Birdenbire yeşillik bir alanda, bir çiftlikte bulmuştum kendimi. Bunlra da yetmezmiş gibi en iyi arkadaşımın yarısı keçiydi. Buraya geldiğimde baygındım. Eğer olmasaydım buraya nasılg eldiğimi hatırlardım zaten. Gözlerimi bir kulübede açtığımda etrafımda 2-3 kişi vardı. Meraklı gözlerle bana bakıyorlardı. Sonra birdenbire James kapıdan içeri girdi. Üzerinde garip bir tişört vardı ve tişörtün üzerinde "Melez Kampı" yazıyordu. İçeri girdiği gibi "Dostum nasılsın?" dedi. Benim ise ona soracak o kadar çok sorum vardı ki. "Nasıl mıyım? Nasıl mıyım?! Birdenbire peşime bir Minotor takılıyor. Onunla kavgaya tutuşuyorum. En iyi arkadşımın yarısı keçi çıkıyor. Sonra birbenbire kendimi hiç bilmediğim bir yerde buluyorum. Burası neresi? Melez Kampı da nedir? O Minotor neden bana saldırdı? Beni neden buraya getirdiniz?" Bunları söyledikten sonra konuşacak nefesim kalmamıştı. James ise güldü, sadece güldü. "Öncelikle sakin ol. Burası Melez Kampı. Sen de melezsin. Yani yarı tanrısın. Annen bir insan baban ise bir tanrı. Sen soramadan ben söyleyeyim. Baban Ares, savaş tanrısı. Ben de bir satirim. Ki bunu zaten daha önce söylemiştim. Benim görevim Dünya'yı gezmek ve kendinden haberi olmayan melezleri buraya sağ salim ulaştırmaya çalışmak. Sen de benim görevimdin. Ama seni gerçekten sevmiştim. Seni arkadaşım olarak görüyordum, bir görev olarak değil. Fakat benim tekrar melez bulabilmek için Dünya'yı gezmem gerek. Sana burada başarılar." dedi. Ardından dışarı çıktı. Yapayalnız kalmıştım. Etrafımda arkadaşım diyebileceğim hiç kimse yoktu. Şoku atlattıktan sonra burayı gezmeye karar verdim. Zaten yanıma da bana gezmeme yardım etmesi için başka birisi gelmişti. Gerçekten çok değişik bir yerdi burası. Ahırları vardı, içinde uçabilen atlar vardı hem de. Her yer çimlerle kaplıydı. Bana hayal ettiğim bir çiftlikte yaşabileceğimi söyleseler böyle bir yer hayal ederdim kesinlikle. Günün nasıl bittiğini anlamamıştım bile. Bir de yanımda arkadaşlarım olsaydı ne kadar güzel olacağını düşünerek uykuya daldım.