"Artık gözlerini açabilirsin Pearl."
Doktorun bu sözleriyle hayata yeniden dönmüş gibi olmuştum. Yavaş yavaş gözlerimi açtım ve uzun zamandır özlemle beklediğim yetiye kavuştum; görmeye. Renkleri ve çizgileri seçebiliyordum fakat etraf hala bulanıktı. Ama yavaş yavaş her şey gelmeye başladı; beyaz önlüğüyle doktor, yatağımın etrafındaki onlarca çiçek ve sevinçle bana bakan bir adam. Bu babamdı, onu yıllardır görmemiştim ama emindim. "Aman Tanrım, ne kadar değişmiş ! diye düşündüm. Kahverengi saçlarına aklar düşmüş, küçük yeşil gözlerinin kenarları kırışmıştı. Çok şaşkındım. Aslında bu kadar şaşırmamam gerekirdi, sonuçta yaklaşık 5 yaşından beri kördüm ve bu da neredeyse 12 yıldır kör olduğum anlamına geliyordu ve 12 yılda insanların değişmemesini beklemek aptallık olurdu. "Baba..." dedim ve yatağımdan kalkarak babama sarıldım. O da bana "Canım kızım benim." diyerek karşılık verdi ve bir süre öylece sarıldık. Babamın yüzüne bakınca ağladığını gördüm ve "Heey, eğer ağladığını göreceksem niye kornea nakli oldum ki ?" dedim ve güldüm. O da güldü ve "Merak etme Pearl, bundan sonra beni hiç böyle görmeyeceksin. Ha bu arada bundan kimseye bahsetmek yok !" dedi, ben de gülerek "Söz !" dedim sonra babam daha önce hiç fark etmediğim, kenarda oturan, siyah saçlı mavi gözlü, çok hoş bir çocuğa "Sen de söz ver Steve." dedi. Çok şaşırmış bir vaziyette "Steve mi ?!" diye bağırdım ve Steve yanıma gelerek "Evet Pearl, ben Steve'im." dedi. Sesini anında tanımıştım, ona daha dikkatli bakmak için yatağımdan doğruldum."Aman Tanrım bu o olamaz !" diye düşündüm, çünkü ben 5 yaşındayken kör olduğumda onu bana arkadaş ve bir nevi gözlerim olması için bizim eve getirmişlerdi. O zamandan beri en yakın dostum, sırdaşımdı. Benden en az beş yaş büyük olmalıydı ama yaşıt gibi duruyorduk. Ona yaklaştım ve "Sen, sen çok...gençsin. Bu-bu nasıl oluyor" dedim. O daha cevap vermeye kalmadan babam "Tamam çocuklar, bu kadar hasret giderme yeter, sorularını evde sorarsın Pearl." dedi. Başımla onayladım ve giyindim. Sonra Steve'in koluna girerek arabaya doğru yürümeye başladım.
Arabada eve doğru giderken hayretle New York'u izliyordum. İnsanlara, vitrinlere, tek tük ağaçlara, gökyüzüne baktım. Steve de benimle arka koltuktaydı. Benim tarafımdaki cama yaklaşarak bana "Eee nasıl buldun New York'u ?" diye sordu. Güldüm ve "Aynı anlattığın gibi." dedim. Sonra onu tekrar süzmeye başladım. Steve "Niye bana dik dik bakıyorsun ?" dedi ve tek kaşını kaldırdı. Ona bakmayı sürdürerek "Seni hiç böyle hayal etmemiştim. Yani şey, bu kadar..." "Yakışıklı mı ?". Babam hemen atlamıştı. Aslında demek istediğim şey tam olarak buydu ama karşı çıkarak "Hayır ! Yani hayal ettiğimden çok...farklısın." dedim. Babam hınzır bir şekilde güldü ve dikiz aynasından bize baktı. Steve de gülüyordu, onun da güldüğünü görünce kızardığımı hissettim. Aslında ondan utanmazdım, hatta bir hafta öncesine kadar beni o giydiyordu. Bunu düşününce daha da utandım ve camı açıp biraz hava aldım. Sanki biraz önceki konuşmalar olmamış gibi davranarak "Peki ben nasılım, yani tipim nasıl kısaca ?" diye sordum ve yüzüme doğal bir merak ifadesi yerleştirmeye çalıştım. Steve'in gözleri parladı ve bir süre beni süzdü. Tam konuşmaya başlayacaktı ki babam "Ah Pearl sen çok güzelsin kızım. Tıpkı bir tanrıça gibisin." dedi ve o son cümlesini tamamlarken Steve seslice boğazını temizledi. Biraz önce bana bakarken parıldayan gözleri şimdi endişeli endişeli bakıyordu. Babamın yüzüne de keder gelmişti birden. Ne olduğunu anlayamamıştım ama ben de onlara uyarak bu garip sessizliği bozmadım.
Evimiz neredeyse hiç değişmemişti. Odam hatırladığımdan biraz farklıydı ama Barbie'li posterlerim hala duvardaydı. Yatağımın üzerinde Steve'in her gece bana okuduğu 'Mitolojik Efsaneler' adlı kitap vardı. Kitabın rastgele bir sayfasını açtım ve kendimi zorlayarak okumaya çalıştım; "-ve Zeus, babası Titan Kronos'u devirerek...Ah Steve burayı okumuştu !" dedim ve kitabı yerine kaldırdım. Ve o an aynadaki yansımamı gördüm. Şaşkınlıkla bir süre aynaya öylece baktım ve sonra aynaya yaklaşarak kendimi inceledim. Esmer bir tenim ve yemyeşil gözlerim vardı. Dudaklarım dolgun sayılırdı ve burnum da hafif kalkıktı. Kapı açıldı, gelen Steve'di. Yanıma geldi ve beni kolumdan çekiştirerek "Hey Pearl, kendinle tanışman bittiyse haydi hazırlan, şehri dolaşmaya gidiyoruz !" dedi. Heyecanla el çırptım ve ceketimi alarak Steve'in koluna girdim. Evden dışarı çıktığımızda Steve durdu ve "Ah, kaskları unuttum !" dedi. Ben tam "Ne kask-" diyecekekken Steve çoktan kaskları getirmişti bile. "Bir dakika şehri nasıl turlayacağız demiştin ?" diye sordum o da "Motorla tabikii ! Ama babana söyleme yoksa mezarı boylarım." dedi ve gülüştük.
Motorla gitmek bir harikaydı. Hız duygusu...Bunu çok sevmiştim. Steve bir yerde durdu, burası şehrin en kalabalık yerlerinden biri olsa gerekti. Etrafta bir sürü insan kaynıyordu, neon ışıklar ve göz alıcı tabelalar yeni gözlerime fazla geliyordu. Gözlerimi kıstım ve Steve'e dönerek "Nereye geldik ?" diye sordum. O da "Şimdi anlarsın." dedi ve elimden tutarak beni bir hamburgerciye soktu. Burası küçük ama sevimli bir yerdi. Steve hamburgerleri sipariş ettikten beş dakika sonra siparişlerimiz geldi ve Steve "Bak bakalım, bu tadı hatırlayacak mısın ?" dedi. Hamburgerimden büyük bir parça ısırdım ve tadını almamla beraber "Aman Tanrım, bu en sevdiğim !" dedim. Steve memnun olmuş gibi gülümsedi ve bir süre eskilerden bahsettik. O sırada bir adamın sürekli bana baktığını fark ettim. Bir süre aldırmamaya çalıştım ama adam bana bakmayı sürdürüyordu ve sanki gözleri...kızarmış gibiydi. Artık rahatsız olmaya başlamıştım ve Steve'e sessizce "Hey Stev, şuradaki adam sürekli bana bakıyor." dedim. Steve de adama baktı ve birden yüzü buruştu. Sonra hala adama bakmaya devam ederek "Pearl, hadi kalkalım artık." dedi. Bir şey demeden kalktım ve Steve'in koluna girdim ve birlikte hamburgerciden çıktık. Ama kırmızı gözlü adam da bizimle beraber kalktı ve seri adımlarla bize yaklaşmaya başladı. Steve de hızlanmaya başlamıştı ve resmen beni çekiştiriyordu. "Heey yavaş ol !" dedim. Steve sanki dediğimi duymamış gibi beni çekiştirerek yürümeye devam ediyordu ve motorun yanına gelince "Hadi atla !" dedi. "Tamam ama ne bu acele !" diye bağırdım ama Steve çoktan motoru çalıştırmıştı ve "Acilen kampa gitmemiz gerek !" dedi. "Ne kampı ?!" diye sordum. Steve de "Hanı sana her gece Yunan Tanrılarının ve melezlerinin hikayelerini anlatıyordum ya." dedi ben de " Evet, ne olmuş onlara ? " diye sordum. O da "İşte onlar gerçek. Sen de Aşil gibi Herkül gibi bir melezsin. Bunlara inanmanın zor olduğunu biliyorum ama lütfen bana inan. Şimdi senin gibi melezlerin yaşadığı bir kampa gidiyoruz. Orada güvende olacaksın ve tüm sorularının yanıtını alacaksın." dedi. "Peki ya sen, sen de melez misin ?" diye sordum."Hayır ben bir satirim." dedi ve o anda ayakkabılarını çıkardı ve toynakları göründü. Ben daha olanları idrak etmeye çalışırken arkamızdan koca, iğrenç bir yaratık geliyordu ve Steve'i sarsarak "Stevee, aman tanrım, bir şey bizi takip ediyor !" diye çığlık attım. Steve de "Sakın ona bakma, geldik sayılır." dedi. Gazı iyice kökledi ve son hıza ulaştığımızda içimden ölmemek için dua ettim. Adrenalin katsayım iyice artmıştı ve arkamızdaki korkunç yaratığı gördükten sonra herşeye inanırdım. Derin bir nefes aldım ve çığlık attım; "Bekle beni kamp, ben geliyorum !"