Bugün çok heyecanlıydım. Partiden sonra akşamüstüne kadar nasıl bekleyeceğimi düşündüm. Artemis, istediğin zaman yolculuğumda bana katılabilirsin demişti ve ben de bir tarih belirlemekte oldukça zorlanmıştım. Sonunda bugünü, sevgililer gününü seçtim. Bugünü zaten sevmiyordum, ayrıca böyle bir günü -ya da geceyi mi demeliyim- Artemis'le geçirirsem, onun dikkatini de 14 Şubat'tan uzaklaştırırım diyordum. Artemis'in mutlu olmasını istiyordum, ona şükran borçluydum ve kendimi hiç bir zaman borcumu tam anlamıyla ödemiş hissetmiyordum. Öğleden sonra olana kadar yatağımda oturdum ve zamanın daha hızlı akmasını ve şu lanet olasıca güneşin batmaya başlamasını diledim. Sonunda kalktım ve kıyafetlerimi değiştirdim. Ay yolculuğunda neler giyildiğini bilemiyordum, o yüzden dolabımı açıp rahat bir şeyler giymiştim. Saçlarımı çoğu zaman yaptığım gibi topuz yaptım ve birkaç ambrosia parçası, bir matarada nektar, silahlarım ve tabii ki Artemis'in verdiği kolyeyi çantama doldurdum. Kolyeyi de içine koyacakken vazgeçtim ve boynuma taktım. Artık hazırdım. Kahverengi sırt çantamı koluma geçirdim ve hızla kulübeden çıkıp pegasus ahırlarına gittim. Evet, güneş batmaya başlamıştı. Saatin üç buçuk-dört arası olduğunu tahmin ediyordum. Biraz erken gitmiş gibi olacaktım ama kıştaydık, hava erken kararıyordu. Sabırsızlıkla ve neşeyle Royces'u buldum ve ahırının kapısını açtım. ''Oğğlumm! Bak kim geldi? Bugün çok özel bir gün. Senin sahibin Ay yolculuğunda Artemis'e eşlik edeeceek!'' Bazı yerleri uzatarak söylemiştim ve buna ben bile güldüm. Çok komik bir durumdu. Ona gülümsedim ve hiç sevmediği bir şekilde ona yılışıp burnunu öptüm. Neşeyle zıplaya zıplaya onu Thalia'nın Ağacına kadar götürdüm. Ah, birkaç hafta öncesine kadar, bir zamanlar bu ağaçta hapsolmuş kızın benim kardeşim olduğunu bilmezdim. O zamanlar güzeldi. Şimdi ise çoğu kişi bana korkuyla bakıyordu. Tamam, Zeus çocukları çabuk sinirlenir ve sinirlenince de birkaç binayı kül edebilirler ama bu onlardan korkmak için yeterli bir sebep mi? Belki de. İç çektim ve ağaca son bir kez bakıp Royces'a bindim. Onun gri gövdesini okşadım ve anlımı onun başına dayayıp ''Empire State Binası'na.'' diye mırıldandım. Artık Morfeus kızı olmadığımı biliyordum, ama hiçbir zaman uyuma sevgisi konusunda bir değişim yaşamamıştım.
Gözlerimi kapadım biraz dinlendim. Uyandığımda Royces sinirle kişniyordu. ''Aferdersin oğlum, biraz ağır mı geldim?'' Royces'un ifadesi yeterince şey açıklıyordu zaten. Başımı çektim ve oturuşumu dikleştirdim. Altımıza baktığımda bütün gölkemiyle yükselen Empire State Binası ve Empire State Binası'nın yanında çöp gibi kaldığı Olimpos'u gördüm. Büyüleyiciydi. Tam anlamıyla. Royces'u hafifçe dürttüm. O da alçalmaya başladı. Yavaşça alçalmıyordu ama böylesini çok seviyordum. Rüzgar'ı yüzümde hissetmek gerçekten çok güzeldi. Aeolus ve özellikle Boreas'ı, çoğu tanrıdan daha çok seviyordum. Ama bunu kimseye söylemezdim tabii ki. Sonunda Royces sert bir duruşla Empire State Binası'nın önüne indi. ''Tamam Roycy, başlıyoruz. Bana şand dile oğlum.'' Royces cevap olarak kişnedi. Kıkırdadım ve itirazlarına aldırmayıp burnundan tekrar öptüm. Sonunda kendimi Empire State Binası'nın modernliğine bıraktım. İçerideki klimalar en sıcağa ayarlanmış olmalıydı ki, içimi bir sıcaklık kapladı. Burada hep kalabilirdim. Aslında, Ay yolcuğulunu düşününce bu biraz hafif kalıyordu. Bu yüzden zaman kaybetmeden asansöre doğru gittim. Anında bir el beni engelledi. ''Bir dakika. Nereye çıkacağınızı söylemeden geçemezsiniz bayan.'' Gözlerimi kısıp görevliye baktım. Beni yetişkin biri sanmıştı. Ama sandığından daha önemli biriydim. ''Sana hiçbir şey sormam gerekmiyor. Ben Adyali Zenobia Beckett, Zeus'un kızı ve Artemis'in Avcılarındanım. Eğer şimdi bir sorun varsa sorabilirsin.'' Adam şimdi oldukça korkmuş gibiydi. Korkmakta haklı, diye düşünüp zalimce sırıttım. Adamın elini hızla çekip asansöre bindim. 600. katın düğmesine bastım ve beklemeye başladım. Montumdan kulaklığımı çıkarıp kulağıma taktım ve müzikçalarımı çalıştırdım. İşte, bu iyi bir yöntemdi. Şu müziği duymamak içi Ares'le bile dövüşürdüm. Uzun bir bekleyişten kapılar yavaşça açıldı.