Olimpos Rpg Percy Jackson ve Olimposlular ile Olimpos Kahramanları serilerinden esinlenilerek oluşturulmuş, zirvedeki rpg forum sitesi. |
|
| Eski Bağlar | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Allen Jacques Harth Nyks'in Çocuğu/Doğa Bilimleri Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 432 Kayıt tarihi : 21/02/11
| Konu: Eski Bağlar Çarş. Mart 23, 2011 7:40 am | |
| Büyük bir dehşet içinde, bir iki saniye önce sönmüş olan İris mesajının yansıdığı noktaya bakıyordu hala. Mesajdan çıkan çığlık çığlığa çaresizlik, kanını dondurmuştu adeta. Neredeyse çetesine, İris mesajlarının nasıl gönderileceğini öğrettiği güne pişman olacaktı. Böyle bir şeyin başlarına geldiğine inanamıyordu. Sakinleşmek istermiş gibi birkaç kere yutkundu ve kafasını boşaltıp sakince düşünmeye çalıştı. 'Los Angeles'a gitmem gerek.' diye mırıldandı huysuzca, sanki bu cılız söz onu bir anda buradan Los Angeles'a götürebilecekmiş gibi. İkiye ayrılmaya kararlıymış gibi zonklayan kafasındaki ağrıyı savuşturmak istermişçesine bastırdı ellerini şakaklarına. Sağlıklı düşünüp bir plan yapabilmek için biraz sakinleşmesi gerekiyordu, ama duydukları üzerine düşündükçe daha da gerilirken bu pek de mümkün değildi. Bunu asla onların yüzüne karşı söylememiş olsa da, hayatında en değer verdiği insanlar tehlike altındaydı. Kendisiyle konuşan çocuğu düşündü. Korkmuş, panik içindeki yüz ifadesini... Daha konuşmasını bile bitiremeden arkasındaki canavarlardan biri kılıcını sallamıştı çocuğa doğru. Görüntü kesilmeden önce gördüğü en son şey kan olmuştu, her yana sıçrayan kan... İçini cayır cayır yakan suçluluk duygusuyla birlikte yumruk yaptığı elini dolabının kapağına geçirdi. Belki de hiç bırakmaması gerekiyordu onları. Nikolai haklıydı belki de. Buraya hiç gelmemeliydi. Ta en başından arkadaşlarını terk etmemeliydi. Ona güvenen insanları... Ama şu dakikada bunu değiştirebilirdi. Değiştirecekti. Bir şekilde oraya gidecekti, onlarla birlikte ölmek için. En azından bunu borçluydu kardeşlerine. Bu kararı içindeki alevi tekrar canlandırdı. Hızlıca dolabını açtı ve ne kadar silahı varsa yatağının üstüne çıkarmaya başladı. O kadar acele ediyordu ki yanlışlıkla elini de kesmişti. Acısını hissedebilecek durumda değildi ama. Eski gömleklerinden birini yırtıp eline sarmakla yetindi. Sonra üstünü değiştirdi hızlıca. Asker yeşili kamuflaj pantalonunun üzerine her zamanki uzun kollu tişörtünü giydi ve kamasını hemen kol yeninin içine sakladı. Deri bileklik şeklindeki kısa kılıcını da aldıktan sonra durup göz gezdirdi yatağının üzerindeki silahlara. Daha fazlasına ihtiyacı olacaktı. Kısaca bir tarttıktan sonra küçük çift taraflı savaş baltasını da aldı ve üzerindeki kakmaya dokunarak basit bir kolye ucuna dönüştürdü. Eklemek için boynundaki kolyeyi çıkarırken içi bir garip olmuştu yine. Kolyenin üzerinde, kız kardeşi gibi gördüğü Maisie'nin ona geçen yıl verdiği hilal şeklindeki kolye ucu vardı. Hilal olan kısım buz mavisi rengindeydi, ayın karanlık yüzü ise lacivert. Avcunda sıktı kolyeyi. Maisie de Los Angeles'ta kalan grubun içindeydi. Ya ona da...
Uzun bıçağını da beline taktıktan sonra bir şimşek gibi odasından fırlaması iki saniyesini almıştı. Hızla çıkış kapısına ilerlerken, hayal meyal Zack'in de odasından çıktığını gördü. Ona bir şeyler dediğini duyuyordu, ama ne olduğunu anlayacak kadar uzun kalmadı. Açıkçası yüzündeki ifadeyi fark etmesini de istemiyordu. Gözlerini kırpıştırarak kenarında birikmiş olan yaşları uzaklaştırdıktan sonra bir soru takıldı aklına - pekala, Los Angeles'a gitmesi gerekiyordu ama nasıl? Onyx'i bu sefer de kullanabileceğini sanmıyordu, pegasus biniciliği derslerine katılım çok olduğu için, çok önemli görevler haricinde kamp dışına çıkarılmıyordu pegasuslar. O sırada ormandan çıkan iki melez takıldı gözüne. Orman... Hafızasını yokladı, daha önce kampta, buradan Daedalus'un labirentine giden gizli bir geçit olduğu dedikodusunu duymamış mıydı? Nasıl bulacağını bilmiyordu ama gerekirse saatlerce arayabilirdi. Elinin tersiyle gözlerini sildikten sonra yeni bir hırsla ormana daldı. Kaç saat dolandığını bilmiyordu ormanda. Mecalsiz ayaklarının onu nereye taşıdığından emin değildi. Sanki delice esen rüzgarın bir o yana, bir bu yana savurduğu küçük bir yaprak parçasıydı. Ona labirente girecek yolu göstermesi için bir işaret arıyordu gözleri, ama nasıl bir işaret aradığını da bilmiyordu. Belki de sadece yürekten istediği şeye odaklanırsa, eninde sonunda bir ipucu bulacağına inanıyordu. Herkesin korku dolu bir huşuyla bahsettiği labirentte kayıp da olabilirdi belki, bilmiyordu. O anda, ondan daha güçlü olan birine sığınma ihtiyacı hissetmişti birden bire. Aklının ufacık bir bölümü hayret etti buna, yardım çağrısını, acizliği kesin bir dille reddeden bölüm. Ama dayanma gücünün son noktasına gelmişti bile. Başını gök yüzüne kaldırdı ve, 'Yardım edin.' diye bağırmaya çalıştı. Haykırışı, ancak duymak isteyen birinin duyabileceği kadar cılızdı. 'Yanlarında olmam lazım. Yardım edin...' Umutsuzluk ve hayal kırıklığı dizlerinin bağını çözdüğünde yere çöküp kaldı. Derenin kenarına geldiğini fark etmemişti bile. Akıp giden berrak suda kendini kontrol etti. Sudaki aksi ona o kadar yabancı gelmişti ki, bir an karşısındakinin kim olduğunu çıkaramadı. Yüzü bembeyaz olmuştu, gri gözleri irileşmişti korkudan. Başka biri onu bulup da bu halini görmeden ve aptalca sorular sormaya başlamadan önce kendine biraz çeki düzen vermek istedi, ama geç kalmıştı. Suda, tam tepesinde yansıyan yüzü görünce irkilerek arkasına döndü ve içgüdüsel bir hareketle kamasını çekti. 'Sen.' dedi kısık, sinirli bir ses tonuyla. Şu anda ihtiyacı olan en son şeydi bu. 'Ne işin var burada?' Kamasını tutan elini biraz gevşetti ama tekrar yerine koymadı. Böylece kardeşine, bir an önce buradan defolup gitmesini temenni ettiğini anlatabilirdi. | |
| | | Zack Cliff Burton Nyks'in Çocuğu/Kulübe Lideri/Dövüş Sanatları Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 814 Kayıt tarihi : 23/02/11
| Konu: Geri: Eski Bağlar Perş. Mart 24, 2011 3:21 am | |
| Günüm normal bir şekilde başlamıştı. Her zamanki gibi erkenden kalkmış düzgün bir kahvaltı etmiş ve arenada kılıç antrenmanı yapmıştım. Bir sire sonra canım sıkılmıştı. Savaş mankenini paramparça ettikten sonra başka bir mankene geçtim. Ama bu sefer katanamı kullanmadım. Elimi bel çantama sokup,cephaneden aldığım ilahi bronzdan yapılma olan muştamı çıkardım. Muştayı ellerime takarken düşüncelerimle boğuşuyordum. Annem nasıldı? Ustam nasıldı? Bu kampa geldiğim günden beri hiç biriyle konuşamamıştım. 'Ama çok yakında ikisiylede görüceğim' diye düşünerek kendimi rahatlatmaya çalıştım. Muştalarımı taktıktan sonra kollarımı esnettim ve yumruklarımla mankene saldırmaya başladım.
Mankenin vücudunu çürüklerle doldurduktan sonra ''Tamam bugünlük bu kadar yeter sanırım'' dedim ve arenadan çıktım. Kulübeme doğru giderken ne kadar terlediğimi gördüm ve t-shirtimü çıkardım. Bu antrenman iyi gelmişti. Tüm sıkıntılarımdan kurtulmuştum (sanırım). Kulübeden içeri girince kendimi ve terli vücudumu direk koltuğa attım. Terli vücudumla kirlettiğim koltuğu Scarletin görmesiyle yüzünde oluşacak olan ifadeyi gizlemek için sabırsızlanıyordum. koltukta uzanırken elimi cebime attım ve mp3 ümü çıkardım. Tam müziği açıçaktım ki, Allen ın odasından bir ses geldi. Sesin sonunda odasının kapısını hızla açıp dışarı çıktı. Hızlıca dış kapıya doğru yöneldi. Anında ayağa fırlayım Allenın arkasından bağırmaya başladım ve ''Hey! Allen nereye?!'' diye seslendim arkasından. Ama Allen beni duymazdan gelerek dışarı çıktı. Aslında onun bu hareketlerine alışıktım ama bu sefer sırtında bir çanta ve belindede bir kamanın olduğunu gördüm. Hızlıca odama gidip üzerimi değiştirdim. Sİlahlarımı alıp çandamı dramhi,nektar,ambrosia,ölümlü parası ve yedek kıyafet sıkıştırıp Allen ın arkasından koştum. Allen ı son anda gözden kaybolmadan farkettim. Ormana doğru gidiyordu ve yürüyüşünden aşırı sinirli olduğu belliydi. ''İşte bu hiç iyi değil'' diye söylenerek Zeus kulübesine doğru koştum. Bir yandanda Allen ın ormana girdiğinoktayı hafızama alıyordum. Zeus kulübesine vardığımda direk kapıyı açtım. Şansıma Marcus içerideydi. ''Hey! Sanırım Allen başını yine belaya sokacak. Ben ormana peşinden gidiyorum sende hazırlan gel ormanda buluşuruz. Gittiğimiz yolu anlaman için işaret bırakacağım tamam mı?'' dedim ve cevabını beklemeden ormana doğru koşmaya başladım. Girdiği noktadan içeri girdim. Ormanın zeminine bakarak koşmaya başladım. 'O kadar sinirli yürürken eminim iz bırakmıştır' dedim içimden. Bir süre sonra birisinin '' Yardım edin'' dediğini duydum. Bu Allen ın sesiydi. Sesin geldiği yöne doğru koşmaya başladım. Kısa süre süratla koştuktan sonra bir dereye vardım. Allen'da oradaydı,dizlerinin üzerine çökmüş ve sinirli bir şekilde ağlıyordu. Yanına yavaşça yaklaştım. Sonra birden sanki geldiğimi hissetmiş gibi kendini düzenledi ve derede görünen yansımamı görüp irkildi. Hızlı bir şekilde kamasını çekti ve kamasını bana doğrulttu. Bu hiç beklemediğim bir hareketti. Ustam böyle bir saldırıya cevap veremediğimi görseydi heralde beni öldürürdü. Sonra allen düşüncelerimi bölerek ''Sen'' dedi kısık bir sesle. Bıkmış bir ifadeyle yüzünü buruşturdu ve ''Ne işin var burada?'' dedi. Cümlesini tamamladıktan sonra kamasını tuttuğu elini gevşetti ama tamamen gardını indirmedi. ''Sana yardım etmek için geldim. Çok sinirli ve endişeli görünüyordun. Aptalca birşey yapmandan korktum'' dedim gözlerinin içine bakarak. Daha sonra Allen sinirli bir şekilde ''Sanane! Bu benim sorunum,seni alakadar etmez!'' dedi. ''Yanılıyorsun. Sen benim kardeşimsin senin sorunun benim sorunum.'' dedim sinirini yatıştırmaya çalışarak. ''Sen git ve o aptal ustanın dediklerine ve öğrettiklerine çalış! Burası gerçek dünya,burda herkes kendi için savaşır!'' dedi. İşte bu bardağı taşıran son damla olmuştu. Bana laf edebilirdi bunu alttan alabilirdim ama ustama ve sanatıma laf etmek? İşte bunu kaldıramazdım. Bir ustayla öğrencisinin arasındaki bağı kimse anlayamaz o yüzden beni anlamasını beklemşyordum ama kendime hakim olamadan boğazına yapıştım. Boğazını sıkıp onu ittim. İterkende ayağımı onun ayağının arkasına koyarak dengesini kaybetmesini sağladım. Dengesini kaybettiğinde uyguladığım kuvveti arttırarak onu yere düşürdüm. Yere düşen Allen ın gözlerinin içine doğru baktım ''Sakın! Sakın bir daha ustam ve sanatım hakkında ileri geri konuşma'' diye bağırdım. | |
| | | Marcus L. Stanislaus Zeus'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Canavarlara Karşı Korunma Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 2117 Kayıt tarihi : 07/02/11
| Konu: Geri: Eski Bağlar Cuma Mart 25, 2011 9:40 pm | |
| Zeus aşkına ! Bu kampta normal bir gün geçiremeyecek miydim ben ? Sabah kardeşim Leon'la kulübede takılıyorduk. Zaten kulübede bu aralar sadece ikimiz vardık.Bir anda kapı açıldı ve Leon da ben de irkildik. Giren kişi adeta içeri dalmıştı. Aynı anda kılıçlarımızı çektik fakat gelen Zack'ti. Nyks'in oğlu olan ve yakında ev arkadaşım olacak olan Zack. Çok heyecanlı görünüyordu ve konuşmaya başladı. ''Hey! Sanırım Allen başını yine belaya sokacak. Ben ormana peşinden gidiyorum sende hazırlan gel ormanda buluşuruz. Gittiğimiz yolu anlaman için işaret bırakacağım tamam mı ?" Bu da neydi şimdi ? Zack ve Allen birbirlerine hiç benzemeyen kardeşlerdi. Allen her zaman soğuk ve karanlık biriydi. Onunla anlaşmak çok zor fakat bir gün anlaşırsak Allen'ın çok iyi bir arkadaş olabileceğini düşünüyordum. Zack ise sosyal ve canayakın bir çocuktur genelde. Onunla kısa zamanda anlaştık ve yakında ev arkadaşı olacaktık. Leon'a kısa bir bakış attım ve kapıdan dışarı çıktım. Çok hızlı olmasa da koşuyordum işte. İçimden tek bir şey geçiyordu; bu göreve ya da her neyse Allen için gitmeyecektim. Onunla belki bu macerada arkadaş olabilirdik ama oraya sadece Zack için gidecektim. Yoksa Allen kardeşini öldürmeye falan kalkışabilirdi. Ormana daldığımda yeri yarım karış delen ayak izleri gördüm. Zack'in işaretiydi bu. İşaretleri takip edip ormanın en dip kısımlarına giriyordum sanki. Beş dakikalık daha bir koşudan sonra iki kişi gördüm. İki erkek... Bunlar Zack ve Allen'dı. Hemen yanlarına koşup Zack'in dibinde durdum. İkisinde de bir zarar yok gibiydi ama birbirlerine çok kötü bakıyorlardı. Belli ki burada bir kavga olmuştu. İkisi de burnundan soluyordu. Allen'a kötü bir bakış atarak "Zack ! Ne oldu dostum ? Ne işimiz var burada ?" dedim. "Hiçbir şey olmadı. En azından bilmen gereken bir şey yok." Sonra da Allen'a sinirli bir bakış attı. Allen bizi takmıyor gibiydi, başka bir derdi vardı sanki. Ama Zack'in de dedikleri sinirimi bozmuştu. Zeus aşkına ! Ben onun için buraya geliyordum ve o bana "Bilmen gereken bir şey yok.." mu diyordu ? Bunu da ortamın gerginliğine verdim. "Üçümüz de tek parça halinde buradaysak sıradaki durak neresi ?" | |
| | | Mantalon Soluric Hekate'nin Çocuğu/Kulübe Lideri
Mesaj Sayısı : 97 Kayıt tarihi : 05/02/11
| Konu: Geri: Eski Bağlar Çarş. Mart 30, 2011 8:50 am | |
| Müzik dinlemek gibisi yoktu. Kulağımı dolduran ses dalgaları beni başka alemlere götürüyordu. Her şarkıda farklı bir dünyadaydım. Her şey kafamda olup bitiyordu. Onun dışında müzik çalarımın pilinin bitmesi beni karanlık ve upuzun olan bu koridora geri götürüyordu. Birkaç adım ilerde, benim gibi sırtını labirentin duvarına yaslayıp oturmuş olan Morgan vardı. Elinde kan rengi kırmızısı kılıcını inceliyordu. Tamı tamına bir avcıydı. Her türden ekipmanı vardı. Bir an bile yanından ayırdığını görmedim. Kulaklıklarımı çıkardım ve müzik çalarımla birlikte cebime koydum. "Tok, tok!" Uçsuz bucaksız labirentin girişinden gelen adım sesleriyle birlikte yavaşça ayağa kalktım. Morgan elindeki kılıcıyla tetikteydi. Elimle sakin olmasını işaret ettim yandaki yollardan birine girdim. Kılıcını elinde kavrayarak yanıma gelmişti. Ayak sesleri gittikçe yaklaşıyordu. Duyduğuma göre gelenler iki yada üç kişiydi. Adım sesleri, onların kaç kişi olduğunu belirlememe yetecek gibi, birbirine girmiş ritimlerle kulağıma geliyordu. "Hey." Bu ses Allen'ındı. Savaşmayı gerektirecek bir durum olmadığını anladıktan sonra onların yanımızdan hızlıca geçişlerini izledim. Allen'ın yanında Marcus ve Zack de vardı. Nereye gidiyorlardı? Sonu gelmeyen bu koridorlarda ölüm tehditleri vardı. Avcı önüme geçerek arkalarından bağırdı. Üçü birden arkalarını dönerek ona baktılar. Mantadark yine süpriz yumurtadan çıkarmışcasına, sinsi sinsi gülümseyerek önüme çıktı ve benden önce avcının yanına çıktı. Çıktığı anda yüzündeki sinsi gülümseme daha da arttı. Artık dişlerini görebiliyordum. Elimdeki sopayı sırtıma dayayarak köşeyi döndüm. "Mantalon. Bak burada kimler varmış. Sanırım karşılaşmanın vakti geldi ha?" Mantadark savaşmayı severdi. Fakat bu sefer sakindi. Bu ayrıntıya fazla takılmadan devam ettim: "Selam beyler. Nereye böyle?" Konuşmama devam edecektim ki, avcı kelimeleri ağzına aldı ve başlattığım konuşmanın devamını getirdi | |
| | | Satellite Morgan Artemis Avcısı/Kulübe Lideri/Melez Danışmanı/Araba Yarışları Koordinatörü/Okçuluk Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 3387 Kayıt tarihi : 24/08/10
| Konu: Geri: Eski Bağlar C.tesi Nis. 02, 2011 5:36 am | |
| Sırtımı labirentin duvarına yaslamıştım. Elimde kan kırmızısı kılıcım, sırtımda her daim bulunan oklarım güvende olduğumu hissediyordum. Bu karanlıkta bile içimi ısıtan şeyler düşünmek bana iyi geliyordu. Normalde pesimist olan ben, bu durumda optimist olmak zorundaydım. Labirente daha önce üç dört kez daha girmiştim ama elbette ki buradan çıkmak kolay olmamıştı. Janus'la karşı karşıya gelmiştim bir seferkinde, ötekinde Stev beni kurtarmıştı. Diğerinde de Ange yanımdaydı, iki kardeşin gücüne kimse engel olamazdı. Şimdi ise biraz ötemde müzik dinleyen Mantalon vardı. Pek konuşmamıştık şimdiye kadar, o kulağında kulaklık kendini müziğe kaptırmıştı, ben de megoloman gibi sürekli kılıcıma bakıp duruyordum. Gözlerimi havaya diktim, biraz bunalmaya başlamıştım. Tam o sırada labirentten sesler gelmeye başladı. Ayak sesleri ve fısıldaşmalar... Normalde canavar diye ayağa fırlardım, ama o anda onların melez olduğunu anlamıştım. Ne olur, ne olmaz diyerekten kırmızı kılıcım sağ elimde, oklarım sol elimde ilerlemeye başladım. Mantalon da irkildi ve kalktı. Birden üç erkek olduğunu anladım, ve ilk gelenin şanı kampta oldukça kısa sürede duyulan Allen olduğunu gördüm. Arkasından da iki komik çocuk, Zack ve Marcus geliyordu. Üçüne de gülümsedim ama onlar hızlıca yanımızdan gittiler. En azından bir gülümseyebilirlerdi, normalde oturup trip atabilirdim ama o an coşkuya gelmiştim. "Heey, baksaydınız!" Üçü birden arkasını döndü. Ardından Mantalon burada ne aradıklarını sordu. Ben de dayanamayıp konuşmaya başladım. "Biz de gelelim mi? Sizi orada yalnız bırakamayız." dedim hevesle.
| |
| | | Allen Jacques Harth Nyks'in Çocuğu/Doğa Bilimleri Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 432 Kayıt tarihi : 21/02/11
| Konu: Geri: Eski Bağlar Paz Nis. 03, 2011 4:55 am | |
| Zack'in kendisini sarsması, aklını biraz da olsa başına getirmişti Allen'ın. Yapacak çok şeyi vardı, o ise burada durmuş kardeşine meydan okuyordu. Böyle sıkıntılı bir zamanda olmasa, herhalde sivri dili bu kadar ön planda olmazdı. Belki, şansı varsa yani, derdini açıklayarak Zack'ten, labirenti bulmak konusunda yardım isteyebilir, böylece zaman kazanırdı. Sadece gideceği yere onun da gelmesini istemiyordu o kadar. Los Angeles gibi, cehennemin kanlı canlı yaşandığı bir yer, melezler için çok tehlikeliydi. Bir grup melezin ve insanın tehlikede olması ve kendisinin bu tehlikenin tam göbeğine gidecek olması yeterince kötüydü, bir de... Yerden doğrulurken kardeşiyle göz göze gelmemeye çalıştı. Stratejik bir grup olarak hayatta kalmanın altın kuralıydı bu. Tehlikeli bir göreve gidilecekse katılım minimuma indirgenmeli, böylece gereksiz kayıpların önüne geçilmeliydi. Ayrıca Zack'i - ya da herhangi başka bir melezi - göz göre göre bu işin içine katmak istemiyordu. Zack anlamamıştı, ama 'Bu benim sorunum,' derken bunu kastetmişti. Bakışlarını kardeşinin yüzüne dikti. 'Çetemin Los Angeles ayağı saldırıya uğradı.' demeyi başardı biraz önceki gibi kısık bir ses tonuyla. Son görüntü hala zihninin arkalarında bir yerde sürekli oynayıp duruyordu. Kendisi de zamanında kan dökmüş biri olarak, böyle bir sahneden bu kadar etkilenmesi biraz tuhaftı. Yutkundu, yüzündeki ifadeyi sabit tutmaya çalıştı. 'Başa çıkamıyorlar. Katlediliyorlar... Yardım etmem gerekiyor. Oraya gidebilmek için şu meşhur labirenti bulmaya çalışıyorum.' Bakışlarını tekrar kardeşine doğru kaldırdı, sözlerinin içtenliğine inanmasını istiyordu. 'Ustana ya da sanatına laf söylemek istemedim. Zamanlama çok kötü, hepsi bu.' Arkasını dönmüştü ki, Zack'in sesi tekrar onu durdurdu. 'Ben de seninle geliyorum.' Şöyle bir dönüp baktı ona Allen. 'Labirenti bulmama yardımcı olabilirsen sevinirim. Ama geri kalanı halledemeyeceğım bir şey değil.' 'Saçmalama, küçük kardeşim. Bahse varım neyle karşılaşacağını bile bilmiyorsun. Yardıma ihtiyacın olabilir.' Dişleri birbirine kenetlendi. Aralarında sadece ay farkı olmasına rağmen Zack ona küçük kardeşim demeye bayılıyordu, hem de Allen bundan ne kadar nefret ettiğini saklama gereği duymamasına rağmen. 'İşine bak, moruk. Kendimi koruyabilirim.' Herhalde bu kadar zaman Los Angeles sokaklarında hayatta kalabilmişse, bu meseleyi de tek başına çözebilirdi. Ama ne yazık ki kardeşi pes edecek gibi görünmüyordu. 'O zaman labirentin girişini de tek başına arayabilirsin.' Eğlenir gibi bir hali vardı, ki bu iyice sinirlenmesine neden olmuştu. Tam bir şey söylemek için ağzını açacakken, ormandan bir kişi daha çıktı ve Zack'in yanında durduktan sonra ona ters ters baktı. 'Zack! Ne oldu dostum? Ne işimiz var burada?'
Bezgin ve sinirli bir inilti çıktı ağzından. Bir nedenden dolayı, Marcus'un onları tesadüfen bulacağına inanmamıştı. 'Onu da mı çağırdın yani?' Bu işe hangisinin daha çok canının sıkıldığını söylemek zordu. Açık açık Allen'dan hoşlanmadığı belli olan Marcus, 'Senin için gelmedim, Allen. Zack çağırmış olmasaydı umrumda bile olmazdın.' dedi. Zaten siniri tepesinde olan Allen da hışımla ona döndü. 'Seni kimse burda zorla tutmuyor. Aslında defolup gitsen daha çok yardımın dokunur.' Marcus gözlerinden alevler saçıyordu. Etrafta şimşekler çakmaya başladı. Zack duruma el atmaya karar vermiş olacak ki, 'Allen, biraz sakin ol! Ona da ihtiyacımız olabilir.' 'Zack hayır dedim! Aslında bir şey diyim mi? Ne istiyorsanız onu yapın, ben gidiyorum!' Onlara arkasını döndü ve nehirden karşıya geçerek Zeus'un yumruğu diye tabir edilen kayalıklara doğru ilerledi. Bir nedenden dolayı içindeki tuhaf bir his, onu buraya yönlendirmişti. Sanki bütün sorularının cevabı buradaydı. Üzerine çıkarak dikkatle incelemeye devam etti kayalıkları. Neyi aradığından emin değildi, sanki kayalar bir anda yarılıp onu içine alacaktı. Göz ucuyla bakınca Zack ve Marcus'un da nehirden geçip Zeus yumruğuna doğru geldiklerini gördü. Sıkıntıyla nefesini bıraktı. 'Hiç pes etmeyecek.' Özellikle de Zack'in bakışlarındaki bir tuhaflık dikkatini çekti o anda. Şaşkınlık ve biraz da... hayretle süzüyordu onu, sanki Allen hiç beklemediği bir şey yapmış gibi. Ancak bunun üzerinde daha çok düşünmeye fırsatı olmadı. Bir anda ayaklarının altında zemin çekilir gibi oldu.Dengesini kaybedince bir anda panikledi ve kollarını deli gibi sallayarak aşağı düştü. Düştüğü yerde ayağa kalkmaya çalışırken, ağrıyan sırtını ovuşturdu. Etrafına bakındı. Karanlık, eski görünümlü bir tüneldeydi. Tünel... Acaba aradığı yeri mi bulmuştu? Yukardan gelen seslere aldırmamaya çalışarak kısa kılıcını eline aldı ve karanlıkta ilerlemeye başladı. Daha adam akıllı bir mesafe kat edemeden, gördüğü bir şey kısa süreliğine duraksamasına neden oldu. Sadece kısa bir süreliğine, iki insanı görmesine ve onları umursamamasına yetecek kadar. 'Selam beyler. Nereye böyle?' Ah, harika, bu sesi tanıyordu. Duymazdan gelerek yürümeye devam edecekti ki, başka biri daha katıldı konuşmaya. 'Heey, baksaydınız! Biz de gelelim mi? Sizi orada yalnız bırakamayız.' Bu kadarı gerçekten fazlaydı. Zaman kaybediyordu. Kendi kendine, daha fazla oyalanmayacağına dair söz verdi ve omuzlarını düşürerek de olsa, arkadaşı Mantalon'a ve tanımadığını düşündüğü diğer kıza cevap verdi. 'Los Angeles'a gidiyorum. Bu arkadaşlar peşime takıldı. Yine de yalnız gitmeyi tercih ederim, ama siz bilirsiniz.' Sonra da onların cevap vermesini bile beklemeden tekrar yürümeye başladı.
| |
| | | Zack Cliff Burton Nyks'in Çocuğu/Kulübe Lideri/Dövüş Sanatları Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 814 Kayıt tarihi : 23/02/11
| Konu: Geri: Eski Bağlar Cuma Nis. 08, 2011 10:26 pm | |
| Allen sinirli bir şekilde Los Angeles'a gidiyorum. Bu arkadaşlar peşime takıldı. Yine de yalnız gitmeyi tercih ederim, ama siz bilirsiniz.'' dedi ve cevabımızı beklemeden yürümeye başladı. Arkasından gülümseyip arkadaşlarıma döndüm. ''Los Angeles'daki arkadaşları canavarlar tarafından saldırıya uğramış. O yüzden biraz fazla sinirli. Ben ona yardım için peşinden gideceğim. Sizin gelip gelmiyeceğiniz ise size kalmış'' dedim ve cevaplarını bekledim. Sat sırıtarak ''Tabiki katılıyorum!'' dedi ve yanıma geçti. Mantalon da hiç bişey söylemeden yanıma doğru yürüdü ve yanımdayerini aldı. Artık geriye bir tek Marcus kalmıştı. Gözlerimin içine baktı ve ''Bunu Allen için yapmıyorum. Senin için geleceğim'' dedi ve yanımdan geçip yürümeye başladı. Bir kez daha gülümseyip bende arkasından yürümeye başladım. Sat ve Lon'la birlikte yürürken en önde giden Allen'a baktım. Bu hayat ona gerçekten hiç iyi şeyler yaşatmamıştı. Her zaman kötüşeyler kardeşimi bulmuştu. Tamam tğm melezlerin hayatı kötü geçer ama Allen'nki daha beterdi. En azından benim ustam vardı. Beni eğitmişti,beni doğru yola sokmuştu. O olmasaydı şuandanasıl biri olurdum acaba? Düşüncelerle kafamı meşgul ederken Sat bana bakıp konuşmaya başladı ''Böyle bir kardeşe nasıl katlanıyorsun?''. Sat' a gülümseyip cevap verdim ve ''O benim kardeşim. Kardeşin iyisi kötüsü olmaz. O bizim yaşadığımızdan daha kötü şeyler yaşadı. O yüzden ona karşılı anlayışlı oluyorum'' dedim. Bir süre sessizce yol aldıktan sonra sessizliği lon bozarak ''Geldik'' dedi. Lon'un söylediği şeyi duyunca Allen'ın birden tüm vücudu gerildi ve girişe doğru hiç bir şey söylemden ilerledi. Allen' a bakarak ''Allen! Bekle bir dakika''diye seslendim. Allen sinirli bir şekilde bana dönüp konuşmamı bekledi. ''Bak. Buradaki herkez senin için geldi. Aynı grupta olduğumuzu unutma ve bir takımmışız gibi davran.'' dedim ve omzuna elimi koyarak yeniden konuşmaya başladım ''Arkadaşlarını kurtaraceğız'' dedim. | |
| | | Marcus L. Stanislaus Zeus'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Canavarlara Karşı Korunma Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 2117 Kayıt tarihi : 07/02/11
| Konu: Geri: Eski Bağlar Cuma Nis. 15, 2011 12:10 pm | |
| ''Allen! Bekle bir dakika...Bak. Buradaki herkez senin için geldi. Aynı grupta olduğumuzu unutma ve bir takımmışız gibi davran. Arkadaşlarını kurtaracağız." Lanet olsun, bu Allen'dan şuan gerçekten çok gıcık kapıyordum. "Lanet olsun Zack, neden ona yardım ediyorsun? Senden nefret ediyor ve hepimiz belki de onun için canımızı vermeye gidiyoruz. O veya onun gerizekalı arkadaşları için! Allen hiç beklemediğim bir çabuklukta ileri atıldı ve boğazıma sarıldı. "Sakın, sakın bir daha arkadaşlarım hakkında böyle konuşma. Yoksa seni paramparça ederim." Ben de Allen'ın boğazına yapıştım fakat olayın büyümemesi için Zack bizi ayırdı. "Hey! Buraya siz birbirinizle kavga edesiniz diye gelmedik." Normalde olsa Zack için bu zamanda buna katlanırdım ama şuanda gerçekten çok sinirliydim. Mantıklı düşünemediğim için Zack'i ittim ve Allen'ın karşısında çıktım. "Evet, aramızdaki sorunu buraya gömelim. Tabii ben sorunun sen olduğunu düşünüyorum." Allen ne söylemek istediğimi anlamış gibi bana bakıyordu. "Evet, aramızdakileri veya birbirimizi buraya gömeceğiz. Haydi bitirelim şu işi." Allen kamasını çıkarttı ve bana doğrulttu. Gerçekten güzel bir silahtı ama bunu düşünecek bir zamanda değildim. Ben de kılıcımı çektiğimde Sat ve Lon da işin içine girmişti. "Yapmayın ama! Birbirinizi mi öldüreceksiniz?" "En azından sorunumuz burada çözülmüş olur. En azından görev sırasında başarısızlık ihtimali düşer." Sat, Lon ve Zack bizi ayıramayacaklarını anladıklarında bir kenara çekildiler. Kılıcımı çıkarttım ve Allen'a doğrulttum. Sonra da bütün gücümle üstüne saldırdım. Silahlarımız havada çarpışıyordu ve ikimiz de bastırıyorduk. Allen bana yüklendiğinde çok sinirliydi ama sinirlerimiz zamanla yatışıyordu. Bu yüzden daha dengeli ve sağlam hareketlerle birbirimize saldırıyorduk. Allen'ın sol tarafına doğru hamle yapıp eğildim ve bacaklarına bir tekme savurdum. Ne yazık ki Allen bunu tahmin etmişti. Havaya zıpladı ve suratımın ortasına tekmeyi vurdu. Dengemi kaybedip yere düştüğümde Allen nefes bile almama fırsat vermeden tekrar üzerime yüklendi. Kılıcı bana doğru savurduğu anda kafamı yana çevirdim. Kafamın eski durduğu yere Allen'ın kaması saplanmıştı. Allen kamasını çekmeye uğraşırken ben de onun karnına bir tekme attım. Ayağa kalkıp ağzımdaki kanı tükürdüm ve Allen'ın ayağa kalkmasını bekledim. Allen ayağa kalktığında tekrar savaşmaya başladık ama bu sefer eskisi gibi hırslı değildik. Sanki istemeyerek savaşıyorduk. Birbirimizin karşılıklı birkaç açığını bulduğumuz halde saldırmayınca gözlerimizle anlaştık ve aynı anda kılıçlarımızı bıraktı. Allen'ın elini sıktım. "Sağlam dövüştü dostum. Görevin bundan sonrasında arkadaş olmamızda bir sakınca yok herhalde." Gülümsedim ve şaşkınlıkla bizi izleyen arkadaşlarıma baktım. Görev daha yeni başlıyordu. | |
| | | Mantalon Soluric Hekate'nin Çocuğu/Kulübe Lideri
Mesaj Sayısı : 97 Kayıt tarihi : 05/02/11
| Konu: Geri: Eski Bağlar Çarş. Nis. 27, 2011 9:38 am | |
| "Hey. Niye durdunuz? Biraz daha savaşın," diye söyleniyordu Mantadark. Sanki onların savaşması çok iyi bir şeymiş gibi. "Kes sesini. Biraz daha savaşırlarsa Los Angeles'a bir dahaki yılbaşında varacağız," dedim Mantadark'a kızarak. "Eğlenceliydi ama," diyerek söylenmeye devam etti. Yürümeye devam ediyorduk. Daha önümüzde çok yol vardı. Kimsenin konuşmadığını fark edince Mp Lon'u çıkarmanın zamanının geldiğini düşündüm. Saydam kulaklığı kablolarından çekip kulağıma yavaşça soktum. Mp Lon sakin bir şeyler çalmaya başlamıştı. Bu müzikler bana ilaç gibi geliyordu. Saatlerce sürecek olan bu yolu çekilir kılan şeylerden biriydi. Allenla Marcus yanyana yürüyorlardı. Zack ile Sat de arkalarından devam ediyordu. Ben en arkadan onlara bakıyordum. Durumları iyiydi. Arada önüme çıkan Mantadark'tan başka bir sorunum yoktu.
Yürümeye devam ederken birden yerin hafif bir sarsıntıyla sarsıldığını hissettim. Mp Lon'un kulaklıklarını kulaklarımdan çıkardım ve etrafıma bakındım. Aniden bir boğanın anırmasını duydum. Arkama baktığımda bizim boyumuzun iki katı uzunluğunda bir minotor gördüm. Kocaman burun deliklerine takılmış olan halkası, her nefes alışında titriyordu. Elindeki baltanın keskin ucu yere bakıyordu. Keskin bakışlarını benim üzerimde odaklamıştı. Surakatz anında elimde belirdi. Diğerleri farkına bile varmamıştı minotorun. Surakatz'ı yerden hafifçe yukarı kaldırdım. Sertçe yere vurdum. Vurmamla birlikte yer sallanmaya başlamıştı. Bundan istifade etmek isteyen minotor nara atarak üzerime doğru koşmaya başladı. Elindeki baltayı sallaya sallaya yaklaşıyordu bana. Yarattığım sarsıntıyı diğerlerinin hissettiğini umarak "Gardınızı alın!" diye bağırdım. "Savaş!" diye bağırarak yanımda belirdi Mantadark. Elinde Surakatz'ın karanlık bir kopyasıyla minotora doğru koşuyordu. Ona vuramayacağını bile bile karanlık sopayı sallıyordu elinde. Onun bu haline sadece gülüyordum. "Al bakalım!" | |
| | | Satellite Morgan Artemis Avcısı/Kulübe Lideri/Melez Danışmanı/Araba Yarışları Koordinatörü/Okçuluk Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 3387 Kayıt tarihi : 24/08/10
| Konu: Geri: Eski Bağlar Ptsi Haz. 27, 2011 11:37 pm | |
| Allen ile Marcus'un az önceki garip düellosu kafamı karıştırmıştı, oldukça. Fakat görevin bundan sonraki bölümünde herkesin arkadaşça geçineceğini, en azından birbirine sataşmayacağını bilmek güzeldi. Allen'in durumu oldukça anlaşılırdı, tabi onun hepimizden farklı olduğunu kardeşi Zack de belirtmişti. Los Angeles'a gidiyorduk ve bunun için her yere çıkışı olan Daedalus yapımı bu labirent de oldukça idealdi. Fakat etrafta birçok canavar bulunuyordu, hiçbirinden zarar gelmeyeceğinin garantisi yoktu. Tam bunları düşünüyordum ki birden yer sallanmaya başladı. Gözlerimi devirdim, insanın korktuğu başına gelirmiş. Buraya doğru gelmekte olan yaratığı çözümlemeye çalışıyordum. Bana oldukça tanıdık gelse de yaklaşınca tam olarak ne olduğunu anlayabilmiştim. Bu yarı boğa, yarı insandı; yani minotordu. Derin bir iç çektim. Bu, yenmesi zor bir yaratıktı. Fakat kampın en seçilmişleri duruyordu karşısında. Zeus oğlu Marcus, Nyks oğulları Zack ve Allen, Hekate oğlu Mantalon, ayrıca da Artemis Avcısı ben. O yüzden hiç gerilmemiştim, saçlarımı arkaya attım ve sırtımdan her istediğim anda çıkarabildiğim oklardan bir tanesini çıkardım, hazırladım ve fırlattım. Tabi ki ilk vuruşta, isabet etse dahi minotor ölmeyecekti. Herkes kendi silahına sarılmıştı. Kısa sürede bu canavarı atlatacağımıza emindim fakat Allen sinirli gibi görünüyordu. Haklıydı da, şu an burada vakit kaybediyorduk. Nasıl olsa ölecekti minotor, ne diye bizim önümüzde duruyordu ? Oklarımı fırlatmaya başladım, olabildiğince hızlı bir şekilde. Şu cıvık cıvık canavar, midemi bulandırmaya başlamıştı, daha fazla dayanabileceğimi zannetmiyordum, hemen önümden yıkılmasını diliyordum.
| |
| | | | Eski Bağlar | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|