Vespes, her zamanki huzursuzluğu ile kişnerken, Katherine, onu yolculuğa hazırlıyordu. Kamptan sıkılmıştı, evini özlemişti ve bu yüzden de gitmekte kararlıydı. "Kapa çeneni Vespes. Gideceğiz, o kadar." Son bir huzursuz kişnemenin ardından, ahırın kapısına doğru yürüdü ve birinin olup olmadığına baktı. Kimsenin olmadığını görünce, rahatlayarak, Vespes'i çağırdı ve pegasusuna bindi. Thalia'nın Ağacı'nın olduğu yere kadar normal bir at gibi sürdü. Geldiklerinde, ayağıyla hafif bir şekilde dürttü ve uçmasını istediğini söylemeye çalıştı. Vespes'den nefret edebilirdi. Ama hayvanın akıllı olduğundan emindi. Katherine ne derse desin, anında anlıyordu. Bu şey hakaret olsa bile.
New York'a kadar pegasusu ile uçmak, aslında o kadar kötü değildi. En azından, trafik olmuyordu. Üstelik, sabahın erken saatleri olduğu için, güneşin doğuşunu da izleyebiliyordu. Apollo, her zamanki gibi, ışığıyla etrafı aydınlatıyordu. "Sence neden böyleyim Vespes?" Diye sordu pegasusuna. "Tanrılara ve Tanrıçalara romalı isimleri ile sesleniyorum, antik yunan dili yerine, latince konuşuyorum. Senin ismini bile latince koydum. Üstelik, diğer melezlere göre, çok daha savaş yanlısıyım." İç çekti. Şikayet ediyor gibi gözükse de, farklı olduğunu bilmek, onu sevindiriyordu.
"Hannah!" Diye bağırdı, bahçedeki çiçeklerle ilgilenen, ölümlü kardeşine. Babasının ve üvey annesinin aksine, o, Katherine'nin melez olduğunu biliyordu. Her ne kadar üvey kardeşi olsa da, Hannah, Katherine'i severdi. "Katherine! Senin burada ne işin var? Babamız görebilir!" Gülümseyerek, kimin umrunda dercesine omzunu silkti. Vespes'e gitmesini söyledikten sonra, kardeşini kenara çekerek bir süre sohbet ettiler. Mızrağına dönüşebilen saatine baktığında, neredeyse öğlen olduğunu gördü. "Geri dönmem gerek, yine geleceğim ama." Hannah, biraz üzülse de gülümsedi ve tamam anlamında başını salladı. Kate, Vespes'i çağırırken, son bir kez Hannah'a gülümsedi. Sonra da pegasusuna binip, kampa geri döndü.