Gözlerimi bir kez daha alışık olduğum o cennetimsi manzaraya açtım. Lanet olsun, her zamanki gibi bir gün daha başlıyordu iste. Yine kalkacaktım ve bu adada yalnız basıma bir deli misali dolanacaktım. Nefret ediyordum. Babamdan nefret ediyordum. Eğer o olmasaydı ben de olmayacaktım belki ama böyle bir yaşamdan daha iyiydi. Aslında benim de suçum vardı. Neden yardim etmiştim ki ona? Tanrılar zaten kazanacaktı bu savaşı. Benim de ödülüm bu olmuştu iste. Bir adada sonsuza kadar yalnız başına yasamak... Tanrılar belki bir gün beni affeder diye düşünmediğim tek bir gün bile yoktu. Ancak bunlar boş şeyler. Tanrıların beni affetmeyeceğini biliyordum. Ama dua etmekten de bir şey olmaz ya. Kalkmalıydım artik. Çiçeklerim beni bekliyordu. Aslında uyumasam da yaşardım, fakat bir insan gibi yasamak istiyordum. Artik gerçekten kalkmalıydım. Yavaşça yatağımdan doğruldum. Üzerime her zamanki kıyafetimi geçirdim. Yatağımı toplamama gerek yoktu. Hizmetçilerim bu isi yapmak için yaratılmışlardı zaten. Saçlarımı her zamanki sekline soktum. Kahvaltı yapacağım yere ilerledim yavaşça. Her zamanki gibi bos bir masa, bir sürü sandalye ve ağız sulandıran yemekler... Tek eksiğim beni sonsuza kadar sevebilecek birisiydi. O gideli üç gün olmuştu herhalde. Bir daha geri gelmeyecekti. Uzun bir süre yalnız kalacaktım. Yemek yemek istemiyordum. Keşke bir yolu olsa da ölsem diye düşünüyordum bazen. Ah kahretsin, ağlıyorum yine. Neden? Neden bu kadar kolay bağlanıyordum insanlara ben? Sanki gözlerimden süzülen yaslar onu geri getirecekti de. Sadece ona olan sevgimi, ona olan özlemimi biraz daha arttıracaktı. Ağlıyordum... Durduramıyordum göz yaşlarımı,hakim olamıyordum. Durdursam da neye yarayacaktı ki? Onu bir daha göremeyecektim. Belki sadece yapmacıktan olan rüyalarıma girecekti. Zaten bir şekilde buradan kurtulsaydım bile o beni unutmuş olacaktı. Toparlamalıydım kendimi. Bir şekilde, bir şekilde unutmalıydım onu...
Tam yemeğe başlıyordum ki karşımda birisinin olduğunu gördüm. Ancak bu sıradan birisi değildi. Bu bilgelik tanrıçası Athena'nin ta kendisiydi! Ne isi vardı ki burada? Neden ziyaret ediyordu beni? Bir şey isteyecekti mutlaka. Hani korkuyordum biraz da ama içimde iyi bir şey olacakmış gibi bir his vardı nedense. Bir kıpırtı, adini koyamadığım bir şey... O çocuk adama geldiği zamanki gibi bir şeydi bu. Athena önündeki tabaktan bir şey alıp ağzına attı ve yüzüne sıcak bir gülümseme yerleştirdi. Yapmacık olduğunu sezebiliyordum ama yine de... ''Merhaba Calypso. Her zamanki gibi ne kadar da güzelsin...'' demişti önce. İster istemez gülüverdim. '' Teşekkür ederim tanrıçam, sizin kadar olmasa da... '' dedim hemen. Tanrıçanın yüzü biraz tuhaf bir hal almıştı. Sanki tanrılar konseyindeydi. Bir sıkıntısı olduğunu anlamak o kadar da zor değildi. '' Tanrıçam bir şey mi oldu? Sanki caniniz bir şeye sıkılmış gibi?'' diye sordum hemen. Evet dercesine kafasını salladı ve bir zeytini mideye indirdi. '' Büyük bir savaşın esiğindeyiz kızım. Yardim edebilecek kişilere ihtiyacımız var. Benimle melez kampına gelir misin?'' dedi. Yanlış mi duymuştum acaba? Bu adadan kurtulma şansı mi tanınıyordu bana yoksa? Bembeyaz kesildim. Bir saka olmalıydı bu, kötü bir saka sadece. Sadece güldüm. '' Tanrıçam çok komiksiniz.'' dedim üslubumu bozmadan. Ancak o tamamen ciddi gibiydi. O da benim gibi güldü ve '' Calypso ciddiyim. İkinci bir savaş başlayabilir. Tanrıların tarafında yer al. Biz de seni bu sonsuz cezadan tamamen kurtaralım. ''dedi. Şaka yapmadığını anlıyordum artik. Gerçekten mümkün müydü buradan kurtulmak? Tanrılara ettiğim dualar kabul oluyordu sonunda. İçimi bir sevinç kapladı. Athena'ya sarılmak istiyordum ancak bunu yaparsam arkasına bakmadan giderdi buradan. '' Gerçekten mi tanrıçam? Gerçekten kurtulabilecek miyim buradan?'' diye sordum masumca. '' Evet küçüğüm... Yalnız tek bir şartımız var. Eğer savaş çıkarsa tanrıların yanında saf tutacağına ve bir daha tanrılara ihanet etmeyeceğine dair Styks Nehri üzerine yemin etmelisin.'' dedi ciddi bir tavırla. Biraz düşünmeliydim bunu. Diğer yandan, düşünecek ne vardı ki ? '' Eğer bir savaş çıkarsa tanrıların yanında saf tutacağıma ve bir daha tanrılara ihanet etmeyeceğime Styks Nehri üzerine yemin ederim..'' demiştim bir çırpıda. '' Pekala küçüğüm. Hadi bakalım, benimle geliyorsun. Melez kampına uzunca bir yolumuz var.''
Artık kaybolan kızımı bulabilecektim. Aslında o kaybolmamıştı. Kaçırmışlardı onu. Babası olacak adi herif kaçırmıştı onu. Ogygia'dan kurtulamayacağımı sanıp kızımı kaçırmıştı. Belki de onu öldürmüştü. Hayır... Hayır, bunu yapacak kadar gaddar olamazdı. Bir baba kendi çocuğunu öldürecek kadar cani olamazdı. Kendisine 'baba' diyen birini nasıl öldürebilirdi ki? Eğer bunu yapmışsa elimden çekeceği vardı. Kızımın intikamını almak için yapabileceğim kötülüklerin bir sınırı yoktu! Çok kısa da olsa kızımla geçirdiğim zamanların bir benzeri yoktu benim için. Yeminimi bile bozabilirdim. Fakat o ölmemişti. Bunu hissedebiliyordum. Onu bulacaktım. Ve bulduğumda da her şeyi anlatacaktım ona. Kızımla bir ömrü Ogygia gibi bir yerde geçirmeye razıydım. Yeter ki kızım benimle birlikte olsun. Şu anda 17-18 yaşlarında olmalıydı. Acaba bana benziyor muydu? Tek hatırlayabildiğim deniz mavisi gözlerinin olduğuydu. Belki bir sevgilisi bile olmuştu. Bunları düşünürken yüzümde sevimli bir tebessüm oluşmuştu. Bu zamana kadar neler yapmıştı acaba? Babası ona sahte bir anne bulmuş olabilir miydi ? Yoksa Olympos'da mı yaşamıştı? Orada zamanını nasıl geçirmişti acaba? Karşısına 'Ben senin annenim,' diye çıktığımda ne diyecekti çok merak ediyordum. Düşünsenize, birisi size ben 'Senin annenim kızım,' dese ne düşünürdünüz? Ben ondan nefret ederdim herhalde. Ancak ben cezalıydım. Ve babası da bundan istifade etmişti. Ancak şimdi her şey değişecekti. Calypso artık bir kuş misali özgürdü.
Yolda içim içimi yiyordu. Bir an önce oraya gitmek ve onu görmek istiyordum. Fakat o adada tıkılı kaldığım yıllar boyunca değişen dünyayı da görmek istemiyor değilim. Percy bana Manhattan'da bahçe yapacak kadar bir yer yok ki, demişti. Bunun doğruluğunu kendi gözlerimle görmek istiyordum. Denizde geçen uzun bir yolculuğun ardından karaya çıkmıştık. Ancak insanlar denizleri o kadar çok kirletmişti ki... Üzülmemek elde değildi. Benim güzel adamın denizi o kadar temizdi ki... Ve şehirler de değişmişti. Eskisi gibi güzel binaların yerini bir yığın beton ve demir almıştı. İçim burkuluyordu. Eskiden bir sürü çiçek tarlası ve orman olan yerler simdi sadece pislik yığınına dönüşmüştü. Ancak sonsuz hapis cezamdan kurtulmuş olmam tüm bunları görmememi sağlıyordu. Sevdiğim bir erkekle sonsuza kadar yasayabilecektim artik. Onun zor bir karar vermesine gerek kalmadan. Melez kampına az kaldığını söylemişti Athena. Her geçen saniye heyecanlanıyordum. İçim içime sığmıyordu. Yüzlerce yıl sonra insan içine çıkmak, normal biri gibi yasayacak olmak... Düşündükçe heyecanlanıyordum. Kısa bir süre sonra bir ormana girdik. Hala ormanların olduğunu görmek sevincimi daha da arttırmıştı. Ve sonunda büyükçe bir çam ağacının olduğu tepeye varmistik. '' Sonunda gelebildik.'' demişti Athena. Tek bir hareketiyle gelebilirdik ama ben yeni dünyayı görmek istiyordum. Bu yüzden insanların ve melezlerin yaptığı gibi gelmiştik buraya. Gördüklerim canimi biraz sıksa da yeni bir hayata başladığım için çok mutluydum. '' Hazır mısın ? '' dedi Tanrıça Athena. Evet manasında başımı salladıktan sonra derin bir nefes aldım ve tanrıçayla birlikte Melez kampında geçecek yeni bir hayatin ilk adımlarını attım.
RP OUT: Kampa gelişle ilgili olsun dediniz buda farklı bir yolla kampa geliş =)
2. OUT : Calypso'nun kızı konusunu sanırsam bir arkadaş size açıklamış zaten dün gecede sizinle bu ve bir kaç konu hakkında konuşacaktık.