muyum?’’ dedim.Bana baktı ve pis pis sırıttı.’’Biz kardeşiz.’’
Evet,evet.Olan olmuştu.Babam Apollon’du.Kardeşlerim vardı.Ve buradaki herkes kampa gelişinin ilk gününü hatırlamak istemiyordu.Bana da unut diyorlardı.Çabalıyordum…Unutmak için…Finnick için…