"Summ, sen yemiyor musun ?" dedi Lucy elindeki çatalıyla hiç dokunulmamış tabağımı işaret ederek. Canım hiç yemek istemiyordu. "Hayır Lucy, hiç iştahım yok." Lucy bana kuşkuyla bakarak "Bir sorun mu var Summ ?" diye sordu. "Yok, sanırım biraz dolaşsam iyi olacak." dedim tabağımı iterek ve masadan kalktım. Kulübemden çıkmadan önce ne olur ne olmaz diye içinde görev malzemelerini bulundurduğum çantayı da yanıma almayı ihmal etmedim. Kampta yavaş yavaş yürürken ayaklarımın beni Long Island Kıyısı'na getirdiğini fark ettim. Şezlonglardan birine oturup huzurla suyu seyrederken birden bir ışık huzmesiyle gözlerimi kapatmak zorunda kaldım. Birkaç saniye sonra gözlerimi açtığımda karşımda muzur ifadeli bir adam duruyordu. Bu adamı daha önce de görmüştüm. Tanrı Apollon. Gülümseyerek yanıma yaklaştı ve "Nasılsın Summer ?" diye sordu. Boğazımı temizledikten sonra ona "Teşekkür ederim Tanrı Apollon, gayet iyiyim." dedim. Buraya bana bir görev vermek için falan gelmiş olmalıydı, halimi hatrımı sormak için değil. Ben merakla Apollon'a bakarken düşüncelerimi okumuş gibi -belki de gerçekten okumuştu- "Buraya neden geldiğimi merak ediyor olmalısın. Bunun iki nedeni var. Sana verdiğim bir sözü tutmak ve senden küçük bir ricada bulunmak." Küçük bir rica olarak nitelendirdiği şey büyük olasılıkla bir görev ya da onun gibi bir şeydi. Ama o tutması gereken sözün ne olduğunu anlayamamıştım. Kafam karışmış bir halde devam etmesi için beklentiyle Apollon'a baktım. "Sakın bana unuttuğunu söyleme Summer. Sana Güneş Arabası'yla bir macera yaşatacağıma dair söz vermiştim ya !" Ah, doğru ! O konuşmamızı şimdi hatırlamıştım, o zamanlar Güneş Arabası'nın ne olduğunu bile bilmiyordum. Apollon "Şimdi sözümü tutma zamanı !" dedi ve parmağını şıklattı. O anda parıl parıl parlayan, güneş sarısı bir araba belirdi. Ben Güneş Arabası'na ağzım beş karış açık bir ifadeyle bakarken Apollon, "Güzel araba, değil mi ?" diye sordu. Şaşkınlıktan konuşamayacak durumda olduğumdan başımı sallamakla yetindim. "Şimdi senden istediğim bu arabayla Hephaistos'un Tamirhanesi'ne gitmen. Şu diğer Tanrılar'ın mekanına girme yasağı olmasaydı ben de gidebilirdim ama... Ona, onda benim bir emanetim olduğunu söyle. O anlar zaten." Kolay bir göreve benziyordu. Ama bir sorun vardı. "Peki ama Hephaistos'un Tamirhanesi'ni nasıl bulacağım ?" Apollon yüzünde kocaman bir gülümsemeyle "Olimpos'ta kime sorsan gösterir, merak etme." dedi ve göz kırptı. Arabayı işaret ederek "İnceleyebilir miyim ?" diye sordum. Apollon "Tabii." diye cevap verince heyecanla Güneş Arabası'nın yanına gittim. Bir süre hevesle arabayı inceledikten sonra bir şey fark ettim. Henüz bu arabayı nasıl kullanacağımı bilmiyordum. Arkama dönerek "Bu şey nasıl çalışıyor ?" diye sordum. Ancak arkamda kimse yoktu. Harika, nasıl kullanılacağı hakkında hiçbir fikrimin olmadığı garip bir arabayla baş başa kalmıştım. Üstelik bu arabayı kullanmak zorundaydım ve arabaya hasar verme gibi bir lüksüm yoktu. Kara kara ne yapacağımı düşünürken aklıma bir Apollon çocuğundan yardım almak geldi. Bunun için özel gücümü kullanacaktım. Gözlerimi kapattım ve Apollon kızı Ange'ye odaklandım. Kısa bir süre sonra Apollon Kulübesi'nin içindeydim. Zihinsel olarak yani. "Ange, beni duyuyor musun ?" diye düşündüm. Bir süre yanıt gelmedi, Ange kafasını bir o tarafa, bir bu tarafa çevirerek sesin nereden geldiğini anlamaya çalışıyordu. "Ange benim, Summer. Eğer beni duyuyorsan söylemek istediğin şeyi söylemen yeterli." dedi. Biraz bekledim fakat cevap gelmedi. Tam umudumu kesmeye başlamıştım ki Ange'nin "Seni duyuyorum Summer." dediğini duydum. Bunun üzerine hemen konuya girdim. "Güneş Arabası'nın nasıl çalıştığı hakkında bir fikrin var mı Ange ?" "Nereden çıktı bu şimdi ?" diye sordu Ange. "Şimdi bunu açıklayacak vaktim yok Ange. Bana yardım etmelisin." dedim. Ange daha fazla üstelemeyerek "Pekala, bunda bir şey yok. Sadece arabaya otur ve sür. Tek ihtiyacın olan biraz dikkat ve şans." dedi. Bu kadar mıydı yani ? Ange'ye teşekkür ettikten sonra iletişimimi kestim ve biraz tereddütle Güneş Arabası'na bindim. Araba yavaşça havalanırken içimde bir korku vardı. 'Ya arabaya bir şey olursa ?', 'Ya başıma kötü bir şey gelirse ?' diye falan düşünüyordum. Ama bu korkularımı bir kenara ittim ve Empire State Binası'na doğru yol almaya başladım. Kısa sürede Empire State'ye ulaşmıştım. Yavaşça Güneş Arabası'nı fark ettim ve Empire State'den içeri girdim. Resepsiyonistten anahtarı aldıktan sonra asansöre bindim ve Ding ! İşte Olimpos'a gelmiştim. Buraya kadar her şey tamamdı ama bundan sonra ne yapacağımı bilmiyordum. Etrafıma bakınmaya başladım. Genellikle ben Tanrılar'ı değil, Tanrılar beni bulurlardı. Biraz ilerledikten sonra ileride kulübeye benzer bir yer gördüm. Oysaki önceki gelişlerimde böyle bir yer gördüğümü hatırlamıyordum. Bunu umursamayarak kulübeye biraz daha yaklaştım ve üzerindeki yazıyı okudum. 'Tanrı Hephaistos'un Tamirhanesi.' Sevinçle o yöne doğru ilerledim ve kapıyı tıklatarak yavaşça içeri girdim. İçeride kimse yoktu ama etraf çeşit çeşit ve gelişmiş savaş aletleriyle doluydu. Tanrı Hephaistos kesinlikle işini biliyordu. Hayranlıkla etraftaki aletleri incelerken bir ses duydum. "Birine mi bakmıştınız küçük hanım ?" Hemen arkamı döndüm. Uzun beyaz sakalıyla arkamda duran adam Hephaistos olmalıydı. "B-beni Tanrı Apollon gönderdi. Sizde bir emaneti varmış." dedim. Hephaistos bir şey hatırlamış gibi başını salladı. "Ah, evet. Onu unutmadı demek." dedi ve uzaktaki bir çekmecenin yanına gidip içinden büyükçe bir kutu çıkardı. Kutu kilitliydi. "İşte burada, al bakalım. Ama sakın kilidi açmaya kalkışayım deme. Benden söylemesi. Bu arada Apollon'a selamlarımı da iletirsin." dedi. Uzanıp kutuyu aldım ve "Kutuyu açmayacağımdan emin olabilirsiniz Tanrı Hephaistos, selamlarınızı iletirim." dedim. Tam kulübeden çıkıyordum ki Hephaistos'un sesi beni durdurdu. "Aslında bir şey daha var." dedi. Merakla ona döndüm. Elinde bir dolma kalem tutuyordu."Ne zamandır bu kalemi birine hediye etmek istiyordum. İstersen bunu alabilirsin. Göründüğü gibi sıradan bir kalem değil, etrafa küçük ateş toplara atabiliyor." dedi sanki bu çok doğal bir şeymiş gibi. Sevinçle Hephaistos'un yanına gittim ona sonsuz teşekkürlerimi ileterek kalemi aldım. Böyle bir şeyi beklemiyordum doğrusu. Asansöre doğru yürürken bir adam önümü kesti. Önce irkildim fakat bu Tanrı Apollon'du. Elimdeki kutuyu işaret ederek "Sanırım emanetimi getirmişsin." dedi. Kutuyu ona uzatırken başımı salladım. Doğrusu çok kolay olmuştu. Ne bir canavar, ne de bir yaratık çıkmıştı karşıma. Apollon kutuyu elimden hevesle aldı ve "Şimdi sana hediyeni verebilirim öyleyse." dedi. Apollon'a şaşkınlıkla baktım. Bana küçük bir flüt uzatıyordu. "Bu flüt insanları etkilemeni sağlar. Bu flütün sesini duyan kişiler kısa süreliğine de olsa bilinçlerini kaybeder." dedi. Yavaşça flütü Apollon'un elinden aldım ve "B-ben çok teşekkür ederim Tanrı Apollon." Bir günde iki hediye ha ? Hiç fena değildi. Ben flütü incelerken Apollon "Sanırım artık kampa dönme zamanın geldi Summer. Hediyeni güle güle kullan." dedi. Orada son duyduğum şey parmaklarını şıklatması oldu. O sesten sonra kendimi odamda otururken buldum. İçgüdüsel olarak hemen elimi cebime attım. Hephaistos'un verdiği kalem de, Apollon'un hediyesi olan flüt de cebimde duruyordu. Ganimetlerime ekleyebileceğim iki eşyamın daha olduğunu fark ederek gülümsedim ve hediyeleri dolabımın bir köşesine sakladım. O anda ne kadar yorgun olduğumu fark ettim. Aslında o kadar büyük bir iş yapmamıştım ama yine de yorulmuştum işte. Dinlenmek için yatağıma giderken yüzümde hala mutlu bir gülümsemenin izleri duruyordu.
Rp Bitmiştir. ~