Kampa geldiğimden bu yana neredeyse 24 saat geçmişti. Fakat hala kimse hakkımda hiçbir şey bilmiyor. Ben bile kendim hakkımda hiç bir şey bilmiyorum. Kimim ben? Bu nasıl olabilirdi? Babamın tanrı olması işten bile değil, yani böyle bir şeyi hala aklım almıyor. Mutlaka benim yine saçma rüyalarımdan biri bu diye düşünüyorum, ama dokunduğum her şey son derece gerçek! Şu an Kheiron'un beni getirdiği Hermes Kulübesindeyim. Büyük ihtimal Hermes çocuğu olduğumu söylüyorlar. Fransız olmamla ilgili birşeyler söylediler. Ünlü fransız kadının annem olup olmadığını sordular, bense soruların yarısını anlamamış hala etrafıma şaşkın şaşkın bakınıyordum.
-Ünlü fransız kadın mı? Bu da ne demek oluyordu? Hastaneye benzer odada uyandığımda Marsh'ı yanımda bulmuştum. Hikayenin özünü ondan öğrendim, meğer Tanrı Hermes benim doğumuma yakın bir tarihte Fransa'daymış. Ve çok güzel bir fransız kadına aşık olmuş, onun aşkından olimposa uğramaz olmuş. Sonunda Zeus ona bir ceza vermiş ve kadını görmesini yasaklamış. Büyük ihtimalle -yine- benim kampa gelmem bekleniyormuş, çünkü böyle bir aşktan Hermes'in çocuğu olduğu kesinmiş. Marsh bunları anlatırken şok içinde kafamı sallıyordum. Tesadüf olduğunu söylesem bile artık tanrıları inkar edemezdim. Şimdide gördüldüğü üzere Hermes kulübesinde, yeni yatağımda hareketsiz yatıyordum. Kulübedeki kardeşler fransız olduğumu duyunca şaşkınlıkla ve sevinçle beni karşıladılar. Hepsi birden annemle ilgili soru sormaya başlayınca bunaldığımı ve ağlamak istediğim farkettim. Hepsiyle tanışma fırsatım olmamıştı ama kulübe lideri Aleda'yla tanışmıştım. Aleda yüz ifademi görünce diğer kardeşlere dağılmaları emri verdi.
''Yeni kardeşimizin biraz dinlenmeye ihtiyacı var millet! Hadi bakalım onu biraz yalnız bırakalım.'' dedi gülümseyerek. Gülümsemeye çalışarak 'Teşekkür ederim.' diye fısıldadım. Herkes yatmıştı, ay ışığı altında ben tavanı izliyordum. Düşünmekten artık başım çatlayacak gibiydi. Bundan sonra yapabileceğim tek şey, buradaki hayata alışmaya çalışmak ve hayatta kalmak olacaktı..
Sonraki bir kaç haftalarda, artık
kesinlikle kampa alışmıştım. Hatta hayattımda ilk kez -neredeyse beni anlayabilen insanlarla tanışmak harika bir şeydi. Özellikle kardeşlerimi çok seviyordum ve çok iyi anlaştığım bir kaç arkadaşım vardı. Ama ne olduysa Helen'la birlikte yaptığımız Long Island gezisinden sonra oldu. Orada babamla, yani Tanrı Hermes'le karşılaştık ve bana aslında babam olmadığını söyleyerek, hayatımın en büyük ikinci darbesini yaptı. Deniz kıyısında yürürken denizin içinde birinin belirdiğini farkettiğim anda anladım. Hermes'in söylemesine gerek kalmamıştı. Babam denizlerin ve okyanusların tanrısı Poseidon'du. Hermes bana hikayeyi anlatmaya başladığında Poseidon ağır adımlarla yanımıza yürümeye başlamıştı. Tanrı Hermes'in anlattıklarından bir kaçını yakalayabildim. Aslında aralarında Poseidon'la bir anlaşma olduğunu ve üç büyük tanrının çocuklarının olması yasak olduğu için böyle bir yalan hazırladıklarını söyledi. Poseidon'un annemi zamanında çok sevdiğini ve Thalia'nın başına gelenlerin kendi kızının başına gelmesini istemediği için beni Hermes Çocuğu olarak söylemenin de anlaşmanın bir parçası olduğunu söyledi. Ama Afrodit'in bu gizli anlaşmayı ve büyük sırrı öğrenmesi onları gerçeği söylemeye ve Zeus'un huzuruna çıkmaya zorlamış.. O bunları söylerken, kendimi ayakta tutmak için büyük bir çaba sarfediyordum. Başım dönüyor ve kulaklarım gittikçe sağırlaşıyordu. Poseidon yanımıza vardığında en son babamın bıçak gibi delici bakışlara sahip mavi gözleri ve Hermes'in
''Senin baban Poseidon'dur.'' dediği kısmı hatırlıyordum.
Uyandığımda kendimi deja vu yaşarken buldum. Bu sahneyi daha önce görmüştüm. Gözlerimi kırpıştırarak etrafıma bakındığımda Marsh'ı tekrar yanımda otururken buldum. Kıs kıs gülüyordu,
''Ah Bells! Sen ve şu bayılmaların..'' Sinirle ağzımı açmıştım ki
''Tamam tamam. Bir şey demedim.'' ellerini havaya kaldırıp teslim olma taklidi yaptı.
''Son olanları duymuşsundur herhalde..'' diyerek fısıldadım. Marsh ciddiyetle başını salladı.
''Kamp şaşırmış durumda, herkes şoka girdi. Özellikle Poseidon seni kucağında kampa getirince.. Sanırım bayılınca seni buraya bizzat kendisinin getirip, açıklama yapmasının mantıklı ve tanrılara özgü bir davranış olduğunu düşündü.'' Ağzım bir karış açık kalmıştı.
''Poseidon buraya beni kucağında mı getirdi?!'' Marsh gülümseyerek başını evet anlamında salladı.
''Artık resmi olarak Posedion çocuğusun. Eşyalarını şimdiden yeni kulübene taşıdılar.''
Yeni kulübeme geldiğimde beni kapıda kulübe lideri Cornelia karşıladı. Yatak odasına girdiğimde yatağımın hemen başucunda duran mektubu ve hediye paketini gördüm. Bavulumu yere bıraktım ve hızla gidip mektubu açtım, üzerinde isim yoktu. Kağıdı aldım ve okumaya başladım;
''Sevgili Isabelle,
Thalia'nın hikayesini duymuşsundur. Ve tabi ki kardeşlerimle aramızda olan anlaşmayı da. Çocuğumuz olması yasaktı ve sen dünyaya gelince seni korumanın tek yolunun bu olduğunu düşündüm. Kanının kokusunu bastıramazdım belki ama bunu örtbas edebilir, yalanlayabilirdim. Böylece Hermes ile bir anlaşmaya girdik ve o seni kendi çocuğu olarak göstermemde bana yardımcı oldu. Annen, Danielle'ı gerçekten çok sevmiştim. Hamile olduğunu öğrendiğimizde Hermes'le hemen anlaşmaya vardık. Böylece sen doğduğunda şüpheleri üzerine çekmek için Hermes devreye girecekti. Olimpos'ta herkese Danielle'den ve ona olan aşkından söz ediyor. Apollon Tapınağındakilere onun adına şiirler yazdırıyor, şarkılar söyletiyordu. Ama planımız istediğimiz gibi yürümedi. Zeus bir tuhaflık seziyordu ve en sonunda Afrodit'i gizlice bu iş için görevlendirmiş. Afrodit, Hermes'ten herşeyi öğrenince Zeus'a bunu söylemeden önce bizim de sana gerçeği anlatmamız ricasında bulundu. Bayılmandan önce sana bunları yüzyüze anlatabilmeyi dilerdim. Fakat Zeus'un huzurunda gerçekleri anlamak için Olimpos'a dönmem gerekiyordu. Sana yalan söylediğimizi düşünebilirsin, ama hepsi başından beri seni korumak içindi. Beni anlayacağını ve hak vereceğini düşünüyorum çocuğum. Kendine iyi bak. Poseidon.
Mektubun sonunda bir de not vardı,
Bu hediyeyi sana bizzat vermek isterdim. Seni koruyacak bir muska, taşını döndürünce görünmez olmanı ve suyun altında nefes almanı sağlar. Umarım beğenirsin..
Hediye paketini açtım. İçinden bir yüzük kutusu çıktı. Kutuyu açtığımda gözlerimi yüzüğün zarefetinden alamadım. Daha önce hiç böyle bir hediye almamıştım. Yüzük masmavi bir elmastan oval şeklinde kesilmişti. Mavi elmasın çevresi beyaz elmaslarla süslenmişti. Büyülü bir görüntüsü vardı. Yüzüğü parmağıma takınca elmasının ışıldadığını farkettim.Hemen denemek için aynanın karşısına geçtim. Elması çevirmeye cesaret edemiyordum, nefesimi tutup çevirdim ve aynı anda görüntüm aynadan silindi. Neredeyse küçük dilimi yutacaktım. Her şeyiyle gerçekti. Yaşadığım bu dünyanın gerçek olduğunun tek kanıtıydı. Taşı tekrar çevirdim ve görüntüm aynada tekrar belirdi. Kalbim son hızla atıyordu. Yatağıma oturdum ve şaşkınlıkla farkettim ki, yaşadığım bugün sadece kampta değil, hayatımın geri kalanında yaşamaya başladığım ilk gündü...