Olimpos Rpg
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Olimpos Rpg

Percy Jackson ve Olimposlular ile Olimpos Kahramanları serilerinden esinlenilerek oluşturulmuş, zirvedeki rpg forum sitesi.
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Demeter'in Mesajı

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Marcus L. Stanislaus
Zeus'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Canavarlara Karşı Korunma Eğitmeni
Zeus'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Canavarlara Karşı Korunma Eğitmeni
Marcus L. Stanislaus


Mesaj Sayısı : 2117
Kayıt tarihi : 07/02/11

Demeter'in Mesajı Empty
MesajKonu: Demeter'in Mesajı   Demeter'in Mesajı Icon_minitimePaz Nis. 10, 2011 10:09 pm

Derin ve kusursuz bir uyku sırasında karanlık şekillenmeye başladı. Ruhum sanki bedenimden yükseliyordu ve bir yer şekillenmeye başladı. Burası büyük bir... büyük bir barajdı. Hoover Barajı... Sanki oraya gitmem gerekiyordu. Lanet olsun, beni güzel uykumdan uyandırmak isteyen bir tanrı veya tanrıça vardı. "Sabah olsun ilk işim oraya gitmek olacak." dedim kendi kendime. Ama kafamı yastığa dayadığım anda tekrar Hoover Barajı'nı gördüm. Lanet olsun, bir küfür savurup yataktan kalktım. Diğer odaya geçip uyuyan ağabeyime, yani Leo'ya, baktım. Onun beni takip etmeyeceğinden emin olmam gerekiyordu. Neyse ki kusursuz uyuyordu. Çantama biraz drahmi, ölümlü parası, ambrosia ve nektar, biraz da erzak ile ilaç koyup giyinmeye başladım. İşim bitince sessizce kulübeden çıktım ve ormana daldım. Ormanın içinden dolaşıp pegasus ahırlarına doğru gidecektim. Ormanda koşarken aniden bir çıtırtı geldi. Hemen durdum ve etrafı dinledim. Burada biri olduğuna ve beni izlediğine yemin edebilirdim. Ama etrafta hiçbir şey yoktu. Yine de kılıcımı çektim ve dikkatlice etrafı süzdüm. Bir şey olmadığına emin olduktan sonra ilerlemeye devam ettim. Görünürde bir şey yoktu ama burada biri vardı. Onu hissedebiliyordum. "Belki de delirdim." diye düşündüm. Kılıcım elimde koşmaya devam ettim. Kamp meydanından daha kısa bir sürede pegasus ahırlarına varmak yerine ormandan dolaşıyordum çünkü eğer kamp meydanında biri beni görürse akıbetimin iyi olmayacağını tahmin ediyordum. Pegasus ahırlarına vardığımda ahırların kapısı açılmıştı. Buraya birisi daha gelmişti! Nedense buraya gelenin ormanda varlığını hissettiğimle aynı kişi olduğu hissine kapıldım. Kılıcım elimdeydi ve yüz kaslarım gerilmişti. Etrafı bir kartal gibi süzüyordum ve ilk gördüğüm kişiyi Tartarus'un dibine yollamaya hazırdım. Kimse yoktu ama ahırlardan birisi boştu. İyice huzursuzlanmıştım ama eğer Hoover Barajı'nda ne varsa hemen gidip yüzleşmek istiyordum. Lura'nın yanına geldiğimde onu uyandırdığım için bana kızgındı. Çantamdan biraz küp şeker çıkarıp Lura'ya yedirince aramızdaki buzlar erimişti. Pegasusumun başını okşayıp yola çıkmaya hazırlandım. Ahırlardan çıktığımızda zor bir gün geçireceğimi biliyordum. Zaten bir melezin hayatı ne kadar kolay olabilirdi ki? Pegasusum ile havalandıktan sonra uykum yine ağır bastı. Lura'nın kulağına eğildim. "Hoover Barajı'na gideceğiz kızım." Sonra da zorlansam da pegasusa ters binip kafamı Lura'nın ensesine yasladım ve uyumaya başladım. Bu sefer rüya görmüyordum ama bir ses "Dikkatli ol Marcus." diyordu. Onlarca kez kafamın içinde bu ses çınladığında gözlerimi tedirginlikle açtım. Hala havadaydık ve muhtemelen varmak üzereydik. Güneş henüz doğmamıştı bile. "Bu tanrılar hiç insaflı değil." dedim kendi kendime. "Hiçbir melez uykusundan kaldırılıp çağrılır mı?"

Hoover Barajı'na indiğimizde hava yeni yeni aydınlanmaya başlıyordu. Lura'dan indim ve başını okşadım. "Gidebilirsin kızım." Lura arkasını döndü ve havalandı. Beni burada nelerin beklediğini düşünüyordum. Bana o rüyayı kim göstermiş olabilir ki? Kronos mu? Gaia mı? Yoksa sadece iyi niyetli bir tanrı/tanrıça mı? Hiçbir fikrim yoktu ama yakında bunun cevabını öğreneceğim için sabırsızlanıyordum. Birden yine bir şey hissettim. Etrafımda biri vardı. Tereddüt etmeden kılıcımı çektim. "Lanet olsun, bunun bir tuzak olduğunu düşünmeliydim." Etrafıma baktığımda yine bir şey göremiyordum ama bu sefer etrafımda kim varsa bana ormanda olduğundan daha yakındı. Sinsice beni nasıl öldüreceğini planlıyor olmalıydı. "Ölmek için ne kadar kötü bir gün." diye düşünmeden edemedim. Herkes büyük bir savaşta kahramanca ölmeyi düşünür. Kimse bir suikasta kurban gitmek istemez. "Yüzleş benle seni geri zekalı." Etrafı dinlerken eğer orada kim varsa bana her saniye daha da çok yaklaşıyordu. "Ne oldu, korktun mu benden?" Bunu söylerken karşımdakinin benden korkmadığına adım gibi emindim. Düşüncelerim karmaşıklaşırken birden sırtımdan ecel terleri döküldü. Tehlikeyi hissetmemle kendimi yere atmam bir olmuştu. Arkamdan biri çıktığında onun bir tanrı olmadığını hemen anlamıştım. Benden biraz daha büyüktü ve benden daha iri yarı olduğu her halinden belliydi. "Ölmek istiyorsan yaklaş bakalım." Çocuğun yüzünü göremiyordum ve onun da benim yüzümü göremediğini tahmin etmiştim. İlk saldırıyı yapmanın avantajlı olacağı hissine kapılıp bütün gücümle çocuğun üstüne yüklendim. Çocuk geriye sendelese de pes etmişe benzemiyordu. O da saldırdı ve kılıçlarımız havada karşılaştı. Onu yenebileceğimi düşünüyordum. Planımı şimdiden düşünmüştüm bile. Şimşeğe dönüşüp onun işini bitirmek istiyordum. Kılıçlarımız vuruşurken havaya yoğunlaştım. Tam şimşeğe dönüşeceğim sırada çocuğun kılıcı kolumu sıyırdı. Yüksek sesle bir çığlık attım ve şimşeğe dönüşüp çocuğu çarptım. Yaralandığım için yüksek güçte bir şimşek oluşturamamıştım. Çocuk ayağa kalktığında onun yüzüne ilk defa görmüştü. Küçük bir hayret çığlığı attım. "Lanet olsun Allen, az kalsın beni öldürecektin." Allen şimşeğin etkisini hala hissediyor olacaktı ki kafasını tuttu. Ama iyiydi ve benim de kolumdaki yara pek derin sayılmazdı. Birbirimize bakarken bir şey hissettim. Allen'a baktığımda onun da bunu hissettiğini anlamakta zorlanmamıştım. Bir kadın çıktı ve bize doğru yaklaşmaya başladı. İkimiz de kılıçlarımızı hazır tuttuk. Kadın o kadar büyük bir enerji saçıyordu ki onun bir tanrıça olduğunu anında anlamıştım. Yüzü tam belirginleştiğinde ise buraya bizi kimin çağırdığını anlamıştım. "Melezler, çabucak buraya geldiğinize sevindim." Tanrıçanın karşısında eğilip selam verdim. "Tanrıça Demeter..."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Allen Jacques Harth
Nyks'in Çocuğu/Doğa Bilimleri Eğitmeni
Nyks'in Çocuğu/Doğa Bilimleri Eğitmeni
Allen Jacques Harth


Mesaj Sayısı : 432
Kayıt tarihi : 21/02/11

Demeter'in Mesajı Empty
MesajKonu: Geri: Demeter'in Mesajı   Demeter'in Mesajı Icon_minitimeCuma Nis. 15, 2011 1:36 pm

Gözlerimi pencerenin dışında görünen mürekkep rengindeki gökyüzüne dikmiş, bir hayalet kadar sessiz bir biçimde oturuyordum pencerenin pervazında. Melezlerin başına bela olan saçma sapan rüyalar sağolsun, bir gece daha uykum kaçmıştı. Üzerinde fazla düşünmemeye, kafamı boşaltmaya çalışıyordum ama sinsi bir hastalık gibi yer etmişti beynimde. Karanlığın içinden heyula gibi, uğursuzca beliren ve bir şekilde beni davet eden baraj, gözlerimin önünden gitmiyordu bir türlü. Yola çıkmak isteyip istemediğimden emin bile değildim. Korku değildi benliğimi esir eden düşünce. Şüphe her şeyi bastırarak daha da ön plana çıkıyordu. Durduk yerde neden bir baraja, hem de gecenin köründe, gitmem gerekiyordu ki? Suratımı asarak biraz daha boş boş bakınmaya devam ettim. En son ihtiyacım olan şey hafif bir hayal kırıklığıydı. Bu kampa geldiğimden beri kaç tane göreve çıkmıştım, bundan ne diye kaçacaktım ki? Hiç yorulmazdım bir şeyler yapmaktan, hele söz kavga dövüşe gelince, sıkılmazdım da. Mantığım ve egom kendi arasında savaş verirken iç geçirdim ve ayağa kalktım. Lanet olsun, nereye gideceğimi bile bilmiyordum. Ama bir şey yapmadan oturmak da bana göre değildi. Rahat kıyafetlerimin üzerine, sabahın soğuğunda üşümemek için ceketimi aldım. Sonra da göreve çıkarken yanıma almaya alıştığım sırt çantasını kapıp içine biraz kıyafet, para, bir tane nektar şişesi ve bir paket de ambrosia koyduktan sonra dışarı çıktım.

Dışarısı tam da beklediğim gibi baya soğuktu. Kollarımı kendime doladım ve pegasus ahırlarına doğru yol almak için ormana girdim. Bu saatte Onyx'i almamın bir fark yaratacağını düşünmüyordum. Gideceğim yer her neredeyse, ona ihtiyacım olacaktı. Orman olabildiğince gürültüsüz ve sakindi, kafayı bulmuş gibi görünen bir orman perisi hariç hiçbir canlı varlıkla karşılaşmamıştım. Sanırım beni bir satire benzetmişti; bana göz kırpıp öpücük yolladıktan sonra kıkırdadı ve tekrar ağacının içinde gözden kayboldu. Gözlerimi devirerek başımı iki yana salladım ve ahırlara doğru yürümeye devam ettim. Etrafta kimsenin olmaması beni rahatlatmıştı. Ahırın kapısını ses çıkarmamaya özen göstererek açtım. İçerisi karanlıktı, çıt çıkmıyordu. Karanlıkta görmekte bir zorluk çekmediğim için hızla ilerledim ve Onyx'in bölmesine girdim. Gece rengindeki pegasusum derin uykudaydı. 'Onyx!' diye fısıldadım yüksek sesle. Birkaç kere yapınca, sonunda gözlerini açtı ve yakınır gibi alçak sesle kişnedi. 'Sessiz ol!' dedim yine aynı tonda bir fısıltıyla. 'Hadi, gitmemiz lazım.' Sitemkar bir bakış vardı pegasusun gözlerinde. Onu suçlayamıyordum. Benim de pek farklı olduğum söylenemezdi zaten. Yine de beni takip etti Onyx ve birlikte ahırın kapısına gittik. O anda aklıma bir şey geldi. 'Dur bakalım oğlum.' Gerçi sabahın köründe birilerinin bizi görmesi pek de olası değildi, ama tedbirli davranmakta fayda vardı. Gözlerimi kapatıp kısa bir anlığına odaklandım ve içimde, kalbime yakın bir yerde belirmeye başlayan tuhaf hissin yayılmasını, beni ve Onyx'i kaplamasını bekledim sabırla. Bir iki saniye sonra gözlerimi açtım ve pegasusa bakarak, 'Tamam, gidebiliriz.' dedim. Başarılı olup olmadığımı kontrol etmeme gerek yoktu, çünkü ilk başlarda çekindiğim ve istemediğim özel gücüme yeterince hakim olmaya başlamıştım. Tam bir adım atacaktım ki, hızla yaklaşan adım seslerini duydum. Ah, böyle durumlarda insanın görünmez olabilmesi güzel oluyor, yoksa yanımdan geçen çocuk beni hemen fark ederdi. Yüzüne bakınca, bunun Marcus olduğunu fark ettim. Bu saatte ne işi vardı ki burada? Onyx'e binip uzaklaşabilirdim, ama içimden bir his onu takip etmemi söylemişti. Bu yüzden homurdanarak ilerlemeye çalışan Onyx'i durdurdum. Biraz sonra Zeus'un oğlu, yanında pegasusuyla birlikte dışarı çıktı. O pegasusunun üstüne çıktığında, ben de Onyx'e bindim. 'Pekala oğlum. Şu öndeki çelimsiz tipi takip edeceksin.' Tabii bir de Roma'lı bir melez olduğu için Marcus'un çelimsiz bir hali yoktu, ama güne güzel başlamak istiyordum. Kumar oynuyordum aslında, Marcus eğer düşündüğüm yere gitmeyecekse, bu yolumu gereğinden fazla uzatabilirdi. Yine de acelem olmadığını düşünerek sırıttım. Sonuçta bu oyunda benim de kendime göre kurallarım vardı.

Yolculuk gereğinden fazla uzun sürüp de artık gün ağarmaya başladığında, ben de sıkılmış ve yanlış yolda olduğumu düşünmeye başlamıştım bile. Gücüm de çoktan deaktive olmuştu, ama ne kendimi, ne de Onyx'i tekrar görünmez yapmıştım. Marcus bir anda arkaya dönme kararı almadığı sürece beni görecek değildi ya. Ancak, ilk bakışta rüyamda gördüğüm yer olduğunu anladığım büyük bir baraja doğru alçaldığımızı görünce kendimi huzursuz ettim ve görünmezlik kalkanını, kendimi ve pegasusumu kaplayacak şekilde bir kez daha aktive ettim. Onyx öyle yumuşak bir iniş yapmıştı ki hilemiz bozulmamıştı. O anda hissettiğim rahatsız edici derecede güçlü bir varlık, tuhaf bir hissin omuriliğimden başlayarak bütün vücuduma yayılmasına neden oldu. Burada Marcus ve benim haricimde başka biri daha vardı. Hızla kısa kılıcımı çekerek savurdum ve yumuşak bir dokuyu kestiğini hissettim. Saldırdığım kişiyi kısa bir anlığına görmemle, bir anda bir elektrik şokunun bedenimi çarpması bir oldu. Hayatımda daha önce hiç böyle bir şey hissetmemiştim. Bütün hücrelerim, kemiklerim, organlarım... Beni fiziksel bir bütün yapan her şey sanki eriyor, yanıyor ve küle dönüşüyordu. O sırada birinin telaşlı ve sinir olmuş sesini duydum. 'Lanet olsun, Allen, az kalsın beni öldürecektin.' Ters ters baktım Marcus'un yüzüne. Ben onu öldürecektim, öyle mi? Kendime gelmeye çalışırken başımı ovuşturdum. 'Bunu bir daha denemeyelim.' dedim dişlerimin arasından. O sırada beni rahatsız eden varlığı fark eden Marcus arkasına döndü. Ben de o yöne bakınca, ancak bir tanrıça olabileceğini düşündüğüm güzel bir kadın gördüm. Bize bakıp, 'Melezler, çabucak buraya geldiğinize sevindim.' demişti. Tanrıça Demeter mi? Daha önce hiç karşılaşmadığım tanrıçalardan biriydi. Marcus'un onu selamladığını görünce, istemeye istemeye ben de tanrıçanın önünde eğildim. Tekrar doğrulduğumda, kadının gözlerine bakarak, 'Tanrıça Demeter, sormamın bir mahsuru yoksa, bizi buraya ne amaçla çağırdınız?' diye sordum. Tanrıça bizi şöyle bir süzdükten sonra konuşmaya başladı. 'Kızım Persephone'ye iletilmesini istediğim bir mektup var. Kendim gidemem, çünkü Hades'in krallığına mecbur kalmadıkça girmeyi sevmiyorum.' Marcus ve ben çaktırmadan birbirimize baktık. Bunun için gecenin bir vakti uyandırıldığımıza inanamıyor gibiydik. Bu kadar saçmasapan görevlere bile çıkabiliyorduk işte. Tanrıça, sanki aklımdan geçenleri okumuş gibi, 'Bu mektubun zamanında yerine ulaşması çok önemli. Size bu konuda güvenebileceğimi düşünüyorum.' dedi. Bir süre duraksamadan sonra Marcus, 'Güvenebilirsiniz, tanrıçam. Yüzünüzü kara çıkarmayacağız.' dedi kendinden emin bir sesle. Ben o kadar pozitif değildim, ama sesimi çıkarmadan başımı sallamakla yetindim sadece. Bir sonraki durak Ceza Tarlaları olacaktı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Demeter'in Mesajı
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» İris Mesajı
» İris Mesajı 2
» Bu mesajı 5 kişiye yollayın.. Şakadır ha :D
» Merhaba degil de, hoscakalin mesaji.

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Olimpos Rpg :: Kamp Dışı :: Hoover Barajı-
Buraya geçin: